BM Güvenlik Konseyi 24 Şubat'ta Suriye'de bir aylık ateşkes ilan etti. Bu kararın alınmasına neden olan şey Doğu Guta'da dört yüz bin insanın temel insani gereksinimlerden yoksun bir şekilde muhasara altında kalmış olmasıdır. Zaman zaman bu bölgeden medyaya yansıyan görüntüler, felaketin boyutlarını gözler önüne seriyor. Dahası birçok insanda çaresizlik hissi uyandırıyor.
İşin ilginç tarafı rejimin onlarca saldırısından sonra Rusya'nın BM'yi bu insani dramı durdurmak üzere harekete geçirmeye çağırmış olmasıydı. Suriye'deki insani dram Rusya'nın umurunda mı, tabi ki değil. Dolayısıyla Rusya'nın bu çağrısının altında yatan temel motivasyon, Suriye krizi nezdinde sahip olduğu algıyı makyajlamak fakat daha önemlisi muhaliflerin Şam'a doğru büyük bir saldırı başlatmak için hazırlık yapmış olmalarıydı. Böylece Rusya ve rejim başlayacak olan karşı bir saldırıyı durdurmanın maliyetinden de kaçınmış olacaktı.
Kararın içeriğine bakıldığında güçlü mesajlar vererek en azından sivillere yardım ulaştırılması için bir ümit uyandırıyor. Ancak tam da insani felakete yol açan aktörlerin saldırılarını devam ettirebilecekleri gerekçeleri de önlerine koyuyor.
Karar ilan edildikten yalnızca saatler sonra İranlı yetkililer, bu kararın Şam'ın çevresini kapsamadığını çünkü burada teröristlerin barındığına dair açıklamalar yaptı. Rejim de saldırılarına devam etti, teröristlerin hastane ve okullarda barındığını gerekçe göstererek sivil yerleşim bölgelerine saldırılarını devam ettiriyor ve muhaliflerin de çeşitli bölgelerde bu saldırılara cevap verdiği rapor edildi.
Kararın siyasi hesaplar üzerine alındığı açık. Ancak içeriği daha çok felaketin eşiğindeki bölgelere insani yardımların ulaştırılması zorunluluğuna odaklansa da siyasi hesaplar, insani hassasiyetin çok önünde gidiyor ve sonucu belirliyor. Bu manzaraya bakıldığında uyandırdığı ümide rağmen ateşkes kararının işe yaramayacağını görmek zor değil. Herhangi bir yaptırım içermemesi bunun en önemli sebebi. Kaldı ki bu formül daha önce de denendi ve ciddi bir sonuç alınamadı.
Dolayısıyla insani felaketlerin önüne geçmek için yeni formüllerin uygulamaya konulması gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Doğu Guta'daki sivillerin Türkiye'ye tahliye edilmesi teklifi bu anlamda en pratik ve uygulanabilir bir çözüm olarak duruyor. Ancak teklif maalesef karşılık bulmadı.
ABD'NİN TÜRKİYE TAKINTISI
Kararın ilan edilmesinin üzerinden saatler geçmeden rejim, İran ve diğer birçok aktör tarafından ihlal edilmesine rağmen ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün Türkiye'yi karara uymaya çağırması şaşırtıcı olmadı. ABD'nin tavrının tamamen siyasi olduğunu artık herkes biliyor. Dahası bu açıklama ABD'nin Türkiye takıntısını gözler önüne serdi.
Her şeyden önce karar sivillerin zarar görmemesi ve yardım alması amacına matuf olarak alındı. Bu açıdan bakıldığında baskı uygulanması gereken tarafın Türkiye değil, rejim ve müttefikleridir.
ABD'nin Türkiye'ye yaptığı çağrıyı BM bağlamında da değerlendirdiğimizde de tablo Türkiye'nin lehine. Zeytin Dalı Harekâtı BM sözleşmesinin 51'inci maddesine dayanarak başlatılmıştı. Peki, ne diyor 51'inci madde? "Üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez." Durum çok açık.
Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı tehdidin bertaraf edilmesi noktasında harekete geçmeyen Konsey Türkiye'den Zeytin Dalı Harekatı'nı durdurmasını talep edemez.
[Fikriyat, 28 Şubat 2018].