Trump nobran tavrını Türkiye'ye karşı da kullandı.
Brunson krizini bahane ederek önce iki bakanımıza yönelik yaptırım uygulandığını duyurdu. Bu adım simgeseldi çünkü iki bakanımızın ABD'de el koyulacak bir gelirleri yoktu. Bu gerilimi düşürmek üzere ABD'ye giden heyetin müzakereleri sürerken şimdi de alüminyum ve çelik ithalatına ek gelir koyduklarını açıkladı ve TL'de yaşanan değer kaybı hızlandı.
1999-2001'de de Türkiye ekonomik krizler gördü. Krizlerin sebebi olarak da siyasi istikrarsızlık ve kötü yönetim olarak konuşuldu hep.
Son dönemde de TL'nin değer kaybetmesinde geçmiş yıllarda ekonomik alanda uygulanan bir takım politikaların etkisi olabilir. AR-GE'nin geliştirilememesi, yerli üretime dayalı ekonomik modele geçilememesi vs. bunlar çokça konuşuldu ve haklı yönleri de olabilir. Israrla bazı ekonomik terimler altında bu konuları gündeme getirenler Başkan Erdoğan'ın yıllardır dile getirdiği yerli araba, yerli savaunma sanayi gibi çağrıları duymazdan geldiler. Hatta neden gereksiz olduğunu anlatmaya çalıştılar.
Halbuki Türk siyasi tarihinin en uzun istikrarlı döneminin şemsiyesi altında bu konularda adım atmak zor değildi. Bu hükümetin olduğu kadar iş dünyasının da göreviydi. Fakat yeterince adım atılmadı. Hala çok geç sayılmaz. Açıklanan teşvik programları da bunun bir göstergesi.
Önümüzde siyasi istikrarı güvenliğimizi sağlama ve ekonomik gelişmeye tahvil edebileceğimiz bir istikrar dönemi var.
Fakat anlamamız gereken bir nokta daha var. Bizi bekleyen zorlu süreç, teknik düzeyde ekonomik ve kalkınma parametreleri ile atlatabileceğimiz zorluklardan fazlasını içeriyor.
Trump'ın malum tweet'i tam da Ekonomi ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın yeni ekonomik parametreleri iş dünyasının hazır bulunduğu bir toplantıda duyururken twitter üzerinden yapması bunun en açık göstergesi.
Trump, bir bakıma ekonomiye yeni bir yön verirken piyasalara ve sanayiciye güven vermek üzere düzenlenmiş bir toplantıyı sabote etti.
Trump yönetiminin bu akıl dışı hamlesi bugüne kadar şahit olduğumuz ve karşı karşıya kaldığımız algı operasyonlarından farklı. Trump'ın yaptığı algı operasyonu değil, düpedüz bir müdahale. Hem de Başkan Erdoğan ya da hükümete yönelik değil, milletin doğrudan kendisine, rızkına, ekmeğine, işine gücüne yöneltilmiş bir müdahale.
Dolayısıyla tam da Türkiye on beş yıllık istikrarlı bir yönetim ve bu istikrarı garanti altına alan bir sistemik değişim yaşamışken bu krizin çıkması normal olmasa gerek.
Hele de muhtemelen daha önce alınmış bir kararı Bakan Albayrak'ın toplantısına denk getirerek duyurduğuna gözlerimizle şahit olduktan sonra.
Bu durumda bize düşen şey toplumsal birliği ve dirliği korumaktır. Yaşadığımız sürecin elbette bazı mali sonuçları olacaktır. Bunlar atlatılır. Daha önceki krizlerin maliyetini sabrederek ve dayanışma göstererek atlattık, bu da atlatılır.
Ancak Türkiye bu tarz müdahalelerle dizayn edilebilen, toplumsal bütünlüğünü kaybeden, dış politikasında taviz veren bir ülke görüntüsü sergilerse, işte bunun maliyeti bizim geleceğimiz olur.
Bu bizim ABD ile ilk restleşmemiz değil. Türkiye'nin görece daha güçsüz ve ABD'ye daha bağımlı olduğu 1970'lerde de krizler yaşadık. Karşılıklı restleşmeler sonucunda 1974'te ABD'nin askeri tesislerini kapattık. ABD'nin 1978'de yaptırımları hafifletmesine rağmen bu tesisler ancak 1980 darbesinden sonra açıldı.
Şimdi de benzer bir süreç yaşar mıyız hep beraber göreceğiz. Hükümete düşen, bu hamlelere teslim olmadan, rasyonel düzeyde cevap vermektir. Bize düşen, bu hamleler karşısında dağılmadığımızı göstermektir.
Son beş yıl içinde yaşadıklarımız bir millet olma ve bir devlete sahip olmanın zorluklarını fazlasıyla gösterdi. Bu zorlukların önemli bir kısmı da aşıldı, gardımızı düşürmeyelim.
[Fikriyat, 11 Ağustos 2018].