ABD Dışişleri Bakanı Tillerson'ın "Şii militanlar Irak'ı terk etsin" sözleri beni geçmişe götürdü. Geçmiş dediysem çok değil, bundan 2.5 yıl öncesinden bahsediyorum. Dönemin ABD genelkurmay başkanı Martin Dempsey Bağdat'ı ziyaret eder. Şehrin üstünde helikopteriyle tur atan genelkurmay başkanı bu turun sonunda aşağıda "sayısız bayrak" gördüğünü söyler. Bu bayraklardan "sadece biri Irak bayrağı"dır. Peki ya gerisi? Onlar İran'ın nüfuzu altındaki milislere aittir. Aynı konuşma içinde dikkati çeken bir diğer husus da şudur: Dempsey, İran'ın Irak'ta çok olumlu bir rol oynadığını altını çize çize vurgular.
***
Dönemin ABD genelkurmay başkanının bu vurgusu ülkesinin Irak'a nasıl yaklaştığının özeti mahiyetindeydi. ABD için denklem basitti. İran, 2003 sonrasında Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğünün parçalanması noktasında bir katalizör olarak kullanılmaya çalışıldı. İşin garibi İran tam da tersi bir misyonla Irak'ta ve Suriye'de olduğunu iddia etti. ABD, İran'ın bölgede yayılmacı bir siyaset izlemesine sadece müsaade etmedi, aynı zamanda bu siyaseti teşvik etti. Hedef, Ortadoğu'da tarihte hiç olmadığı kadar belirgin bir Sünni-Şii fay hattı oluşturmak ve her istediğinde bu hatları tetikleyebilmekti. Ne yazık ki İran gündelik çıkarlarını gözetmeyi tercih etti ve uzun vadede bu politikayı besledi.***
Türkiye dışında hiçbir bölge gücü bu politikanın farkına varıp da onu engellemeye çalışmadı. Aksine İran yayılmacılığından şikâyet eden bölge ülkeleri izledikleri tepkisel politikalarla ABD'nin bu böl-parçala yönet siyasetine hizmet etti. DEAŞ'ın önce Irak'ta ardından Suriye'de birdenbire hatırı sayılır bir bölgeyi kontrol etmeye başlamasıyla birlikte İran'ın önündeki fırsat alanları daha da açıldı. İran'ın hem Suriye'de, hem Irak'ta DEAŞ'a karşı mücadelenin başat aktörlerinden biri olduğu vurgulandı. İran, önündeki fırsatları daha iyi değerlendirebilmek için Rusya'yı bölgeye davet etti. Rusya'nın bölgeye girmesi ve etkinliğini günden güne artırması ilginç bir gelişmeyi daha beraberinde getirdi. İran, bölge ülkeleriyle ilişkilerini Rusya üzerinden iyileştirme arayışına girdi.***
Bütün bunlar Obama yönetiminin İran'ı "uluslararası sistemin meşru partneri" haline getirme vaatlerinin havada uçuştuğu bir dönemde gerçekleşti. Vaat diyorum çünkü ABD İran'ı ancak "yıkıcı bir aktör" olarak kullanmayı tercih etti, "düzen kurucu" bir aktör olarak görmedi. Kimileri Donald Trump'ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte ABD'nin İran politikasının radikal biçimde değişeceğini iddia etti. Fakat bugüne dek Trump yönetimi İran'a karşı yeni bir politika üretemedi. Tıpkı Türkiye'ye karşı üretemediği gibi.***
ABD'nin Ortadoğu politikası giderek mevcut devletlerin parçalanması ve sınırların yeniden çizilmesi projesine endeksli hale geldi. Irak ve Suriye bu projenin somut ürünleri olarak görülmeye başlandı. Bu projenin bölge ülkeleri için ürettiği maliyet günden güne arttı ve taşınamaz hale geldi. Tam da bu noktada yeni bir gelişme gündeme geldi. Bölgede sınırların yeniden çizilme projesini sonu gelmeyecek yeni bir istikrarsızlık dalgası olarak gören ve bu projenin mimarı olarak ABD'yi işaret eden bölge ülkeleri sorunların çözümü için bir araya gelinmesi gerektiğini düşündü. Irak'taki son parçalanma hamlesine gösterilen tavır bunu net olarak gösterdi. Bu sürdürülebilir mi? ABD ve hatta Rusya bu süreci manipüle etmek ister mi? Hiç istemez mi? Bu, önümüzdeki dönemde bölge ülkelerinin en büyük imtihanı olacak. İttihat imtihanı![Sabah-Fahrettin Altun-25.10.2017].