Üzerinden 18 sene geçti 28 Şubat post modern darbesinin. Türkiye’de değişim için “herşey bitti” denildiği bir dönemde halkın statükoya karşı “mükemmel geri dönüşü” için çok fazla beklenmeyecekti.
Tankların yürüdüğü Sincan’da aklı siyasete az çok eren herhangi bir vatandaşın psikolojisini düşünün. Kara bulutların etrafı sardığı, ordudan medyaya, akademiden iş dünyasına, kendisine “İslami” diyen cemaatten “çağdaş” yaşamı dayatma STK’sına kadar dört bir koldan halkın iradesine hücum edildiği dönemlerdi. Sincan’daki o vatandaşın bir gün gelip bu ülkenin seçilmiş bir başbakanının genelkurmay karargahında operasyon yöneteceğini hayal etmesi elbet beklenemezdi. Mevsim değişti, Akdeniz oldu.
28 Şubat hiçbir zaman yerel bir hadise değildi. Tankların Ankara’nın bile merkezinde olmayan Sincan’da yürütülmesi 28 Şubat’ı yerel bir hadise yapamazdı. 28 Şubat da Sincan’daki tanklar da bölgesel bir operasyonun birer parçasıydı. O zaman Türkiye hedef seçilmişti; şimdi Suriye’nin, Mısır’ın veya Filistin’in hedef seçildiği gibi. Türkiye’de seçilmiş iktidardan rahatsız olan çevreler sadece Türkiye’nin içinde değildi elbet. ABD’den İsrail’e İslamcı iktidarın önünün kesilmesi için çaba sarfeden ve bu uğurda yerel aktörlerle iş tutan çevreler oldu.
BÖLGESEL 28 ŞUBAT
Bugünü 28 Şubat 1997’yi aklınızda tutarak değerlendirmeye çalışın. Örneğin şu günlerde adaylığıyla gündemde olan Hakan Fidan, MİT müsteşarı olduğunda karalama operasyonlarını gizliden yapma gereği bile duymayan İsrail’i aklınıza getirin. Veya senelerce “eksen kayması” tartışmalarıyla Türkiye’deki iktidarı terbiye etmeye çalışan ABD’li çevrelerin 28 Şubat atmosferinde neler yapabileceğini bir düşünün. 28 Şubat’ın ABD’deki mimarlarından Alan Makovsky, 28 Şubat’ın yol haritasını Erbakan’ı umursamamak ve ABD’ye yakın çevreleri desteklemek olarak çizmişti zamanında. Çevik Bir ise Türkiye-İsrail ilişkilerinin birkaç İslamcı tarafından tehdit edilmesine göz yummadıklarını anlatmıştı açık yüreklilikle, 28 Şubat’ı neden yaptıklarını yazıya dökerken.
Recep Tayyip Erdoğan Davos’ta “One Minute” diyerek, Ahmet Davutoğlu Türk Dış Politikasının merkezine Türkiye’nin önceliklerini koyarak, Hakan Fidan MİT müsteşarı olarak vb. birilerinin kırmızı çizgilerini delik deşik etmişti. Bunların yüzde biri 1997 senesinde olsaydı, 28 Şubat’ın pervasız-hukuksuz karanlığı bütün ülkeyi cayır cayır yakardı. Yine de denediler, başaramadılar, düşüremediler. Zira 17-25 Aralık operasyonları başarısız birer 28 Şubat girişimiydi.
28 ŞUBATÇILAR YARGILANMALI!
Türkiye kendi 28 Şubatı’yla sandıkla, halkın eliyle mücadele edip mücadeleyi belli bir noktaya taşımayı başardı. Mücadelenin bittiğini düşünenler ise yanılıyorlar. 28 Şubat’ın failleri yargılanmadığı gibi, 28 Şubat’ın sivil yardakçıları ve 28 Şubat’ın organik İslami gruplar ve tarikatler üzerindeki yıkıcı etkisi sebebiyle kendi tekellerini kuran yancı gruplar hala 28 Şubat çerçevesinde değerlendirilmiyorlar. Gazete manşetleri hala duruyor. “Topyekün savaş” manşetlerini atanlar da darbecilere övgü dolu mektuplar yazanlar da askere İslamcı siyasetle mücadelede akıl verenler de hala ortalıkta özgürlük fedaisi olarak rol kesebiliyor.
Türkiye, 28 Şubat’ın dahil olduğu bölgesel operasyonun sadece bir parçasıydı ve o operasyon hala devam ediyor. Operasyoncular Mısır’da darbe yaptılar, Tunus’ta Nahda’yı geri çekilmeye zorladılar, Suriye’de bir halkın katledilişinin şartlarını hazırladılar, Libya’da darbe girişiminde bulundular, daha dün Hamas’ı terör örgütü ilan ettiler. Başında Sisi olmuş, Hafter olmuş veya Çevik Bir farketmez, isimler değişir ama operasyon aynı. Ülkeler değişir ama hedef aynı. Aktörler değişir ama motivasyon aynı.
Başarılı veya başarısız olmasından bağımsız olarak 28 Şubat, farklı tezahürlerle hala devam ediyor. Sadece Türkiye’de değil, tüm bölgede. Türkiye’de en son olarak 17-25 Aralık’tan bir 28 Şubat çıkarmayı denediler ama karşılarında önce 30 Mart’ı sonra da 10 Ağustos’u buldular. 28 Şubatçılar Türkiye’de halka ve seçilmiş iktidara tosladılar. Türkiye’de ciddi kan kaybettiler; darısı bölgede değişim isteyen halkların başına...
[Akşam, 2 Mart 2015]