Dinî anlayış güncellenir. Değişim, değer yargılarından bağımsız olarak yaşadığımız bir olgudur. İyi de, kötü de olabilir. İkinci olarak ise insanlık birikimini takip ederek dindarın bilgisi gelişir ve derinleşir. Bilginin ilerleyişini takip etmek Müslüman için doğal bir vazifedir. Bu iki husustan dolayı dinî anlayış güncellenir, bu doğaldır, hattâ zorunludur. Hz. Peygamber zamanında, sahabe-yi kiram ile dört halife döneminde ve on dört yüzyıl boyunca bu böyle olmuştur. Bugün de böyle olmasından daha doğal bir durum yoktur. Mesela klasik tefsir literatürüne baktığımızda Kur'an-ı Kerim'de geçen gökyüzü ile ilgili ayetlerin hepsinin dünya merkezli olarak yorumlandığını görürüz. Dünyanın merkezde olduğu, güneş ve diğer gezegenlerin dünyanın etrafında döndüğü, bunun da Allah'ın hikmeti ve kudretinin bir sonucu olduğu belirtilmiştir. Bu tavır o gün için doğrudur. Müslüman âlimler dönemin bilim ve astronomi kabullerine uygun olarak ilgili ayetleri böyle yorumlamışlardır. Bir yandan da astronomi ve diğer bilim dallarında araştırmalar devam etmiştir. Bugün ise aynı ayetler bugünün akli ve bilimsel verilerine uygun bir şekilde güneş merkezli yorumlanmakta ve bu işleyişin, yine Allah'ın ilminin ve kudretinin bir tecellisi olduğu vurgulanmaktadır. Bütün bu süreçler anlama ve yorumlama yöntemleriyle aşılmaktadır.
Doğrusu Türkiye, yönetici elitin uzun süre Fransız tipi katı pozitivist laiklik anlayışının etkisinde kalmasından dolayı güncellenme tartışmalarına oldukça geç dâhil olmuştur. Dinî anlayışını güncellemeyi başaramayan toplum veya grupların çocukları ve/veya torunlarıyla derin kopuşlar yaşaması kaçınılmazdır. Ve bu konuda makul bir çözüm üretemeyen toplumlar siyasal istikrarlarına veda etmek zorunda kalırlar. Gerilimin bir ucunda toplumsal sürekliliği sağlıklı bir şekilde korumak, diğer ucunda ise çağdaş gelişmelerin ve bu gelişmelerin doğurduğu yeniliklerin anlaşılarak geleceğin inşa edilmesi vardır. Bir yanda korkular bir yanda ise ümitler vardır. Sarkaç bu ikisi arasında gidip gelmektedir. İslâm düşünce geleneği açısından bu yeni bir şey değildir. Bu konuda ciddi bir birikim ve tecrübe bulunmaktadır.
Bir müminin imanına hitap etmesi bakımından ayet ve hadisler önemlidir. İmanı güçlendirir, iyilikleri hatırlatır, kişiyi kendi kusur ve zaaflarını görmeye, murakebe ve muhasebeye davet eder. Mümine, varlığın, hayatın ve ilişkilerin amacını hatırlatır. Hz. Peygamber de Müslümanların ahlaki modelidir. Buna rağmen, hayatın amacına yönelik sorgulamalar büyük ölçüde bireysel bir süreçten geçmeyi gerektirir.
İslâm düşünce geleneği bakımından ayet ve hadislerden anlaşılacak manânın toplumsal bağlayıcılık kazanması ise çok daha karmaşıktır. Öncelikle dinî metinler yani ayet ve hadisler, otorite ve bağlayıcılığının oluşması, yani İslâm toplumu için herkesin uyması gereken bir anlam, yorum ve hüküm olarak kabul edilebilmesi için, metin sıhhati ve anlamın açıklığı bakımından değerlendirilir. Hele hele inanç konularında toplumsal bağlayıcılığı inşa süreci çok daha titiz bir şekilde yürütülmektedir. Çünkü İslâm toplumlarının yaşadığı tecrübede "küfürle itham" ve diğer Müslümanları yaftalamak çok sık karşılaşılan bir durumdur. Böylesi bir tavır, toplumun birbirine güvenini yıkmaktadır. Müslüman düşünürler bu kapıyı sıkıca kapatmak için "haksız yere küfürle ithamın" küfür olduğunu belirtmişlerdir.
