Son iki yıldır Musul’un DEAŞ’tan temizleneceği konuşuluyor fakat sürekli erteleniyordu. ABD’nin sahaya inmekten çekinmesi, Irak Merkezi Hükümeti’nin zayıflığı ve umursamazlığı, diğer aktörlerin de doğrudan çatışma maliyetini yüklenmek istememesi nedeniyle bir türlü gerekli uyum sağlanamıyordu. Musul operasyonuna kimlerin iştirak edeceği, katılan unsurların ne tür roller oynayacağı ve Musul şehir merkezine kimlerin gireceği gibi çok temel meseleler hep tartışmalıydı.
Tuhaf bir biçimde ve çok da tuhaf bir zamanda Musul operasyonu başlatıldı. Gerçi görünene göre operasyon beklenen momentumu kazanmış değil. Kazanacağı da şüpheli… Peşmerge güçleri kuzey ve doğudan hareketle 80 civarında köyü ele geçirmiş durumda ama bunun dışında herhangi bir ilerlemeden bahsetmek çok mümkün değil. Irak Merkezi Hükümeti’nin de güneyden ilerlemesi bekleniyordu ancak o cephede çok hareketlilik yok. Bu da aslında Musul operasyonunun ilerleyiş biçimi hakkında çeşitli soru işaretleri oluşturuyor.
Operasyonun geleceği ve gerçekliği ciddi anlamda tartışmaya açık hale geliyor. Operasyon ya yürümüyor ya da bilerek yürütülmüyor. Yakın zamanda bu konuda fikrimiz daha da netleşecektir. Fakat şimdilik gördüğümüz kadarıyla Musul hızlı bir şekilde düşmeyecek.
Oysa operasyon başlamadan ve hemen başladığı esnada koparılan fırtınaya bakarsanız tam aksini düşünmeniz gerekirdi. Hatta bu fırtına içerisinde Türkiye’nin operasyondan dışlandığı iddiaları bile dile getirildi ve bir korku ortamı estirildi. Bağdat ile Ankara arasındaki sert açıklamalar da aslında biraz endişeyi artırdı. Irak Başbakanı Haydar El İbadi’nin Türkiye’yi işgalci gibi nitelemesi ve biraz da kendi gücünü aşan açıklamalar yapması kafaları karıştırdı. El İbadi’nin Amerikan yönetiminden bağımsız açıklamalar yapamayacağı düşünüldüğünden ABD’nin Türkiye’yi Musul’da dışlayacağı konuşuldu.
Hem Masada Hem De Sahada Olmak
Operasyondan dışlanınca masadan da dışlanacağı yargısına varıldığından endişe daha da arttı. Halbuki operasyonda olmak otomatik olarak masada olmak anlamına zaten gelmez. Maalesef bunun diplomasi alanında zikredildiği kadar tercih edilen bir yöntem olduğu söylenemez. Aksine böylesi geniş koalisyonlarda bulunmak kalabalığın içerisinde erimek anlamına gelir. Bu tür koalisyonlardan büyük ortaklar karlı çıkar. Genelde ganimet peşine düştükleri için büyük ortağın etrafında kümelenen devletler bekledikleri kadar pay alamazlar. Sizin özgül ağırlığınız ne kadar yüksekse masadaki pazarlık şansınız da o oranda yüksektir. Kendi iradenizi geniş bir koalisyonun içerisinde eritirseniz masada olmak için çok şansınız kalmaz. Masada olsanız da konuşamazsınız. Eğer masada olmak istiyorsanız kendi başınıza buyruk hareket edebileceğinizi göstermek zorundasınız.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Masada da, sahada da olacağız” açıklaması tam da bu anlama gelmektedir. Türkiye başarı şansı şüpheli bir operasyonun içerisinde araçsallaşmak yerine Irak’taki müstakil varlığını koruyarak da masada kalabilir. Kuzey Irak’taki Türk varlığı Ankara’yı masada tutmak için yeterlidir. Böyle olduğunu zaten ABD Savunma Bakanı Carter’ın Ankara ziyaretinde gördük. Bunca karmaşaya rağmen en sonunda Carter, Türkiye ile uzlaşma sağlandığını açıklamak durumunda kaldı.
Türkiye’nin şimdiye kadar Musul konusundaki tutumu işe yaramış gibi görünüyor. Fazla endişeye kapılmadan ve geri adım atmadan uygulanan “bekle gör” yöntemi önümüzdeki dönemde de tercih edilebilir bir tutum olarak karşımıza çıkmakta. Buna kabaca dört gerekçe gösterilebilir: Birincisi Türkiye’nin Musul’da hala zamanı var. İkincisi Türkiye zaten Kuzey Irak’ta. Üçüncüsü operasyonun beklenen sonuçları üretmesi pek mümkün görünmüyor. Yani masa istendiği gibi ve beklendiği zamanda kurulmayabilir. Dördüncüsü de Türkiye’nin stratejik önceliği şimdilik daha ziyade Kuzey Suriye’dir.
