SETA > Yorum |
Türkiye Demokrasisi Bağlamında 14 Mayıs 1950 Seçimlerinin Anlamı

Türkiye Demokrasisi Bağlamında 14 Mayıs 1950 Seçimlerinin Anlamı

1950 seçimleri Türkiye ve esasen Orta Doğu demokrasi tarihi açısından bir dönüm noktası olmuştur, zira o güne kadar TBMM'nde gerçekleşenler tek-parti rejiminin bir uzantısı işlevi olarak algılanmakta ve toplumda bir çaressizlik hissini uyandırmaktaydı.

7 Haziran 2015 Genel Seçimlerine doÄŸru ilerlerken geçtiÄŸimiz hafta içerisinde bundan tam 65 yıl önce Türkiye siyasal tarihinde ilk serbest seçimlerin gerçekleÅŸtiÄŸi 14 Mayıs 1950’in yıldönümünü geride bırakmış bulunduk. Siyasete katılım mekanizmaları baÄŸlamında deÄŸerlendirildiÄŸinde, bugün Türkiye’de bazı istisnaî ve marjinal akımlar hariç seçimlerin genel olarak toplum nezdinde bir demokrasi ÅŸöleni olarak kabul gördüÄŸü gerçeÄŸi sözkonusudur. Türkiye siyasal hayatında demokratik tecrübelerin ilk olarak 1876, 1908, 1920, 1924 denemeleri sonrası en nihayetinde 14 Mayıs 1950 ile ivme kazanması, tarihî bir hakikat olarak karşımızda durmaktadır. Siyaset dışı müdâhaleler sebebiyle doÄŸal bir sürecin aksatılmasının yanı sıra 1950 seçimlerine giden yolda ve özelliklesonrasında Türkiye siyasal hayatındaki millî iradeyi temsil eden dinamiklerin periferiden (çevreden) merkeze yürüyüÅŸü hız kazanmıştır. Günümüz Türkiye siyaseti açısından ise bu süreç henüz sonuçlanmamış ancak istikrarlı ve tabîi olarak kurumsallaÅŸma aÅŸamasına geçmek üzeredir. 14 Mayıs 1950 genel seçimleriyle birlikte bir dönüm noktası yaÅŸanmış ve Adnan Menderes hükûmetleriyle baÅŸlayan merkeze yöneliÅŸ, 20 yıllık tıkanma ve bunalım süreci sonrası tekrar dönemin baÅŸbakanları Turgut Özal ve Recep Tayyip ErdoÄŸan iktidarlarıyla da kurumsal anlamda çerçevelendirilmiÅŸtir. Bugün ise bu yürüyüÅŸ Türkiye siyasetine son ÅŸeklini vermek üzeredir.1950 yılının Mayıs ayında, 23 (+4) yıllık bir tek-parti rejimi sonunda Türkiye Cumhuriyeti, demokrasi ile tanışmaya baÅŸlamış, millî irade gerçek manada belirleyici bir unsur olarak öne çıkabilmiÅŸtir.

KÜRESEL SÄ°STEME ENTEGRE

1945 sonrası ikinci demokratikleÅŸme dalgasıyla birlikte Türkiye’nin de yeni kurulan küresel sisteme entegre olma arzusunun gerçekleÅŸmesi için öncelikle yapılması gereken 1923 ile 1945 arasında geçerli olan tek-parti rejiminden çok-partili bir sisteme geçilmesiydi. Bu geçiÅŸ süreci, bundan tam 65 yıl önce, 14 Mayıs 1950 tarihinde Demokrat Parti’nin (DP) (1946’daki ÅŸaibeli seçimleri saymazsak) Türk siyasî tarihindeki ilk hür seçimleri kazanmasıyla ivme kazanmıştır.

