Suriye Doğu Guta’da Duma semtine yönelik kimyasal silahlar kullanılarak gerçekleştirilen saldırı ve sonrasında uluslararası aktörlerce verilen tepkiler, Suriye meselesinin uluslararası toplum açısından değişik dönemlerde faklı düzlemlerde ele alınmasının önemli bir göstergesi oldu. Suriye’de yaklaşık yedi yıldır büyük ölçüde vekiller üzerinden sürdürülen çatışma, Rusya ve İran destekli rejimin kontrolü büyük ölçüde ele almasının ardından asıl aktörlerin daha doğrudan oyuna dahil olmalarına neden oldu. Suriye meselesinin uluslararası sistem açısından sistemik yönleri ile ele alınmasının ne derece öncelikli olduğu son krizle bir daha ortaya çıktı. Bu sistemik krizi sadece Suriye krizi ve son kimyasal saldırıyla ele almak sınırlı bir bakış açısı olacaktır. Doğrudan sivilleri hedef alan insanlık dışı saldırılar daha önce de defalarca rejim güçleri tarafından gerçekleştirildi. Rejimin sadık hamileri olan Rusya ve İran ise bu saldırılar sonrasında ya bu saldırıları rejimin yaptığını inkâr etti ya da saldırıya rağmen rejim güçlerine vermiş oldukları desteği devam ettireceklerini ve rejime yönelik saldırı olursa buna karşı koyacaklarını açıkladı. Bu nedenle Duma’da yaşanan son kimyasal saldırı ve sonrasında ABD’nin rejim güçleri ve bu güçleri destekleyen Rusya ve İran’ı askeri güç kullanımı ile tehdit eden açıklamalarını, salt Suriye krizi bağ-lamında ele almak yerine daha farklı ve geniş bir düzlemde ele almak daha doğru olacaktır.
Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler ve uluslararası kurum ve kuruluşlar birkaç istisna haricinde çoğunlukla bu tip kimyasal silah kullanılarak yapılan saldırılara sessiz kalmayı tercih etti. Sonuçta o bölgelerde hayata tutunmaya çalışan masum sivil halk zulüm görmeye devam etti. Bu yüzden ABD, Fransa ve Britanya’nın Suriye’de yaşanan son kimyasal kriz bağlamında verdiği tepkiyi, son dönemde ABD ile başta Rusya ve Çin olmak üzere diğer dünya güçleri arasında yaşanan rekabet ve gerilimler bağlamında değerlendirmek daha doğru olacaktır. Rusya ile Britanya arasında yaşanan ajan krizi ve Çin ile ABD arasında süregiden ticaret savaşı tartışması da benzer bağlamda ele alınmalıdır. ABD Başkanı Donald Trump, başkanlık kampanyası döneminden başlamak üzere uluslararası sistemdeki değerleri, kurumları, çoklu anlaşmaları, ortak değer ve çıkar üreten mekanizmaları ABD çıkarlarına hizmet etmemeleri durumunda göz ardı edeceğini net bir şekilde ortaya koydu. Başkanlığı döneminde de bu vaadini teyit eder nitelikte birçok adım attı. Küresel iklim ve çevre anlaşmaları, serbest ticaret anlaşmaları ve uluslararası kurumları yıpratıcı kararlar aldı ve uygulamaya geçirdi. Çin ve AB üyesi ülkelerle ticaret savaşlarını tetikleyecek önlemler aldı. ABD’nin NATO ve NAFTA gibi kurum ve anlaşmalardan dolayı ödediği maliyetleri düşürmeye çalıştı ve bu kurum ve anlaşmaların taraf ve muhataplarını hedef alan açıklamalarda bulundu. Her türlü otoriter aktörle, ABD çıkarları ile uyumlu davranıp, ABD’ye maddi katkı sağlama karşılığında oldukça avantajlı anlaşmalar yaptı. ABD’nin uluslararası sistemde vurguladığı insan hakları, demokratikleşme ve serbest ticaret gibi değerleri zayıflatmayı göze aldı. Çekinmeden bu adımları atan Trump yönetiminin, Suriye’deki son kimyasal saldırı sonrası askeri güç kullanımını içeren tehdit açıklamalarını reel politik bağlamında değerlendirmek doğru olacaktır. Uluslararası sistemde meydana gelen bu yeni belirsizlikler ve güç boşlukları kafası karışık aktörleri yeni arayışlara itmekte. Washington ise gerek Rusya ile yaşanan ajan gerilimi, gerekse Suriye’deki son kimyasal saldırıyı işlevselleştirerek ihmal ettiği müttefiklerini yeniden konsolide etmeye çalışıyor. Ancak neredeyse hiçbir aktör, Trump yönetimini samimi bulmuyor. DEAŞ gibi kuşatıcı bir ortak tehdit kalmayınca da eski düşman Rusya tehdidi ve Rus korkusu yeniden parlatılmaya çalışılıyor. Ancak bütün bu belirsizlikler ve karmaşa ABD’nin hegemonik rolünü ve ‘sorumluluklarını’ terk etmesi ile doğrudan ilintili. Bütün bu yaşananlar aynı zamanda ABD’nin tercihleri ile de doğrudan ilgili.
Güç boşluğu nasıl dolar?
