Her soru muhatabını yorar. “20 yıl sonra nasıl bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz?” sorusu da yorucu bir soru. Millî Eğitim Bakanlığının (MEB), yıllardır bu örtük sorunun yorgunluğunu yaşadığını söyleyebiliriz. Belki de bu soruya gerçekçi bir cevap veremeyişimiz yüzünden acılar çekiyoruz. “Bilgisizliğin yarattığı sorunlar yüzünden acı çekiyoruz.” diyor, İoanna Kuçuradi. Çünkü bizi insan yapan, insanlık düzeyimizi ve toplumsal durumumuzu belirleyen, “bilgi” denilen soyutlukla kurduğumuz temas düzeyimizdir.
MEB’in “Ortaöğretim Tasarımı” olarak açıkladığı yeni lise programı yukarıdaki soruya bir cevap olarak Türkiye’nin yoğun gündemine yerleşti. Fakat tartışmalara sebep olan bu programın ne destekleyenlerce ne de eleştirenlerce çok fazla öne çıkarılmayan bir özelliği var. “Bilgi Kuramı” denilen yeni ve zorunlu bir ders müfredata giriyor.
Yeni program; ders sayılarının azaltılması, öğrencilere kendi derslerini seçme özgürlüğü getirmesi, yaparak öğrenmeyi vurgulaması, portfolyo değerlendirme sistemine geçiş sağlaması, okul dışı sertifikasyona imkân tanıması, etkin rehberlik sunması, yeni dersler ve HEY (Hayal, Etkinlik, Yaşam) ile beceri tasarım çalışmalarının yeniden düzenlemesi üzerinden “bütünleşik” ve “disiplinler üstü” bir yaklaşımla liselerde bir dönüşüm hedefliyor. Tüm bu yenilikler Türkiye şartlarına uygulanabilirlik, din dersi, matematik, tarih, coğrafya gibi derslerin zorunlu/seçmeli olması üzerinden tartışılıyor ve fakat “Bilgi Kuramı” dersinin getireceği imkânlar ne görülüyor ne tartışılıyor. Aslında bu konunun tartışılamıyor oluşu, bu derse olan ihtiyacın da bizzat delili. Çünkü gerçek tartışma ve gerçek eleştiri bilgi kuramı ile temas kurmadan yapılamaz.
İnsan bilgisinin sınırları
“Post-truth” sıfatı ile adlandırılan, doğruların, hakikatlerin, olguların önemini yitirdiği içinde bulunduğumuz zaman diliminde “Bilgi Kuramı” dersi önemli bir imkân olarak kullanılabilir. “Post-truth” kelimesi, “nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu” şeklinde tanımlanıyor. Türkçe’ye “gerçek-ötesi”, “gerçek-sonrası” ya da “post-olgusal” şeklinde çevriliyor fakat aslında hakikatsizleşme, hakikatin önemsizleşmesi anlamına geliyor. Böyle bir zamanda “Bilgi Kuramı” dersi “post-truth” etkisini azaltmada yardımcı olabilir.
Bilgi kuramı ya da epistemoloji olarak adlandırılan felsefe disiplini insan bilgisinin sınırları, kaynağı, doğruluğu ve doğasıyla ilgilenir. Descartes’in etkisi ile modern felsefeciler, insan bilgisinin olanaklarını, neyi bilip neyi bilemeyeceğimizi ve nasıl doğru bilgi elde edebileceğimizi araştırmaya yoğunlaşmıştır.
Bugün Batı’nın bilimsel ve teknolojik alanda yaptığı atılımın temelinde, tüm disiplinlerde bilgi kuramının etkili olarak kullanılması becerisinin yattığını söylemek abartılı olmaz. Çünkü bilgi ile ilgili kavramaların eğitim sisteminin özünde olması eleştirel ve bilimsel düşünme becerilerinin gelişmesini sağlayan bir kaldıraç gibidir. 21. yüzyıl becerileri içerisinde “eleştirel düşünme becerisi” en önemli beceri olarak sayılmaktadır. Eleştirel düşünme becerisi bilgi kuramının alanına giren temel kavramlarla temas kurulmadan geliştirilmesi mümkün olamayan bir beceridir. Bilgi kuramı temeline dayanmayan eğitimlerde adına her ne kadar eleştirel düşünme denilse de önyargı, suçlama, kınama gibi bireysel ve toplumsal gelişimi baltalayan duygulanımlardan öteye geçilmesini beklemek saflıktır. Düşünceye karşı suçlama ile değil yine düşünce ile karşılık verebilmek bu becerinin gelişimine bağlıdır.
