FETÖ 17-25 Aralık kumpasını düzenlediğinde, o zaman başbakan olan Tayyip Erdoğan basın mensuplarının karşısına geçti ve bunun hükümete karşı bir tertip olduğunu söyledi. FETÖ’nün masum bir dinî cemaat olmadığını devlet kademelerinde yasa dışı şekilde örgütlenerek, âdeta bir Paralel Devlet Yapılanması kurduğunu söyledi. FETÖ’ye haşhaşiler topluluğu, onun lideri olan Gülen’e de ‘âlim müsveddesi’ dedi.
Kamuoyuna pompalanan ‘güçlü ve muktedir cemaat’ algısı o kadar kuvvetliydi ki, Erdoğan’ın cesur isimlendirmesi kendi tabanında dahi tedirginlik oluşturdu. Eş zamanlı olarak Erdoğan muhalifleri de FETÖ sevdalısı kesilmeye başladı. Daha önce bir paravan olarak kullandığı ‘hoca’ imajından dolayı Gülen’e çeşitli hakaretler eden, lakaplar takan, aşağılayanlar, Erdoğan’ın tanımlamalarına inat edercesine ‘hocaefendi’ ve ‘cemaat’ isimlerini kullanmaya başladılar.
Daha sonra Paralel Devlet Yapılanması ifadesi devletin resmî dokümanlarına ve dava kayıtlarına geçti. Basın mensupları, siyasetçiler, kamuoyunun önüne çıkıp konuşanlar ve yazanların önemli bir kısmı ya FETÖ korkusundan ya da ifadeyi yadırgadıklarından ısrarla kullanmadılar. Televizyonlarda, gazetelerde ifade birinci ağızdan kullanılmıyor, ‘Paralel Devlet Yapılanması iddiası’ gibi elastiki ifadeler tercih ediliyordu. Bugün rahat rahat FETÖ diyenler, o günlerde ‘Paralel Yapı’ dememek için kırk takla atıyordu ve ‘Paralel Yapı’ ‘FETÖ’ isimlendirmelerini kullananlara burun kıvırıyorlardı.
Toplum 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden sonra Erdoğan’ın uzun bir süredir olduğu noktaya geldi. FETÖ’nun devlet içinde devlet olmaya çalışan, büyük bir tehlike arz eden, ülkenin millî güvenliğini tehdit eden bir terör örgütü olduğunu gördü.
Benzer bir süreci başkanlık tartışmalarında da yaşadık. Erdoğan başkanlık sisteminin Türkiye için uygun yönetim sistemi olduğunu ilk kez telaffuz ettiğinde bu çok uzak bir hedef, hatta bir temenni olarak algılandı. Anayasayı değiştirmenin zorluğundan meclis aritmetiğine, Türkiye’nin siyasi geleneğinden seçmen alışkanlıklarına kadar sayısız bahane peş peşe sıralanarak bakanlık sisteminin bir hayalden öteye gidemeyeceği söylendi.
Erdoğan başkanlık sistemi önerisinin arkasında durdukça karalama evresine geçildi. Erdoğan’ın başkanlık ile diktatör olacağından tutun da kuvvetler ayrılığının ortadan kalkacağına kadar somut hiçbir mesnedi olmayan iddialarla kara propaganda yapıldı. Erdoğan bu aşamada da soğukkanlılıkla başkanlık sistemini gündemde tutmaya çabaladı. Üstelik bu süreci oldukça şeffaf yürüttü, hiçbir zaman kamuoyundan kendi tercihini saklamadı, konunun gündemde kalmasını ve tartışılmasını istediğini söyledi.
Türkiye’nin başkanlık sistemi alternatifini tartışması gerektiği söylendikçe muhalefet yanaşmadı. Erdoğan’ı suni gündem oluşturmakla, memlekette başka sorunlar varken kendisi için başkanlık peşine düşmekle itham ettiler. Bir siyasetçinin ülkenin yönetim sistemiyle ilgili bir alternatif önermesi çok abes bir işmiş gibi olmadık iddialar, iftiralar ve söylemlerle reddedildi. Sistem krizi kapıda, kriz çıkmadan bu sistem sorununa el atılmalı denildikçe muhalefet halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanının noter memurluğu yapmasını çözüm olarak önerdi.
Ve böylece 15 Temmuz darbe girişimine kadar geldik. Darbe engellenip, tehlikeler bertaraf edildikçe devletin yeniden yapılandırılması gündeme geldi. Ve tabii kaçınılmaz olarak sistem tartışmaları. CHP her zamanki bildik tavrı ile tartışmaya ve konuşmaya karşı çıktı. MHP ise yavaş yavaş tutumunu değiştirdi. Şimdi ise somut bir teklifi meclis gündemine getirme ve daha sonra halkoyuna sunmanın eşiğindeyiz.
Evet, başkanlık tartışması yeniden başladı ve devam edecek. Ve, farkında mısınız, hem FETÖ hem de başkanlık meselesinde siyasetin geri kalanının Erdoğan’ın pozisyonunu kavrayabilmesi için yıllar geçmesi gerekti. Erdoğan ileri görüşlü bir siyasetçi, amenna! Peki ya muhalefet?..
[Türkiye, 22 Ekim 2016].