Seçimleri kazanan ve sonraki yıllarda Türkiye siyasî tarihine damga vurmuÅŸ olan BaÅŸbakan Adnan Menderes’le ilgili her ne kadar Ä°stiklâl Harbi yıllarında Ege’de iÅŸgalci Yunan ordusuyla iÅŸbirliÄŸi yaptığına dair asılsız iddialarda bulunulmuÅŸsa da, bugün bilinmektedir ki, kendisine Millî Mücadele dönemindeki hem askerî hem de sivil katkılarından dolayı Ä°stiklâl Madalyası verilmiÅŸtir. Menderes’in bu konuyu hiç bir zaman propaganda aracı olarak kullanmadığı için bu hakikati sadece çevresindeki belli baÅŸlı kiÅŸilerin bildiÄŸi belirtilmektedir.1930’da siyasî hayatına Serbest Cumhuriyet Fırkası’nda baÅŸlayan Menderes, dört aylık kısa bir süre sonra partinin rejim tarafından kapatılmasına ÅŸahit olmuÅŸtu. Bunun üzerine ülkedeki tek parti konumundaki CHP’yegeçmiÅŸ ve 1945 yılında CHP’den tasfiye ediliÅŸine ve DP’nin kuruluÅŸuna kadar TBMM sıralarında vekillik dahi yapmıştır. Sahip olduÄŸu hitabet ve ülke insanını anlama yeteneÄŸi sebebiyle 1945 ilâ 1950 arası muhalefet yıllarında popülaritesinde son derece ciddi bir artış yaÅŸanmıştır.

DP’nin ilk kurulduÄŸu dönemde dahi bu hareketin tek-parti rejimine karşı en ciddi alternatif ve aday olduÄŸu görüÅŸü hâkimdi. Dolayısıyla DP, CHP iktidarı döneminden bunalmış olan ve 27 yıllık bir döneme yönelik eski ve güncel ÅŸikayetlerde bulunan Türkiye’deki bir çok toplumsal grubun temsilcisi olmaya aday olmuÅŸtu. DiÄŸer bir yandan, her ne kadar DP kendisini o meÅŸhur “deÄŸiÅŸim” söylemiyle ön planda tutmaya gayret sarf etmiÅŸse de devletin kök salmış olan resmî ideolojisi Kemalizm’e yönelik baÄŸlılığını deklare etmekten de geri dur(a)mamıştır. Böylelikle her ne kadar Menderes hükûmeti iktidara geldikten sonra katı laik-Kemalist uygulamaların bazılarında deÄŸiÅŸikliÄŸe gidilebilmiÅŸ olsa da (örneÄŸin 1932 ilâ 1950 arası Türkçe okunması dayatılan Ezan’ın tekrar orijinal hale getirilmesi), diÄŸer taraftan bugün dahi sıkıntılara sebebiyet veren adımların atılmasına da ÅŸahit olunmuÅŸtur. ÖrneÄŸin, gerekçesi dönemin ÅŸartlarında ve CHP’nin DP’yi ‘köÅŸeye sıkıştırma’ politikalarına karşı taktiksel bir hamle olarak anlamlı kabul edilse bile, 5816 sayılı kanunun DP tarafından kabul edildiÄŸi ve sonraki yıllarda vesayet yanlısı güçlerce iÅŸlevsel hale getirilerek suistimal edildiÄŸi gerçeÄŸi ortadadır. Bugün sözkonusu kanunun hâlâ yürürlükte olması bilimsel ve akademik çevreleri sıkıntıya sokabilme potansiyeli taşımaktadır.

1950'NÄ°N ÖNEMÄ°

1946’da gerçekleÅŸen ilk ancak ÅŸaibeli olan seçimler, ki yeni kurulmuÅŸ olan DP’nin sözkonusu seçimlere zaman darlığı gerekçesiyle yeterli derecede hazırlanmadığı görüÅŸleri de yaygın olarak dillendirilmektedir, CHP’nin galibiyeti ve DP’nin yalnızca 62 koltuk elde etmesiyle sonuçlanmıştı. 14 Mayıs 1950 tarihine kadar muhalefet görevini üstlenen DP, 1950 seçimlerinde oyların %53’ünü kazanarak iktidara gelmiÅŸtir. 1950 seçimleri Türkiye ve esasen Orta DoÄŸu demokrasi tarihi açısından bir dönüm noktası olmuÅŸtur, zira o güne kadar TBMM’nde gerçekleÅŸenler tek-parti rejiminin bir uzantısı iÅŸlevi olarak algılanmakta ve toplumda bir çaressizlik hissini uyandırmaktaydı. Dolayısıyla, devletçi ve elit bir tek-parti geleneÄŸinin temsilcilerine karşı seçmenlere ilk defa kendi iradelerini belirleme hakkı tanınmıştı. Böylelikle CHP, 1950 yılı itibariyle geçtiÄŸi muhalefet partisi konumundan sonraki yıllarda gerçekleÅŸen seçimlerde de kurtulamamış; tâ ki 27 Mayıs 1960 darbesinin gerçekleÅŸeceÄŸi güne kadar.