Tüm İslâm düşünce gelenekleri yani Kelâm, Tasavvuf, Felsefe ve Fıkıh usûlünde, ayetler anlaşılırlıkları bakımından temelde ikiye ayrılmıştır: Anlamı açık olan ve anlamı kapalı olanlar. Ehli hadis, Zahiri ve Haricilerin dışında hiçbir okul dinî metinlerin zahirinden bir yaşam tarzı çıkarılabileceğini iddia etmemiştir. Aksine ayetlerin anlam ve yorumlanması ilmî geleneklerden gelen bilgi birikimiyle sürekli yenilenmiştir. Mesela ilk ortaya çıkışında zahiri bakanlar sigortayı faiz, emeksiz mal kazanımı, aldatma olarak değerlendirip haram görürlerken daha sonra ekonomik gerçekliğin anlaşılmasıyla sigortanın sağlık ve mal emniyetini sağlaması bakımından faydaları görülmüş ve kanaatler değişmiştir. Belli itirazlar olmasına rağmen sigorta yaygın bir uygulamaya dönüşmüştür. Yine afyon veya tütün, zararlarının bilinmediği yüzyıllarda helal kabul edilirken, zararları hakkında bilgi kesinleştiğinde bu konudaki dinî anlayış da güncellenmiştir. Metinlerin farklı düzeylerde çeşitli anlamlar içermesi ve yoruma muhtaç olması, bir yönüyle dilin ifade imkânlarıyla ilişkiliyken, diğer yönüyle ise dinî metinler ile toplumsal gerçeklik arasındaki değişim ve gerilimi dinin amaçlarına matuf olarak yönetmeye imkân verir. Can, akıl, din, nesil ve mülkün korunması İslâm dininin amaçladığı en temel değerlerdir ve yorumlama sürecinin düzenleyici ilkeleri olarak işlev görmüştür. Mesela haram bir içecek olan alkolün tıbbi sebeplerle helal kılınması, açlık durumunda hayatta kalmak için domuz etinin yenilebilmesine yönelik fetvalar böyledir.
Bu yorum, gelenekleri ve yöntemleri dinî değerlere bağlı toplumlarda toplumsal süreklilik ile güncel sorunların çözümü ve gelecek inşası arasındaki gerilimi yönetmek için üretilmiştir. Diğer bir ifadeyle dinin ana amaçları ihmal edilmeksizin toplumsal süreklilik içerisindeki değişim ve yenilikler süzgeçten geçirilerek kucaklanmıştır. Mesela geleneksel tarım toplumunda aile içi roller dinî yorumla belli bir formda sunulurken sanayileşme sonrası bu görevler adalet ilkesi çerçevesinde yeniden şekillenmiştir. Kadının çalışması konusunda oluşan literatür gözden geçirildiğinde bu durum tüm açıklığıyla gözükür.
Bugün medya organlarında din adına konuşan bazı Müslümanların sundukları şey, "selefi", "ehli hadis" yöntem ve tavrıdır. Bireylerin bu tavrı tercih etme hakları vardır. İnsanoğlunun farklı doğalara sahip olması veya aile gelenekleri bakımından böylesi bir tavır toplumsal olgu olarak da kabul edilmelidir ve saygı da duyulmalıdır. Ama tüm toplumu bağlayacak, günceli yönetebilecek, geleceği inşa edebilecek ve devletin akışını düzenleyecek bir anlam, yorum ve zihniyetin dinî metinlerin zahirî yorumları üzerinden "selefi" ve "ehli hadis" tavrıyla üretilebilmesi mümkün değildir. İslâm toplumunda farklı fikir, yaklaşım, tavır, meşrep, zihniyet ve okulların olması tehdit değil, aksine zenginlik ve büyük bir güçtür.
Bir toplumu bir arada tutan fikir benzerliği değildir. Toplumları bir arada tutan birbirine güven, ortak yaşanmışlık ile menfaat, yaygın adalet duygusu, sevgi, saygı, dayanışma, duygudaşlık ve beraber iyi bir ortak gelecek tahayyülüdür.
[Fikriyat, 14 Mart 2018].