ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekilme kararı ile birlikte DEAŞ ile mücadele konusunda Türkiye’nin rol alacağını açıklaması Fırat’ın doğusundaki operasyonun mahiyetini ve anlamını değiştirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da önümüzdeki dönemde Suriye'nin kuzeyindeki terör örgütlerine yönelik operasyon yapılacağına ilişkin açıklamaları, DEAŞ’ın Fırat’ın doğusundaki varlığını yeniden Türk kamuoyunun gündemine getirdi.
DEAŞ'ın 2013 yılında Suriye topraklarına girmesi hem Suriye'deki rejim karşıtı mücadelenin hem de küresel sistemdeki terör varlığının yapısını değiştirdi. Örgütün kendisine merkez olarak belirlediği Rakka şehrinin ABD destekli YPG/SDG unsurları tarafından ele geçirilmesi, DEAŞ’ın Suriye’de belirleyici bir aktör olma gücünü kaybetmesine yol açtı. Bugün gelinen noktada DEAŞ’ın kontrolü altında olduğu bilinen alan Hacin ile Bağhuz arasındadır. Bu bölgenin dışında Humus’un doğusu ve Deyrizor’un batısındaki çöl arazisinde DEAŞ varlığının olduğu bilinmektedir. Ancak örgütün bu bölgedeki varlığı, yerleşimlerinden ziyade çöl şartlarına bağlı hücre yapılanması olarak nitelendirilebilir.
Fırat’ın doğusundaki DEAŞ varlığı
Hacin-Bağhuz hattı ve Humus çölleri dışında DEAŞ’ın hakimiyetinde bulunan ancak sonradan terör örgütü YPG/PKK'nın paravanı ABD destekli SDG güçlerinin eline geçen başta Rakka olmak üzere, Tabka, Münbiç, Deyrizor’un doğu kırsalı gibi yerlerle birlikte Şedadi, Haseke ve Kamışlı gibi kentlerde de DEAŞ hücreleri bulunduğu tahmin ediliyor. Kamışlı kenti bu noktada ayrı tutulabilir. DEAŞ, Kamışlı’da geçtiğimiz günlerde YPG/PKK liderlerinin hedef alındığı bir saldırıyı üstlenmiş olsa da bölgede daha önce böyle bir saldırısına rastlanmamıştı.
Rakka şehri ve kırsalı ise DEAŞ’ın hücre faaliyetlerinin ve YPG unsurlarına yönelik saldırıların merkezi bölgesi olarak nitelendirilebilir. Rakka’nın doğusundaki el-Kerame kasabası ve Nur caddesi DEAŞ’ın saldırılarında başlıca noktalardan biridir. Bunun dışında Rakka’nın çevresindeki köy yerleşimleri de DEAŞ’ın saldırılarına tanıklık etmektedir. Rakka vilayetine bağlı Tabka kentinde de DEAŞ birçok kez saldırı düzenlemiştir. DEAŞ’ın bu bölgede de varlığı olduğu söylenebilir. Rakka’nın ardından en büyük saldırıların gerçekleştiği ve DEAŞ'ın halen güçlü olduğu söylenebilecek bölge ise Deyrizor kırsalıdır. Fırat’ın doğusunda Hacin-Bağhuz arasındaki kontrol sahası dışında DEAŞ, Fırat’a kıyı köy, kasaba veya ilçelerde YPG unsurlarına karşı gerilla taktiklerini kullanarak saldırılar düzenlemektedir. 2013- 2014 yıllarında Deyrizor’un hakimi konumunda olan DEAŞ, bu bölgelere ciddi anlamda yatırım yapmıştır. Nitekim bölgedeki petrol kuyuları, DEAŞ’ın en önemli gelir kaynaklarından birini teşkil etmesi itibarıyla da önemliydi. Buseyra ve es-Suvar ilçeleri, Ziban kasabası, Şehil kasabası ve el-Ömer petrol sahası DEAŞ’ın sıklıkla saldırı gerçekleştirdiği bölgelerin başında yer alıyor. Bahsi geçen bölgelerin dışında da birçok noktada örgütün saldırı gerçekleştirebilme kapasitesi var.
Uzun süredir ABD'nin desteklediği SDG güçlerinin saldırılarına rağmen Hacin ve Bağhuz arasındaki bölgede hala DEAŞ’ın kontrol ettiği köy ve kasabalar bulunuyor. Bu bölgede 2 ila 3 bin DEAŞ üyesinin olduğu ve bunların çoğunluğunu yabancı savaşçıların teşkil ettiği belirtiliyor.
Operasyonun hızı sahadaki gelişmelere bağlı
DEAŞ ile mücadelenin nasıl ve ne şekilde gerçekleşeceği konusu henüz netleşmiş veya kamuoyuna yansımış değil. Türkiye ile ABD’nin koordineli bir şekilde Fırat’ın doğusunda çekilme sürecini yürütecek olmaları bu konuda bir ipucu olarak yorumlanabilir. Türkiye, Fırat’ın doğusuna askeri harekata başladığında terör örgütü YPG/PKK’nın tavrı TSK ve ÖSO unsurlarının DEAŞ ile mücadelesinin ne zaman ve ne şekilde olacağını gösterecek.