Öğrencilerde eleştirel düşünme becerisi geliştirebilmek için onları bilgi kuramının temel soruları ile uğraştırabilmek gerekir: Bilgimizin sınırı nedir? Bilgimizin kaynağı nedir? Gerçek bilgi var mıdır? Temellendirilmiş doğru inanç nedir? Ayrıca öğrenciler, bilginin özelliği ve elde ediliş yöntemleriyle oluşan farklılıklar üzerine de uğraştırılmalıdır: Gündelik bilgi, dini bilgi, teknik bilgi, sanat bilgisi, bilimsel bilgi ve felsefî bilgi.
Bilgi Kuramı dersi, öğrencileri bu kavramlarla/sorunlarla uğraştırabildiği oranda etkisini gösterecek ve eğer etkili bir şekilde uygulanabilirse Türkiye’nin 20 yıl sonrasında hayal bile edilemeyecek değişikliklere altyapı oluşturacak bir potansiyele sahiptir.
Platon, “biliyorum” diyebilmek için zorunlu üç unsura ihtiyaç olduğunu ileri sürer: İnanç, doğruluk ve gerekçelendirme. Bugün ilköğretim, ortaöğretim hatta yükseköğretimde bu kavramlara dayalı bir eğitim yapıldığını söyleyebilmek zordur. İnanç ile bilgi, doğruluk ile gerçeklik arasında ayırım yapamıyoruz, tutarlılığı ve gerekçelendirebilmeyi maalesef sağlayamıyoruz. Bilimsel yayımlarda bile bu kavramların yer etmediğini kolaylıkla görebiliriz. Dünya ölçeğinde bilim üretemememizin altında da bu kavramlarla olan ilişkimizin zayıflığı yatıyor olabilir.
Bilgi Kuramı dersi; hafıza, öğrenme, bilgi ve bilimin doğası, sanat, imge, akıl, duygu, inanç, etik, algı, kültür, paradigma, dil, özne, nesne, doğruluk, gerçeklik, haklılandırma, temelcilik gibi kavramları tartışır. Bu ders, tüm alanların hatta insan ilişkilerinin temelinde var olan bu kavramların öğrenci zihninde yer etmesine imkân verebilecek bir derstir. Ayrıca bu ders ile “yerli bilgi sistemi” oluşturabilmenin temelleri de atılabilir.
Bilgi denilen şey, özne ve nesne arasında kurulan bağdan oluşur. Nesnelere yönelen özne, onlar üzerine düşünerek, bir zihinsel etkinlik gerçekleştirir. Bu etkinlik sonucu kavramlara ve kavramlardan kalkarak önerme ve çıkarımlara varır. Yani bilgi veya bilme eylemi özneden objeye yönelen bir bilinç etkinliğidir. Bilinç etkinliği ise kendisini algılama, anlama (kavrama) ve açıklama olarak gösterir. İnsanda bu üç temel bilimsel beceri bilgi kuramı dersi ile geliştirilebilir.
Programı bekleyen zorluklar
OECD, “Öğrenme Pusulası 2030” hazırlığı ile eğitimin temeline “tutum, bilgi, değer ve beceri” yeterliklerini almıştır. Bilgi Kuramı dersi bu temeli güçlendirmeye yardımcı olabilir. Bildiklerimizi nasıl bildiğimizi, dil ve değerler, dil ve düşünce, dil ve anlam, dil ve deneyim gibi çok önemli ve zorunlu konuları eğitim sistemimizin temeline alabiliriz.
Ayrıca bu ders ile, akıl yürütme, akıl yürütmenin problemleri, duyguların ne olduğu ve etkileri, inanç, sezgilerimizin neye inanacağımızı belirlemede oynadığı rol ve güvenilirliği ve etik değerler gibi temel insani ve entelektüel yeterlikler için zemin oluşturulabilir.
Bilgi kuramı; belirli bir bilgi birikimini öğrenmek yerine, eleştirel düşünme ve bilme sürecini araştırmaya yönelik bir derstir. Öğrencilere, bilginin doğası hakkında düşünme, bilgi alanları arasında bağlantı kurma, bilgiye dayanarak ve bağlantıları görerek düşünmeyi öğrenme ve kendi bakış açılarının ve bilgilerini paylaştığı çeşitli grupların farkındalığını sağlama fırsatı vererek özel bir rol oynayabilir.
