Geçtiğimiz hafta gerçekleşen MGK toplantısından sonra basına yapılan açıklamadan anlıyoruz ki toplantının ana gündemi terör ve dış politika konularıydı.
Basın açıklaması beş maddeden oluşuyordu: Örgütler arasında ayrım yapılmadan terörle mücadelede kararlılık, PKK'ya verilen destek bağlamında İnterpol'ün işbirliğine yanaşmaması, Barış koridoru, müttefiklerle -özellikle NATO- ile işbirliği ve son olarak Doğu Akdeniz'deki rekabet.
Bu konuların hepsinde dikkat çeken iki ortak nokta vardı.
Birincisi Türkiye'nin uluslararası arenada ahde vefa başta olmak üzere, ittifak ilişkilerinin gerektirdiği işbirliğinin yapılması ve çatışmadan kaçınmanın öncelenmesi.
İkincisi de Türkiye'nin güvenliği söz konusu olduğunda beklediği işbirliğini görmemesi durumunda inisiyatif almaktan kaçınmayacağına dair tavırdır.
Bu durum Barış koridoru ifadesinde net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Barış koridoru ifadesi ilk defa kullanılıyor. Bir anlamda Türkiye'nin Suriye krizine yaklaşımını göstermesi açısından önemli bir ifade.
PYD'nin domine etmeye çalıştığı bölgede kurulması düşünülüyor. Dolayısıyla anlam olarak da fiili olarak da terör koridorunu engelleyecek olması açısından oldukça güçlü bir karşılığı var.
Ayrıca Türkiye'nin isimlendirmesi olması açısından önemli.
Müttefiklerle birlikte kurulması planlanan Güvenli ya da tampon bölge, müttefiklerin sürekli insiyatif almaktan kaçınmaları dolayısıyla 2011'den beri akim kalmıştı.
Türkiye bu yaklaşımıyla inisiyatif almaktan kaçınmayacağı ve kendi adımlarını kendine has bir tarzla atacağını göstermiş oluyor.
Kararın MGK'da alınmış olması da bunun bir devlet politikası olduğunu teyit etmiş oldu.
ABD'nin Suriye temsilcisi James Jeffrey'in Türkiye'yi güvenli bölge konusunda ısrar etmemesi için gerçekleştirdiği ziyaret sonrasında bu kararın deklare edilmiş olması ABD'liler için net bir mesaj.
Dahası bu karar sonrası ABD'li askeri heyetin Türkiye'yi ziyaret ediyor olması da tesadüf olmasa gerek.
Jeffrey diplomasi için gelmişti, askeri heyet ise saha planlaması için geliyor.
Jeffrey, henüz Türkiye'de iken Savunma Bakanı Akar'ın pozisyonunun çok net olduğunu ve taviz vermediğini Türk basınına açıklamıştı.
[caption id="attachment_66374" align="aligncenter" width="1120"] 30 Temmuz 2019 | Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Toplantısı'nın ardından yayımlanan bildiride, Suriye sınırı boyunca oluşan otorite boşluğunun Türkiye'ye yönelik tehditleri artırması sebebiyle, sınır güvenliği çerçevesinde bölgenin tüm terör unsurlarından temizleneceği belirterek, "Bütün gücümüzle bir 'Barış Koridoru'nun inşası için gayret sarf edileceği hususundaki kararlılığımız teyit edilmiştir." ifadesine yer verildi. (AA)[/caption]
Bu kararlılığı ABD'li yetkilelere de aynı tonda iletmiş olmalı ki askeri heyet Türkiye'ye geliyor.
Türkiye'nin Barış koridoru konusundaki ısrarının arkasındaki gerekçeler çok net: Suriye'nin toprak bütünlüğü, terör tehdidinin bertaraf edilmesi ve mülteci yükünün hafifletilmesi.
Bunlar oldukça meşru gerekçeler.
Dolayısıyla Türkiye'nin bu tavrını yalnızca ABD değil, Rusya da doğru okumalı.
ABD ile her müzakere esnasında İdlib'i vuruyor olmasının anlaşılır bir tarafı yok.
Halbuki bu hamlelerle Türkiye'ye vereceği bir mesaj yok, somut bir kazancı da olmuyor. Her seferinde çocuk ve kadınların da içinde olduğu daha fazla sivil öldürmekten başka bir şey yapmış olmuyor.
Suriyelilerin zihninde barış ve güvenlik konusunda daha fazla güvensizlik yaratıyor. Halbuki Suriyelilerin bir an önce dönmesini Rusya da istiyor. Bunun için defalarca uluslararası konferans çağrısı yapmış olması da bu anlamda bir gösterge.
Dolaysıyla Rusya'ya düşen, Suriye krizinin çözümü noktasında da oldukça kritik önemi haiz olan bu konuda da Türkiye ile işbirliğine gitmek.
[Fikriyat, 5 Ağustos 2019].