Adnan Menderes, siyasî hayatı boyunca “halkın sesi” olarak ön planda olmuÅŸtur. Bu ifade, Adnan Menderes ile fikirsel anlamda aynı pozisyonda yer almayan, meÅŸhur sol yazar Åževket Süreyya Aydemir’in bile samimi olarak kabul ettiÄŸi bir tespittir. Türkiye’de insanların tarihsel olarak bakıldığında siyasetçileri veya devlet idarecilerini baÄŸrına basmaları genelde istisnaî bir durum olduÄŸu halde, Menderes’in bugün dahi son derece popüler bir konuma sahip olması bu baÄŸlamda deÄŸerlendirilmelidir.

DP 1950’de iktidara geldiÄŸinde oldukça hızlı bir ÅŸekilde hedeflenen deÄŸiÅŸim adımlarının atılmasını arzulamaktaydı. DP’nin “Yeter! Söz milletindir” sloganı dönemin en iddialı ve bugün dahi geçerliliÄŸini koruyan ve deÄŸiÅŸim süreciyle özdeÅŸleÅŸmiÅŸ bir sembol haline dönüÅŸmüÅŸtür. DP’nin 1930 yılında kısa bir tecrübe sonrası yine rejim tarafından kapatılan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın liberal deÄŸerlerini benimsediÄŸi bilinmektedir. Bununla birlikte DP’nin özellikle din konusunda ve dinî yaÅŸam tarzını benimsemiÅŸ olan vatandaÅŸların haklarına karşı da daha toleranslı, Kürt kökenli vatandaÅŸlara karşı da tek-parti rejimin sert politikalarına nispeten daha yumuÅŸak yaklaÅŸtığı ifade edilmektedir. Ekonomik alanda da devletçi bir geleneÄŸin aksine serbest piyasa yanlısı olduÄŸunun altını özellikle çizmek gerekmektedir.

BÜROKRASÄ° ENGELÄ°

Her ne kadar 1950 yılında “hür teÅŸebbüs yanlısı DP’liler” ezici bir çoÄŸunlukla iktidara gelmiÅŸ olsalar da ülke ekonomisini kapsamlı ve uzun vadeli bir liberalleÅŸme proÄŸramına tâbi tutabilmeleri mümkün olmamıştır. Güçlü bir bürokratik aygıt karşısında yeterli mekanizmalara ve güce sahip olamayan Menderes hükûmetleri bunun yanı sıra -özellikle tarım alanında- ilk yıllardaki baÅŸarıların aksine beklenmedik ekonomik elveriÅŸsizliklere de karşılaÅŸmışlardır. Buna raÄŸmen bugün bu olumsuz faktörlerin Menderes’in Türk demokrasisi ve millet iradesi baÄŸlamındaki anlam ve önemi açısından fazla etkisi bulunmamaktadır.