Tüm dünyada eğitim sistemlerinin yaşadığı temel zorluk; ne olacağı tam olarak belli olmayan bir dünyaya çocuk hazırlamaktır. Dünya; sosyal, kültürel, teknolojik, ekonomik ve bilimsel olarak takip edilmesi zor değişimler geçiriyor. Böyle bir dünyaya çocuk hazırlamak hiçbir okul ve öğretmen için kolay değildir.
Bu belirsizlik ve zorluğun sorumluluğu her ne kadar sistem desteği sağlansa da öğretmenlerin üzerine kalacaktır. “Bilgi Kuramı” dersinin, sıradan bir ders olarak işlenmesi durumunda yani konular bilgi aktarımına dayalı olarak öğrencilere aktarılmaya çalışıldığında hiçbir olumlu katkı sağlamayacağı söylenebilir. Hatta içerdiği önemli kavramlara aşinalık oluşturacağı için bu kavramların değerini kaybettirebilir. Bu dersin müfredata alınması büyük bir imkân olmakla birlikte aynı oranda büyük bir risk de taşımaktadır. Bu dersi verecek öğretmenler özel olarak seçilmeli ve etkili bir hizmet içi eğitimle hazırlanarak güçlendirilmelidir. Bir değişimi sadece yapıyor olmak için yapmak hiç yapmamış olmaktan daha zararlıdır. Bu dersin hizmet içi eğitim programının hazırlığı için bilgi kuramı ve edebiyat kuramı üzerine çalışan akademisyenler ile içerik hazırlanmalı, hazırlanan içerik etkileşimli/uygulamalı eğitim programı uzmanlarınca eğitim programına dönüştürülmelidir. Bu hassas çalışma için gerekirse yurtdışı başarılı uygulamalardan destek de alınmalıdır. Bu süreç, zor, hassas ve masraflı bir süreçtir.
Sadece öğretmenlerin değil okul yöneticilerinin ve okul yönetim sisteminin de yeni programa uygun olarak dönüştürülmesi, Bakanlığın, il yöneticilerinin ve yönetim sistemlerinin de programı destekler şekilde dönüştürülmesi gerekecektir. Diğer bir ifade ile yeni programın asıl zorluğu uygulama sürecinde ortaya çıkacaktır.
Sistemi dönüştürebilir mi?
Yeni modelin bir kaldıraç olarak eğitim sistemimizi dönüştürmesi entelektüel düzeyi yüksek öğretmen ve yönetici ile gelişmişliği yüksek bir çevrenin varlığını gerektirmektedir. Yeni dersler ve ders içerikleri, birey/özgürlük temelli ders seçimi, etkinlik temelli okul gibi yenilikler entelektüel düzeyi yüksek bir okul iklimi ve uygun ekonomik altyapı ister. Bu nedenle bu yeni modelin gelişmiş şehir merkezlerinde uygulaması nispeten kolay olmakla birlikte Anadolu genelinde farklı imkânlara sahip çevrelerde uygulanabilirliği zordur. Böyle bir durum, eğitimde fırsat eşitliğini bozmakla birlikte okullar arasındaki farkların daha da açılmasına neden olabilir. Bu olası durumun oluşmaması için dezavantajlı okullarla ilgili özenle çalışılmalıdır.
Yeni modelin gerekçesi olarak sunulan “öğrencileri üniversite sınavına değil, üniversiteye hazırlama” söylemi bu programın hem en güçlü hem de en kırılgan yanıdır. Eğer sistem iyi uygulanır ve yükseköğretim süreci ve giriş sistemi bu program temelinde yeniden düzenlenebilirse yani Yükseköğretim Kurulu (YÖK) ile eşgüdümlü çalışılabilirse üniversite sınavındaki yığılmaları engelleyebilir. Fakat bu gerçekten çok hassas ve bütünsel bir çalışma gerektirmektedir. Bu sürecin yönetilememesi sonucunda yeni program amacı dışına sapabilir.
Yeni ortaöğretim tasarımı bir değişimin ötesinde köklü bir dönüşümdür. Dönüşümlerin gerçekleştirilmesinde en önemli etkenler esneklik, saha ile uyum ve stratejik yönetimdir. MEB, yeni programı hazırlamış olmakla değil, bu süreci yönetebilmekle performansını gösterecektir. Açılan her kapının başka kapıları kapattığı söylenir. 20 yıl sonra farklı bir Türkiye için açılan yeni kapıların sürdürülebilir olarak tasarlanması önemlidir. Olmak, söylem ile değil, eylem iledir. Eylem aşamasında ise emek, sabır, disiplin, özveri, sahicilik, kapsayıcılık anahtar kavramalar olacaktır.
[Star, 2 Haziran 2019].