Geçen yazıyı Ortadoğu'da siyasal değişim talepleri karşısında ordunun tavrını açıklamaya dönük çabaların kısıtlarına değinerek bitirmiştim.
Her bir ülkeyi kendi bağlamına hapsetmenin kolaycılık olacağını ve bu yaklaşımın bölgesel ya da daha geniş bir bağlamda bir açıklama biçimi sunamayacağını, öte yandan bütün ülke ordularının tavrını anlamlandırmak için de sihirli bir formül olmadığına dikkat çekmiştim.
Bu durumda en anlamlı şey, bütün ülkeler ya da bir çok ülkeye uygulanabilecek bir çerçeve sunmaktır.
Bu anlamda dile getirilen bir çok argümandan söz etmek mümkün: Rejim tipi (cumhuriyet ya da kraliyet), patrimonyalizm düzeyi, orduların kurumsallaşma düzeyi v.s.
Bu kavramların her biri belirli ölçüde yarayışlıdır.
Ancak tarihsel bağlamın bize bu anlamda daha çok şey vaadettiğini söyleyebilirim.
Daha açık bir ifadeyle ordu ile siyasi iktidar arasında tarihsel bağlamda oluşan ilişkiler, bir yol ayrımında ordunun nasıl hareket edeceğine dair önemli ipuçları sunar.
Şöyle açalım; ordu kitlesel protestolar karşısında bir karar alma ile karşı karşıya kaldığında yalnızca o andaki şartlar belirleyici değildir.
Protestoların niteliği ve niceliği elbetteki önemlidir. Kitlesel protestolardan kasıt, siyasal iktidar değişim talebi ile kitlesel düzeyde yani devrimsel karaktere sahip olmalarına işaret ediyorum.
Ordu ancak bu düzeydeki protestolar karşısında yol ayrımına gelir.
Ve bir fırsat/maliyet hesabı yapar.
Orduların temel güdüsü kurumsal düzeyde sahip oldukları çıkarlar imtiyazları korumaktır.
Bu çıkarlar da tarihsel bağlamda şekillenmiştir.
Dolayısıyla ordunun siyasal değişim talepleri karşısında yaptığı fırsat/maliyet hesabı tarihsel bağlamdan bağımsız değildir.
Bu yargıyı 2010 sonrasında Arap dünyasında meydana gelen protestolar bağlamında bir kaç örnekle açıklayalım.
Tunus'ta ordu Burgiba döneminden itibaren siyasetin dışına itilmiş ve Bin Ali de bu politikayı devam ettirmiştir.
Ordu personel sayısı açısından diğer bölge ülkelerine nazaran çok küçük tutulmuştur.
Bazı kaynaklara göre polis sayısı asker sayısından daha fazladır.
Rejim daha çok doğrudan Cumhurbaşkanına bağlı Cumhuriyet muhafızları, istihbarat ve polis tarafından korunmaya alınmıştır.
Bu durum Tunus'ta ordunun siyasi rejimden bağımsızlaşmasına yol açmıştır.
2010 yılı sonunda bir yol ayrımına geldiğinde de siyasi iktidarın devrilmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Doğrudan bir askeri darbeye girişmemesine rağmen protestoculara karşı şiddet kullanılmasına göz yummamıştır.
Bin Ali'inin ülkeden ayrılmasından sonra ise Cumhuriyet muhafızları Ali Seriati'yi tutuklaması ise iktidar değişimi konusunda en kritik hamlelerden birisi olmuştur.
Sonrasında da siyaseti domine etmekten kaçınarak siyasi aktörlere siyasi alanın yeniden inşası için önemli bir fırsat tanımıştır.
Mısır'da ise ordu 1952'den sonra rejimin kurucu unsuru olmuştur.
Cemal Abdünnasır'ın liderliğindeki Hür Subaylar darbesinden sonra ordu ekonomiden, siyasete, sosyal alandan kamu yönetimine kadar bütün siyaseti domine etmiştir.
Sedat ve Mübarek dönemlerinde bu yapıyı değiştirecek önemli bir adım atılmamıştır.
Nasır sonrasında Mısır'ın SSCB'den koparak Amerika ile işbirliğine gitmesi ve İsrail'le barışması ve ekonomik alanda yapılan çeşitli özelleştirmelere rağmen ordunun siyaset üzerindeki konumunu değiştirmemiştir.
Dikkat çekici bir başka nokta ise ordu ile siyasi iktidar arasındaki ortaklığın vazgeçilmez bir niteliğe sahip olmamasıdır.
Bu durum 25 Ocak sürecinde de 3 Temmuz sürecinde de kendini siyasi iktidardan ayrıştırmasına imkân tanımıştır.
Mübarek'in düşmesine göz yumması hatta üstü örtülü bir darbe ile bunu sağlaması, geçiş sürecini domine etmesi ve 3 Temmuz'da Mursi yönetimine karşı ağır bir askeri darbe yapması, sonrasında binlerce kişiyi öldürmesi ve on binlercesini de tutuklaması da ülke sistemi üzerindeki yapısal etkisinden kaynaklanmıştır.
Suriye'de ise 1963 Baas darbesinden itibaren siyasi iktidarın ordu ile bütünleşmesi bu iki yapıyı birbirine bağımlı kılmıştır.
Baas'ın örgütlenmesi siyasi arena ile ordu içinde paralel düzeyde gelişmiştir. Baas siyasi alanda parti, ordu içinde bir "askeri komite" olarak örgütlenmiştir.
Suriye'deki iktidar mücadelesinin etnik ve dini hatlar üzerinden yürümesi bu birlikteliğin, mezhepsel dinamiklerle pekişmesine yol açmıştır.
2011 yılında Suriye'de isyanlar patlak verdiğinde paramiliter yapılar ile ordunun kısa bir süre sonra gösterileri bastırma yoluna gitmesinin arka planında bu tarihsel bağlam yatmaktadır.
[Fikriyat, 22 Nisan 2019].