SETA > Yorum |
Moody s in Ajandası

Moody’s’in Ajandası

Moody's'in, konu bize gelince adı gibi “moody” davrandığına, son 20 yılı aşkın tarih şahit. Orası kesin.

18 Temmuz 2016: “Darbe girişimi başarısız oldu ancak ben yine de ülkeyi not indirimi yönünde izlemeye alıyorum. Girişimin etkisiyle orta vade büyümede yavaşlama, kurumsal güç ve reform ajandasında zayıflık ve dış finansmana dair riskleri hafifletecek tamponlarda kötüleşme görürsem, notu kırarım”.

5 Ağustos 2016: “Ajandamda Türkiye açıklaması yapacağım bugünü, pas geçiyorum. Daha önceki benzer görüşler dâhilinde incelememe devam edeceğim.”

5 Eylül 2016: “Türkiye'deki siyasi belirsizlik, ülkedeki çoğu yabancı şirket için en cüzi düzeyde risk teşkil ediyor. Gelişmelerin, ülkede faaliyette bulunan çoğu firmaya kredi etkisinin önemsiz olmasını bekliyorum”

21 Eylül 2016: “15 Temmuz girişimi sonrası Türkiye ekonomisinin yaşadığı şok büyük ölçüde dağıldı. Ülkenin uzun dönem problemleri ise halen geçerli… Temmuz'da başlattığım incelemeyi, gelecek ay içinde neticelendiririm.”

2 gün sonra… 23 Eylül 2016: “Neticelendirdim. Notu çöpe düşürüyorum.”

Bunlar Moody's'in ajandasını açtığımızda, 15 Temmuz sonrası Türkiye için öne çıkanların kısa meali. Özellikle son 2 kayda ise, resmen sağ gösterip sol vurmak denir. Peki, ne açıdan?

Bana göre, açıklamanın detaylarında da işaret edilen güçlü-zayıf yanlar dengelemesiyle varılacak sonuca “daha vakit olması söyleminden” ötürü… Sen önce “gelecek ay” de, sonra da notu pat diye düşür. Benim garipsediğim, bu.

Öte yandan, genel görüşün benimsediği “pozitif mesaj sonrası negatif hüküm vermenin” şaşırtıcı olduğuna şahsen pek katılmıyorum. Tamam, olumlu söylemin psikolojik bir hoşluk yarattığı gerçek ancak o kopukluk bana sürpriz gelmiyor. Neden? İçeriğin detaylarından… Zira Moody's pekâlâ şöyle bir izahata gidebilir: “Ben kısa süreli etkileri kast etmiştim, uzun vadeye dair negatif görüşümü de belirtmiştim. Eh zaten notu da bu yüzden kırdım”.

BİR KLASİK
Peki, ajanda yanıltmacası dışında, karar genel anlamda sürpriz geliyor mu deseniz, o da pek gelmiyor. Zira bir kere şu inkâr edilemez ki; Moody's'in, konu bize gelince adı gibi “moody” davrandığına, son 20 yılı aşkın tarih şahit. Orası kesin.

Bakınız zaten;

  • Kredi derecelendirme kuruluşları, bir ülke ya da kurum özelinde tarafsız not verebiliyorlar mı?
  • Hiç “preferential treatment” denen iltimasları geçmeden bu işi becerebiliyorlar mı?
  • Peki, piyasanın “önünden”, ona yol gösterecek zamanlı ve bilgi değeri olan doğru kararlar verebiliyorlar mı? gibi sorular, sadece bu köşede değil, dünyanın dört köşesinde defalarca ve nicedir tartışıldı.
Akademik makalelere, raporlara, kitaplara konu olan söz konusu sorulara “evet” cevabı vermenin güç olduğunu da âlem biliyor. Dolayısıyla bugün bu konulara bu kadarcık girmiş olarak, olan bitene bir bakalım diyorum.
GİRİŞ KATTAN BODRUMA
Moody's Nisan 2014 itibariyle, not görünümümüzü negatife çevirmiş ve izleyip durmuştu. Altın fırsat ise, 15 Temmuz ile karşısına çıktı. Ve verdiği son kararla, Türkiye'yi yatırım yapılabilir statünün giriş katı Baa3'ten, en üst bodrum kat olan Ba1'e indirdi.

Dolayısıyla, yıllar süren çaba ve sabırla Mayıs 2013'te zar zor alabildiğimiz geçer notu kaybetmiş olduk. Fitch notuyla birlikte en az 2 geçer not alan statümüzü de…

Gösterilen sebep ise, kısa haliyle 2 adet:

  1. Ülkenin dış finansman gereksinimlerine dair risklerdeki artış
  2. Büyüme ve kurumsal güç başta olmak üzere, kredi destekleyici temellerdeki zayıflama
Peki, şimdi ne olacak? En az 2 yatırım yapılabilir not isteyen fonlar yüzümüze bakmayacak ve bir de dış finansman maliyetimize yukarı yönlü baskı gelecek. Kanımca, genel bir imaj zedelenmesi de ister istemez yaşanacak.

İşin kötüsü; açıklamanın detaylarında, yitirdiğimiz giriş katına uzunca bir süre de geri taşınamayacağımızı görüyorum. Nitekim not artışı için belirtilen şartlar, “zaman isteyecek” yapısal ve kurumsal iyileşmeler gerektiriyor.

TERCİH MESELESİ
Sizi detaya boğmadan söyleyeyim: Ben Moody's'in yaptığı tüm açıklamaları incelediğimde, “ekonomik dinamiklerin gelişimi” anlamında kurumun “abartılı yönde kalmayı tercih ettiğini” düşünüyorum. Hatta burada en temel mesele borcu geri çevirebilmek iken ve Moody's'in açıklamasında da itiraf ettiği gibi Türkiye'nin bu yöndeki karnesi sağlamken, verilen indirim kararında, var olan zayıflıkların güçlü yanlara “yeğlendiğini” görüyorum.

Bu bağlamda, spekülatif dereceye indirme kararı kendi içinde çeşitli spekülatif yönler barındırırken, “kurumsal zayıflama riskini” arkasına alarak kendinde bu gücü bulmuşa benziyor.

BAZI ŞEYLER…
İşte tüm bu izlenimler kapsamında, Moody's'in ajandasını ve not kararının neden paldır küldür geldiğini sorgulamak gerekiyor. Temel bir cevabı sanırım hepimizin kafasında çok netken, Thomas Friedman'ın 90'larda sarf ettiği şu meşhur sözle bitireyim:

“Aslında neredeyse yine, iki süper gücün var olduğu bir dünyada yaşıyoruz: ABD ve Moody's”.

Friedman'ın o günkü makalesindeki ilgili argümanlar ve iddia dereceleri, 20 küsur yıl sonra bugün de “gerçeklik ve geçerlilik” tartışmasına açık olsa da, bazı şeyler de hala gerçek ve geçerli.

Bizim ise, yaşanan bu tatsız olay sonrasında, hem gerçekleri görüp düşünmemiz, hem de kendimize laf kondurmayacak şekilde toparlanmaya çalışmamız gerekiyor.

Tabii bir de, kendimizi doğru ve düzgün izah edebilmek için mütemadiyen çaba harcamamız…

Biz DEİK İletişim Komitesi olarak bu gayeyle, ekonomimizi anlatmak için ilk yurtdışı temaslarımıza bu hafta başlıyoruz.

Ben bu satırları yazarken çıktığımız Brüksel yolundan, selamlar…

[Yeni Şafak, 27 Eylül 2016].