Zamansız ve Uyumsuz Bir Operasyon
İlk olarak Musul operasyonunun şimdiye kadar olan evrelerine bakıldığında Türkiye’nin acilen daha atak bir tavır almasını gerektiren bir durum söz konusu değildir. Operasyon hızlı bir sonuç alınacağı izlenimi vermiyor. Ne Washington ne de Bağdat çok iştahlı görünüyor. DEAŞ henüz savunmaya bile başlamadı. Süreç uzayacak gibi görünüyor. Bu da Ankara’ya zaman kazandırıyor.
İkinci olarak eğer operasyon hız kazanacak olursa ve Türkiye’nin aleyhine sonuçlar doğurabilecek bir noktaya gelirse, o vakit Ankara’nın hızlaca müdahil olmasını sağlayacak kompozisyon da var. Halihazırda Türkiye’nin Kuzey Irak’ta askeri varlığı devam etmektedir. Başika başta olmak üzere Ankara’nın Kuzey Irak’ta oluşturduğu üsler ağı Türkiye’nin güvenli bir pozisyonda olmasını sağlıyor. Bu üsler gerektiğinde bir harekat merkezine evrilebilir. Barzani siyasi iktidarını sürdürmede büyük oranda Ankara’ya bağlı olduğundan TSK ile Peşmerge arasında da yakın bir ilişki var. Hatta Barzani Türkiye’nin desteğini artırmasını talep ederse hiç de şaşırtıcı olmaz.
Üçüncü olarak Musul operasyonunun kendisi de beklenen sonuçları vaat etmekten uzak. Bu nedenle Türkiye’nin ortaya çıkacak resmi beklemesinde fayda var. Operasyonun sorunu zamansızlığı, katılımcıları ve arkasındaki siyasi uyumsuzlukta yatıyor. Bu operasyon ABD seçime giderken kurulmuş derme çatma bir koalisyonla yürütülmeye çalışılıyor. Bir geçiş dönemindeki ABD’nin normal şartlarda böylesi bir maceraya sürüklenmesi beklenmez. Görünen o ki seçimler öncesi ABD’nin fazla angaje olmasını gerektirmeyen bir operasyonla Musul’un temizlenmesi demokratlarca bir seçim malzemesi haline getirilebilir. Yani ABD çok bastırmıyor ama yerel aktörler Musul’u temizlerse bunu iç kamuoyuna satabileceğini düşünüyor. Bu nedenle de oldukça zamansız bir operasyon başlatıldı. Zamansız olması istenilen sonucu üretebilme şansını düşürecektir.
Ayrıca Musul’a girilse bile sonrası da tehlike arz etmektedir. Şehir içi çatışmalar yaşanacaktır. DEAŞ şehrin içinden tamamen temizlense dahi bu kez farklı gruplar arasında Musul’un mahalleleri üzerinden bile bir çelişki doğabilir. Çünkü bu bir kurtarma operasyonundan ziyade bir terör örgütünü temizlerken başka terör örgütlerine yol açmak gibi bir sonuç da doğurabilir. Çünkü bu operasyon zamansız olduğu kadar da uyumsuz. Arkasında siyasi bir uzlaşı ve irade mevcut değil. Her katılımcı kendine göre bir hesap yapıyor ve bu hesaplar birbiri ile ciddi anlamda çelişkili. Bu nedenle elde edilecek bir askeri başarının siyasi bir başarıya dönüşme ihtimali de oldukça zayıf.
Bütün bu gerekçeler Türkiye’nin büyük bir endişeye kapılmasını engelleyebilir. Böylece Ankara zaman kazanır ve Kuzey Irak’ta sahip olduğu savunmacı pozisyonunu daha da tahkim edebilir. Savunma pozisyonunu tahkim ettikçe de kendi başına daha etkili bir aktör haline dönüşür. Bunun için çok atak ve saldırgan bir tavır takınmasına en azından şimdilik gerek yok.
Türkiye için “bekle gör” siyasetini anlamlı kılan dördüncü gerekçe ise kendisinin bölgesel ve stratejik öncelikleriyle ilgilidir. Tarihi, kültürel, coğrafi ve stratejik özellikleriyle Musul tabii ki Türkiye için hep öncelikli bir konumda olmuştur ve olacaktır. Fakat Türkiye’nin bu günlerde yüzleştiği daha öncelikli tehdit Kuzey Suriye’dir. Bu anlamda Türkiye’yi Kuzey Suriye’de elde etmeyi düşündüğü hedeflerinden uzaklaştıracak her adım hata olur. İki cephede mücadele vermek hiçbir devletin tercih edeceği bir durum değildir. Öncelikle Bab ve sonrasında PYD’nin işgal ettiği bölgeler temizlenmedikçe Türkiye Musul’da savunmada kalmaya devam edecektir.
[Kriter, 1 Kasım 2016].