Trump yönetiminin, ABD’nin Suriye’den çekilmeyi planladığını söylemesinin üzerinden bir hafta bile geçmeden böylesi bir hamlede bulunması Suriye bağlamında beklenmedik bir gelişmedir. Trump, ABD için maliyet üreten Ortadoğu operasyonlarını azaltmayı veya tamamen sonlandırmayı planlamaktadır. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon ise ABD’nin atacağı bu adımların ciddi siyasi sonuçlar doğurabileceğini ve ABD’nin bu bölge-lerde oyun kurma kabiliyetini kısıtlayacağını düşünmektedir. Pentagon ile Trump arasındaki bu fikir ayrılığı her iki kurum ve aktörün zaman zaman çelişkili açıklamalar yapmasına neden olmakta. Bu zamana kadar siyaset çizgisi, Pentagon eksenli şekillendi ancak Trump’ın açıklamaları ABD’ye dolaylı yollardan bazı avantajlar sağladı. ABD’nin Ortadoğu denkleminden çekilmesi ile oluşacak güç boşluğunun hangi aktörler tarafından dolduracağı göz önünde bulundurulduğunda, bu durumdan ABD’den çok bölgedeki diğer aktörler rahatsızlık duymaktadır.
ABD’nin Suriye denkleminden çekilmesi ve Irak’ta varlığını azaltması bu bölgelerdeki güç boşluğunun İran ve Rusya tarafından doldurulmasına neden olacaktır. Obama yönetimi bu boşluğu son derece bilinçli bir şekilde oluşturarak Rusya’nın Ortadoğu denklemine dahil olmasının önünü açtı ve İran’ın Sünnileri çevrelemesi için zemin hazırladı. Bu yaklaşım İsrail ve başta Suudi Arabistan olmak üzere körfez bölgesindeki diğer aktörleri rahatsız etti. Trump yönetimi ise iktidara geldikten sonra, bu boşluğun İran ve Rusya tarafından dolduruluyor olmasından rahatsızlık duyan bütün aktörlerle görüşerek yeni bir eksen oluşturma görüntüsü verdi. Bu eksen ABD’ye ciddi ekonomik avantajlar sağladı ve başta Körfez ülkeleri olmak üzere bölgedeki ülkelerle yüz milyarlarca dolarlık silah satım anlaşmaları imzalandı. Trump yönetimi İran’a göz dağı vererek İsrail ve Körfez rejimlerini ABD etrafında konsolide etti ancak bu zamana kadar ne İran’ı ne de Rusya’yı dengeleme açısından somut adımlar attı. ABD’nin bölgedeki en somut adımı PYD/YPG terör örgütlerini destekleyip silahlandırmak. Bu ise Türkiye’yi ABD denkleminden uzaklaştıran bir adım haline dönüşmüştür. Türkiye kendi ulusal güvenliği açısından böylesi bir oldu bittiyi kabul etmeyeceğini Zeytin Dalı Harekâtı ile net bir şekilde ortaya koymuştur.
Trump yönetiminin İran karşıtlığı ile tanınan Mike Pompeo’yu Dışişleri Bakanı ve John Bolton’u Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak ataması, İsrail ve Suudi Arabistan açısından beklentileri yükseltmiştir. Ancak Trump›ın Suriye’den çekilme açıklamaları bu vaatlerin yerine getirilmeyeceği kaygılarını oluşturmuştur. Duma saldırısına dair verilmeye çalışılan sert tepkiler bu kaygıları gidermeye yönelik bir çalışma olarak okunabilir. ABD kimyasal saldırı karşısında bir tepki verecek olsa da bunu Fransa ve Britanya’nın da desteği ile yapmak isteyecektir. Bütün bu yükselen retoriğe rağ-men, Trump yönetiminin yakın vadede bölgede Rusya’yı ve hatta İran’ı doğrudan hedef alan askeri müdahalelerde bulunmasını beklemek gerçekçi değildir. ABD, bölgedeki müttefiklerine yapmış olduğu vaatleri yüksek bir retorikle karşılamaya çalışıyor ancak bu politikayı daha fazla sürdürürse büyük ihtimalle geri tepecektir.
Arabulucu tavır
Trump yönetimi mevcut sıkışıklığı ve baskıyı ötelemek için Suriye rejimine yönelik sınırlı bir saldırıda bulunacaktır. Ancak böylesi bir saldırının, sonrasında planlı adımlar atılmazsa, beklenenden çok daha olumsuz sonuçları olabilir. İran ve Rusya, ABD karşısında konumlarını yaklaştırıp bu saldırılara farklı şekillerde karşılık verebilir. Böylesi bir karşı hamle ise istenmedik bir tırmanma ve gerilimi tetikleyecektir. ABD’nin tutmak istemediği vaatlerde bulunduğu görüntüsü ise bölgedeki ABD müttefiklerinin diğer aktörlere yönelmelerine neden olacaktır. Trump yönetimi mevcut durumda böylesi bir tıkanıklıkla karşı karşıyadır. Başta Türkiye ve Avrupalı müttefikleri olmak üzere kimse Trump yönetiminin tutarlı bir çizgi izleyebileceğine inanmamaktadır.
Türkiye açısından bu krizde yapılacak en öncelikli şey meseleye soğukkanlılıkla yaklaşarak krizin tarafları arasında mümkün olduğunca dengeli bir diplomatik çizgi benimsemektir. Krizin muhatapları, insani kaygılar nedeniyle hareket etmekte ve özelikle ABD Suriye’nin geleceği ile ilgili net bir plana sahip değil. Ortada belirsizlikler barındırmakla birlikte Suriye’nin geleceği ile ilgili Rusya ve İran ile varılan bir yol haritası var iken, daha sürprizli bir senaryoya dönmek Türkiye açısından riskli olacaktır. Türkiye’nin öncelikği Suriye’deki krizin yeniden derinleşerek sıcak çatışmaya dönmesi değildir. Böylesi bir çatışma büyük güçlerin işine yarar ve diğer bölgesel aktörleri yanlarına çekerler. Türkiye kendi ulusal güvenliğini tehdit eden temel unsurlara odaklanarak, hareket alanını daraltabilecek kutuplaşmalardan uzak durmalıdır.
[Star Açık Görüş, 14 Nisan 2018].