İki gündür büyük güçlerin son dönemde ne tür stratejiler belirlediklerini ele alıyorum. Konuyu yeni yayımlanan "Ulusal Güvenlik Stratejileri" başlıklı kitabımdan aktarıyorum. Öncelikle güvenlikten ne anladıklarını ele aldık. Sonra neyi güvenlik tehdidi olarak gördüklerini değerlendirdik. Görünen o ki, bu devletler istikrarsızlığı en öncelikli tehdit olarak değerlendiriyor. Şimdi de güvenlik elde etmek için ne tür yöntemler takip etmeyi düşündüklerine bakalım. Bir devletin güvenliği meselesi gündeme geldiğimizde hepimiz bunun bir savunma meselesi olduğunu düşünürüz. Halbuki güvenlik sağlamanın tek yolu savunma değildir. Ve aslında tarihte çoğunlukla devletler kendilerini korumak için "en iyi savunmanın saldırı" olduğunu düşünmüş bu nedenle de saldırgan güvenlik yöntemleri tercih etmiştir. Bizim de ele aldığımız beş ülkenin aldıkları güvenlik tedbirlerine bakacak olursak, neredeyse bütünüyle saldırgan güvenlik yöntemlerini tercih ettiklerini görüyoruz. İstikrar gibi son derece savunmacı ve statükocu bir amaca sahip olmalarına rağmen bunu saldırgan yöntemlerle elde edebileceklerini düşünüyorlar. Mesela Bush dönemi Amerika terörle mücadeleyi terörü kaynağında vurmak, terör üreten toplumları ve devletleri dönüşürmek, hatta demokratikleştirmek, hatta bunlardan örnekler yaratmak, ve bunun için de önleyici ve boşa çıkartıcı erken saldırılar yapmak gerektiğini düşünüyor. Bunun sonucunu Irak ve Afganistan'da gördük. Buna karşın Obama'nın daha pasif bir tutum takınmış olmasını daha savunmacı bir yöntem seçti diye okuyabilirsiniz. Ama bu yanlış bir okumadır. Obama'nın pasifliği savunmacı değil saldırgan bir yöntemdi. Obama "mevzilenme" diye isimlendirilen yöntemle Suriye gibi çatışma alanlarında dostu düşmana karşı savaştırarak kendisi kenarda beklemeyi seçti. Bu çatışma bölgelerinde ülkeler biribirleriyle mücadele ederken zayıflayacağı için Amerika hiçbir şey yapmadan güçlenecekti. İşte bu yüzden Obama'nın yöntemi Bush'tan daha saldırgan bir yöntemdi. Amerika'ya tasarruf yaptırarak Amerika'nın gücünü artırma yöntemi izlendi. İngiltere'nin iki ulusal güvenlik belgesi de saldırgan. Erken istihbarat toplamak, istikrarsızlığı kaynağında vurmak, uzaklarda askeri müdahale yapmak, erken harekete geçmek, kapasite inşa etmek gibi hep saldırgan yöntemler benimsemiş. İngiltere'nin kendini savunması değil, uzak coğrafyalarda uluslararası müdahalelerin bir parçası ve öncüsü olması gerektiği fikri ön plana çıkıyor. Fransa her iki belgesinde de beş yöntem sayıyor. Bu beş yöntemin içinde savunma ibaresi bir kere bile geçmiyor. Beşi de saldırganlık içeriyor. Önleyicilik, müdahalecilik, NATO'nun aktif bir biçimde kullanılması gibi saldırgan ifadeler güvenlik planlamasını şekillendiriyor. Fransa'da saldırgan yöntemler öylesine öncelikli hale geliyor ki, "Savunma Koleji"nin adı bile "Savaş Koleji" olarak değişiyor. Rusya da saldıganlık içeren önleyici tedbirler, kapasite inşası ve gücün merkezileştirmesi kavramlarını öne çıkarıyor. Askeri alandan, sağlık hizmetlerine, kültürel değerlerden çevre duyarlılığına, bilimsel ve teknolojik gelişmeden ekonomik büyümeye neredeyse her alanda kapasite inşa etmek isteyen Rusya aynı zamanda gücü merkezileştirmek ve Rusya'yı dönüştürmek gibi eğilimler gösteriyor. Çin de aynı şekilde. Kendi büyümesinin dikkat çekmesinden ve erken bir dengelemeye uğramaktan korkmasına rağmen aktif savunma gibi saldırganlığı ön plana çıkaran bir kavram tercih ediyor. Uzaklara müdahale edebilecek esnek bir kara ordusu, uzak denizlerde operayon gerçekleştirebilecek bir donanma, hava indirme yapabilecek bir hava gücü istiyor. Görünen o ki Çin de kendi sınırlarını savunmanın peşinde değil. O da saldırgan bri müdahalecilik peşinde. Kısaca söylemek gerekirse devletler istikrar istemelerine rağmen saldırgan yöntemler tercih ediyor. Üç gündür incelediğimiz örnekerden çıkan sonuç budur. Şimdi Türkiye meselesine dönebilir. Böylesi bir dünyada Türkiye'nin stratejisinin temelleri neler olabilir onu da haftaya tartışalım.
[Takvim, 23 Mart 2017].