Askerî cunta tarafından 27 Mayıs 1960 günü hükûmetin devrilmesi sonrası Menderes ile birlikte bir çok parti önde geleni tutuklanmış ve çeÅŸitli suç gerekçeleriyle yargılanmaya baÅŸlanmıştır. Darbenin arkasında yer alan gücün kim olduÄŸu ve olası dış baÄŸlantıların bugüne kadar tam anlamıyla hakikate kavuÅŸturulamamamış olması bir yana, ABD tarafından desteklendiÄŸi söylemi sıklıkla dile getirilmeye devam etmiÅŸtir. Adnan Menderes’in 1950’lilerin sonlarına doÄŸru alternatif dış politika arayışları çerçevesinde dönemin Sovyetler BirliÄŸi hükûmeti ile iyi iliÅŸkiler hedeflediÄŸi ve bununla kalmayıp kredi almayı dahi düÅŸündüÄŸü iddiaları dillendirilmiÅŸtir. ABD’nin 27 Mayıs sonrası dönemin cunta idaresine yönelik herhangi bir yaptırım kararı almaması da bu tezin genel olarak kabul görmesini saÄŸlamıştır. Adnan Menderes’in ABD güdümlü politikalardan sıyrılma düÅŸünceleri dönemin Mısır Devlet BaÅŸkanı Cemal Abdülnasır’ın Sovyetler BirliÄŸi’ne yönelme eÄŸilimi ile benzerlik taşıdığı da zikredilmektedir. Abdülnasır’ın Nil nehri üzerine yapılması projelendirilen Asvan Barajıiçin Dünya Bankası’ndan kredi alamaması, yönünü Sovyetler BirliÄŸi’ne çevirmesiyle sonuçlanmış, en nihayetinde de Mısır’ın ABD güdümünden ve Batı bloÄŸundan uzaklaÅŸmasına katkı saÄŸlamıştır. ABD etkisinin diÄŸer bir iÅŸaretine ise dönemin askerî cuntası içerisinde yer almış subaylardan biri ve daha sonraki yıllarda MHP kurucusu olanmerhum Alparslan TürkeÅŸ’in anılarında da rastlamak mümkündür:

“27 Mayıs olduktan sonra, biz idareyi ele alınca, önümüze bir baÅŸka problem geldi. O problem ÅŸuydu: Devletin elinde döviz olmadığı için, dış temsilciliklerimizde maaÅŸlar ödenemiyor, masraflar karşılanamıyordu. Bu yüzden çok sıkışık vaziyetteydik. Ne yapalım diye düÅŸündük. Dostumuz Amerika’ya baÅŸvurduk. Hatırımda kaldığına göre, 15 milyon dolar alarak, büyükelçiliklerimizin masraflarını karşıladık. Hatırımda kaldığına göre bu para, bağış ÅŸeklinde alınmıştı. Ordunun gençleÅŸtirilmesi hareketinde de yine paraya ihtiyaç vardı. O sırada NATO’nun Paris’teki BaÅŸkomutanı Hava Orgenerali Norstad, Türkiye’ye gelmiÅŸti. Projemizi kendisine anlattık. Bize yardım edin dedik. Bu iÅŸ için 12 milyon dolara ihtiyaç vardı. Para ABD’den temin edildi. Bu, NATO parası deÄŸildi. Bundan sonra, tasfiye hareketine giriÅŸildi.” (Hulusi Turgut, 1995, TürkeÅŸ’in Anıları: Åžahinlerin Dansı)

17 Eylül 1961 yılına kadar mahkeme karşısına çıkmış olan Menderes, kararın okunmasından sonra Fatin RüÅŸtü Zorlu ve Hasan Polatkan isimli DP kurmaylarıyla birlikte idam edilmiÅŸtir. Bunun yanı sıra 1950’li yıllarda hayata geçirilen bir çok düzenleme dönemin askerî cuntası tarafından geçersiz kılınmıştır. Buna getirilen gerekçelerden biri de “Atatürk devrimleri” ile çeliÅŸtikleri yönündeki iddialardır. Katı laik ve nasyonalist uygulamalar1950 ilâ 1960 arası kısmen bir yumuÅŸama dönemine girmesinden sonra 1961 yılı itibariyle tekrar ivme kazanmış, yer yer 1923-1950 dönemini andıran eÄŸilimler tekrar gün yüzüne çıkmaya baÅŸlamıştır.Aynı ÅŸekilde DP dönemiyle birlikte hayata geçirilen çeÅŸitli ekonomik adımlar da askeri cunta iradesiyle geçersiz kılınmaya baÅŸlamış, 1961darbe anayasasıyla da yeni kurulacak olan bir vesayet rejiminin temelleri atılmıştır.

1950 öncesini dikkate almadan 1950 sonrası siyasal sürece ve özellikle seçim sistemine yönelik yoÄŸun bir eleÅŸtiri dozu ile yüklenenlerin, hatta bunu 1950’den bu yana içselleÅŸtirilen bir “yenilgi siyaseti” refleksiyle bugüne dahi yansıtma gayreti içerisinde olanların, en azından bundan böyle daha kapsamlı ve hakikat odaklı deÄŸerlendirmelerde bulunmaları gerekmektedir.

[Star Açık GörüÅŸ, 17 Mayıs 2015]