Doğu Akdeniz özelinde diplomasi trafiği fazlasıyla yoğunlaşmış durumda. Öte yandan taraflar sahadaki pozisyonlarını da koruyor.
Son bir haftadır hemen her gün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bir ülke lideri ya da Avrupa Birliği'nin (AB) üst düzey yetkilileri ile görüşmeleri basına yansıyor.
Aynı şekilde Türkiye karşıtı blokta ve ABD ekseninde de önemli hareketlilikler var.
Erdoğan'ın Macron dahil Avrupa ülkeleri ve AB nezdinde gerçekleştirdiği görüşmelerin en yakın hedeflerinden birisi, 24-25 Eylül'de yapılması planlanan ancak 1-2 Ekim'e ertelenen Özel Avrupa Konseyi Toplantısı'ndan Türkiye'ye yönelik yaptırım kararlarının çıkmasını önlemekti.
Bu toplantı Türkiye özel gündemi ile planlanmıştı ancak Türkiye ile ilişkilerin nasıl bir düzleme oturtulması gerektiğine dair bir strateji olmaması nedeniyle ertelendi. Ertelemenin resmi gerekçesi AB Konseyi Başkanı Michel'in bir korumasında koronavirüs tanısının pozitif çıkması olarak duyurulmuş olsa da AB nezdinde durum bu.
AB, Türkiye ile ilişkiler bağlamında bir stratejiye sahip değil. Üyeler arasında bu anlamda ciddi görüş ayrılıkları mevcut.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın birçok liderle yaptığı görüşmelerin yanı sıra Michel ve Merkel'le gerçekleştirdiği üçlü telekonferanstan sonuç aldığı belli. Bu konferanstan sonra çeşitli medya organlarında AB'nin Türkiye'ye karşı yaptırım tehdidini kullanmaktan vazgeçtiğine dair haberlerin dolaşması bu anlamda önemli. Türkiye'nin müzakerelerden istediğini elde etmiş olmasının arka planında AB içindeki dağınıklık, strateji ve vizyon eksikliği, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Yunanistan'ın Birliği rehin almasına karşın Türkiye'nin bütünlüklü bir strateji ile hareket ederek haklı pozisyonunda ısrar etmiş olmasıdır.
ABD yönetiminin bu süreçte GKRY'ye yönelik ambargoyu kaldırması ve Pompeo'nun ziyaretinin uyandırdığı yanlış izlenimi düzeltircesine Sevilla Haritası'nın hukuki bir karşılığının olmadığını açıklaması yine Türkiye açısından olumlu gelişmelerden biri oldu. Yine de ABD'yi markaj altında tutmakta fayda var.
Öte yandan Doğu Akdeniz Forumu'nu oluşturan ülkeler bir araya geldi ve bu yapının bölgesel bir kuruluşa evrildiğini duyurdu. Atılan imzalarla daha resmi bir hüviyete kavuşan bu yapının daha etkin olmasını mümkün kılacak şartlarda ise bir değişim yok. İsrail gazının Mısır ve Ürdün'e satılacak olması Doğu Akdeniz rekabetinde şimdilik oyun değiştirici bir boyuta sahip değil. Çünkü forumun asıl amacı gazın Avrupa'ya ulaştırılmasıydı. Bu amaçla geliştirilen ve Türkiye'yi devre dışı bırakan gazın sıvılaştırılarak taşınması ve EastMed projelerinin akim kaldığını zaten biliyoruz.
Diplomatik görüşmelerin bu hareketliliklerin üzerine gelmesi ise bazı mecralarda geri adım olarak nitelendirildi. Bu yaklaşımın cehaletten kaynaklanmıyorsa bilerek yapılmış bir çarpıtma olduğunu ifade etmek gerekir. Her şeyden önce diplomasi ile saha atbaşı gider. Bazen birisi bazen ötekisi öne çıkar ya da daha görünür olur. Ve taraflar çatışmanın eşiğine gelse bile masanın bir şekilde kurulacağını ve sahadaki etkinliğin masada bir kazanca dönüşeceğinin bilincindedir. Dolayısıyla krizi tırmandırma, yavaşlatma ve diplomatik hareketlilik birbirini tamamlayan unsurlardır.
Gerek sahada atılan adımlara ilişkin gerekse her müzakereden sonra görüşmelerin içeriği, kaydedilen ilerlemeler veya tıkanan noktalar hakkında İletişim Başkanlığından yapılan açıklamaların benzer argümanlar ve ifadeler içermesi Türkiye'nin hem tutarlılığını hem de pozisyonunda ısrar ettiğini gösteriyor.
Türkiye'nin önümüzdeki dönemde de sahadaki pozisyonunu güçlendirirken tutarlı politikalarla diplomatik manevralarını farklı ülkeler nezdinde yürüttüğünü göreceğiz. Sonuç alması da sürpriz değil.
[Sabah, 26 Eylül 2020].