Hatırlarsınız, ocak ayında Sultanahmet'te bir intihar bombacısı kendini patlatmış ve bir polis memuru orada hayatını kaybetmişti. Bu elim hadisenin hemen ardından DHKP-C isimli örgüt saldırıyı üstlenmiş, saldırıyı E.S.K. isimli örgüt üyesinin gerçekleştirdiğini bildirmişti. Ne var ki saldırıdan bir gün sonra E.S.K'nin ailesi cesedi teşhis için morga gidip de cesedin kızlarına ait olmadığını kamuoyuna duyurunca işler karışmıştı. Ondan birkaç saat sonra da saldırıyı yapan kişinin Rus vatandaşı Diana Ramazova olduğu ortaya çıkmış, DHKP-C açığa düşmüştü. Bunun üzerine DHKP-C "savaşçılarımızın güvenliği için aldığımız, 'haberleşmeyi en aza indirme' ve diğer önlemler nedeniyle bu hata yaşanmıştır. Düzeltir ve tüm halkımızdan özür dileriz" açıklamasını yapmak zorunda kalmıştı.
DHKP-C, Sultanahmet saldırısını sahiplendiği ilk açıklamasında bu eylemin "Berkin Elvan'ın katillerinin cezalandırılması için" gerçekleştirildiğini duyurmuştu. DHKP-C ondan bir hafta önce de Dolmabahçe saldırısını üstlenmiş ve onu da "Berkin Elvan'ın katillerini koruyan AKP'den hesap sormak için gerçekleştirdiği"ni belirtmişti.
Sultanahmet saldırısının olduğu gün bu köşede şunları söylemiştim: "Eylemi, Türkiye'nin tanıdığı bir terör örgütü üstlendi. Berkin Elvan için yaptıklarını duyurdular bu eylemi. Kenan Kumaş'ı niçin katlettiklerini, iki aylık kızını neden öksüz bıraktıklarını böyle izah ettiler. Bu saçmalık karşısında insanın dili tutuluyor, ama işte burada, önümüzde, çırılçıplak duruyor."
Yazımın yayınlandığı günün akşamında bir CHP milletvekili, Sultanahmet saldırısını DHKP-C'nin yapmadığı anlaşıldıktan hemen sonra Twitter hesabından benim yazımı paylaştı ve şöyle bir not ekledi: "İşte bir Sabah gazetesi yazarı... Bombalı saldırıyı Rus bir kadın(ın) yaptığını biliyor... Yine de Berkin Elvan diyor..." "Berkin Elvan" diyen ben değildim oysa. Diyen DHKP-C idi. Sayın milletvekili o tweeti attığında DHKPC'nin saldırıyı üstlenen açıklaması da hâlâ sitesinde yer alıyordu. Ama beyefendi DHKP-C aleyhine tek bir cümle sarfetmedi, sarf edemedi.
Ne ilginç değil mi? Gerek Dolmabahçe saldırısı gerekse de Sultanahmet saldırısı apaçık birer terör eylemi olmasına, görevinin başındaki masum insanlar zarar görmesine rağmen başkaldırı romantizmine düçar olmuş Gezici taife bu olay karşısında derin bir sessizliğe gömüldü. Milletvekillerinden gazetecilere, akademisyenlerden sendikacılara kadar "Gezi muhalefeti" içinde yer alan isimler ağızlarını açmadılar. Bunu görmezden gelebilirdik belki de. Fakat ne zaman ki, Sultanahmet saldırısını DHKP-C'nin yapmadığı, "IŞİD'le bağlantılı olabileceği söylenen Rus kadın"ın kendisini patlattığı ortaya çıktıktan sonra Gezici taife birden bu terör eylemini keşfettiler. Ve hep bir ağızdan Sultanahmet saldırısını telin ettiler.
Bu basit bir ikiyüzlülük, basit bir siyasi kurnazlık olarak kalsa bu meseleyi bu kadar önemsemeyebiliriz. Ve fakat iktidarı devirmeyi birincil hedef olarak alan koalisyonun farklı düzeylerde oluşumuna katkı verdikleri şiddet ortamı Türkiye'ye çok büyük bir zarar veriyor. Salı günü Çağlayan Adliyesi'nde yaşanan terör eylemi de, 6-8 Ekim cinayetleri de bu koalisyonun inşa ettiği meşruiyet zeminine sırtını dayıyor. Türkiye siyasi hayatının kirli sayfaları sadece tetik çekenler tarafından yazılmadı. O tetiği çekenlere kahraman muamelesi yapanların sorumluluğu da göz ardı edilemez.
Salı günü, Çağlayan adliyesinde savcı Mehmet Selim Kiraz'ın rehin alındığı haberi medyaya düştükten sonra, bu olayı gerçekleştirenlere terörist diyemeyen, onlara adalet savaşçısı muamelesi yapan herkes karşımızdaki manzaradan sorumludur. Türkiye'de her gün yayınlanan ulusal (ve Kemalist) bir gazete, yaşanan bu terör olayını "adaletin ayaklar altına alındığı bir ülkede, yargıdan umudu kesenlerin, kendi adaletini uygulamaya başlaması" olarak takdim etti.
Başka söze ne hacet!
[Sabah, 2 Nisan 2015]