TSK’nın üstün ateş gücü ve moral üstünlüğü karşısında terör unsurlarının uzun vadeli bir direnç göstermesi mümkün görünmemektedir. Ayrıca TSK’nın terörle mücadelesini Fırat’ın doğusuna genişletmesi ile birlikte özellikle SDG bünyesindeki Araplar ile bölgedeki aşiret milislerinin kolaylıkla mobilize olarak TSK ve ÖSO’ya müzahir olması muhtemeldir. Bu nedenle TSK’nın ilerleme hızı DEAŞ ile mücadeleyi de belirleyecektir. Nitekim, DEAŞ’ın varlık gösterdiği Hacin-Bağhuz hattı Türk sınırından yaklaşık 300 km uzaklıkta. TSK’nın ABD’ye ait mevcut üslerini devralması TSK’nın bölgedeki varlığını tahkim etmesinde ve başta YPG/PKK olmak üzere DEAŞ ile mücadelesini de kolaylaştıracak bir unsur olabilir.
DEAŞ’ın TSK müdahalesine karşı muhtemel tavrı
Türkiye ve ABD’nin koordineli bir şekilde Fırat’ın doğusunda operasyon icra etmeleri sırasında, YPG unsurlarının DEAŞ’a alan açması DEAŞ’ın etkinlik kazanmasına sebebiyet verebilir. Hatta DEAŞ, oluşabilecek kaos ortamını üyelerini Irak’a tahliye etmek amaçlı veya Irak-Suriye sınır hattını lojistik ikmal ihtiyaçları için kullanabilir. Nitekim DEAŞ’ın lider kadrosu için de örgütün temel motivasyonu Irak üzerinedir.
Örgüt her ne kadar coğrafi yayılım hedefi gözetse de merkez kadrosu Irak ağırlıklıdır ve Irak’ı öncelemektedir. DEAŞ’ın Irak coğrafyasında savaşı kaybederek kontrol alanlarını yitirmesi örgütü 2010-2013 süreçlerinde gerçekleştirdiği gibi saha kontrolünden ziyade yıpratma savaşını ön planda tuttuğunu göstermektedir. Örgüt Irak’ın Sünni bölgelerinin neredeyse tamamında saldırı gerçekleştirebilecek kapasiteye sahip ve bölgede ciddi sayıda savaşçısının bulunduğu ifade edilmekte. Çeşitli uluslararası kurumlar ile düşünce kuruluşları Suriye ve Irak’ta 20-30 bin DEAŞ unsurundan bahsetmektedir. Öte yandan örgütün katı ideolojik tavrı Suriye sahasında etkin olduğu ve etkinlik kurabildiği alanlarda kaybedene dek savaşmasına neden olabilir.
DEAŞ’ın amatör bir eğitimden geçirilerek silah altına alınan SDG unsurlarına gerçekleştirdiği gibi Amerikan askeri varlığını veya diğer koalisyon ülkelerinin askeri varlığını hedef alamamış olması örgütün kapasitesini göstermesi bakımından önemli. Bu noktada Türkiye, Fırat’ın doğusunda ABD ile koordineli bir şekilde ilerlemesi sağlayarak derinlik kazanması durumunda DEAŞ ile temas hatlarına gelebilir. Bunun dışında çeşitli bölgelerdeki DEAŞ hücrelerinin hedefine girebilir ancak bu saldırıları gerçekleştirebilecek kapasiteleri olduğunu varsayılmamaktadır. Nitekim TSK, harekat süresince ÖSO unsurları ile birlikte hareket edeceği için ÖSO mensuplarının DAEŞ tarafından kolay hedef görülmesi daha olasıdır. Afrin’de de YPG/PKK hücrelerinin eylemleri sıklıkla ÖSO unsurlarının hedef alındığını göstermektedir. Bu nedenle TSK için bölgede DAEŞ tehdidinden ziyade kontrol sahasına sahip YPG unsurları daha ciddi ve muhtemel tehdittir.
Türkiye, Fırat Kalkanı Harekatı başta olmak üzere yurt içi ve yurtdışında gerçekleştirdiği operasyonlar ile DEAŞ örgütüyle mücadelede büyük bir tecrübe kazanmıştır. Bu tecrübe ve kabiliyeti sahaya yansıtarak kısa sürede sonuç alması muhtemeldir. Bu yönde Türkiye kamuoyuna açıkladığı gibi, Hacin ve Bağhuz hattındaki DEAŞ unsurlarını kısa süre içerisinde etkisiz hale getirebilecek kapasiteye sahiptir.
[AA, 31 Aralık 2018]