SETA > Yorum |
Ortadoğu Siyasetinin Kodları Kardeşlik Yerine Çıkarlar mı

Ortadoğu Siyasetinin Kodları: Kardeşlik Yerine Çıkarlar mı?

Mikro düzeydeki mezhepsel, ideolojik ve etnik aidiyet ve asabiyelerin 19. yüzyıldaki ulusçuluk akımının yaptığına benzer bir şekilde Ortadoğu bölgesini kasıp kavurduğu bir dönem yaşanıyor.

OrtadoÄŸu siyaseti uzun zamandır “kardeÅŸlik” üzerinden yürümüyor. “KardeÅŸlik” kavramından kasıt, OrtadoÄŸu’nun büyük bir çoÄŸunluÄŸunu oluÅŸturan Müslüman halkların, birbirleriyle “din” üzerinden ve Müslüman olmayan bölge halkları ile “insanlık” üzerinden sahip oldukları baÄŸdır. Bugün OrtadoÄŸu coÄŸrafyasına baktığımızda, bölge halklarının “insanlık” üzerinden kardeÅŸliÄŸi terk etmelerinden bu yana çok zaman geçtiÄŸini ve “Ä°slam” üzerinden kardeÅŸliÄŸin de artık söz konusu olmadığını görüyoruz. Bundan daha tehlikeli olan ise, bölgeyi felaketlere sürükleyen yeni yapay kardeÅŸliklerin keÅŸfedildiÄŸi ve hem içeriden hem de dışarıdan teÅŸvik edildiÄŸi görülüyor: Mikro düzeydeki mezhepsel, ideolojik ve etnik aidiyet ve asabiyelerin 19. yüzyıldaki ulusçuluk akımının yaptığına benzer bir ÅŸekilde OrtadoÄŸu bölgesini kasıp kavurduÄŸu bir dönem yaÅŸanıyor. Müslümanlar, Yahudiler ve Hıristiyanlar arasında alışık olunan kavgaların yanında, artık bölge halkalarının Åžii, Sünni, Vahhabi ve Selefi kimliklerini ön plana çıkararak birbirlerine karşı ÅŸiddetli bir çatışma içerisinde oldukları görülüyor.

ALT KÄ°MLÄ°KLERE TOLERANS

Aslında bu tür kimlikler üzerinden çatışma siyasetinin mimarlarının asıl niyeti, bu kimlikleri kendi yanlış çıkar algıları çerçevesinde oluÅŸturdukları çatışmacı politikaları desteklemek olsa da, yaÅŸanan çatışmaların mezhepsel aidiyetler üzerinden tanımlanması bölge halklarında bu mezhepsel kimlikler üzerinden kuvvetli bir “ben” ve “öteki” bilinci oluÅŸmasına yol açmaktadır. IŞİD’in, Åžii ve Sünni paramiliter grupların ÅŸehirlerde ve cephelerdeki ÅŸiddet uygulamaları ve medya tarafından çoÄŸu zaman bu ÅŸiddetin kasıtlı olarak olduÄŸundan çok daha abartılı bir ÅŸekilde kitlelere aktarılması “öteki” olarak tanımlanan kesimlere yönelik nefreti artırmaktadır. Bu nefretin bütün bölgeyi daha büyük felaketlere sürükleme potansiyeli karşısında, mezhepsel alt kimlikleri kendi çıkarları doÄŸrultusunda kullanan bölge yöneticilerinin düÅŸündükleri bir tedbirin olup olmadığı ise bilinmemektedir. Ancak gün gelip de artık barış istendiÄŸinde, “öteki”ne karşı üstünlük saÄŸlamak amacıyla kışkırtılmış mezhepsel kimliklerin törpülenmesi ve OrtadoÄŸu halklarının birbirlerinin alt kimliklerine karşı yeniden tolerans göstereceÄŸi bir bölgesel düzenin kurulması kolay olmayacaktır.

GÜVEN Ä°ÇÄ°N ZAMAN

OrtadoÄŸu toplumlarının gerçek kardeÅŸlik kavramından bir beklentisi kalmadı artık. OrtadoÄŸu ülkelerinin en azından uzunca bir süre iliÅŸkilerini gerçek kardeÅŸlik üzerinden tesis etmelerinin mümkün olmadığı da görülüyor. Çünkü yapay aidiyetler üzerinden yapılan savaÅŸların ve yaÅŸanan katliamların açtığı yaraların iyileÅŸmesi ve bölge halklarının yeniden birbirlerine güvenmeleri uzun zaman alacaktır. Üstelik bölge ülkeleri halen bu yaraları daha da büyütecek politikaların peÅŸinde oldukları için, tedavi sürecinin ne zaman baÅŸlayacağı da bilinmiyor.

Peki, kardeÅŸlik kavramı üzerinden OrtadoÄŸu’ya barış gelmeyecek ise bölgede yaÅŸanan çatışmaların sona ermesi ve barışın yeniden tesis edilmesi artık mümkün olmayacak mı? Son günlerde bu sorunun cevabını vermemizi kolaylaÅŸtıracak bir olay yaÅŸandı. 2 Nisan tarihinde Ä°ran’ın çok uzun süredir dünyanın gündemini meÅŸgul eden nükleer sorunu konusunda ABD ve diÄŸer P5+1 Grubu üyeleriyle anlaÅŸtığı duyuruldu. Amerikan BaÅŸkanı Obama anlaÅŸmadan memnun olduÄŸuna dair açıklamalar yaparken, Ä°ran adına görüÅŸmelere katılan DışiÅŸleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ülkesine döndüÄŸünde kutlamalarla karşılandı. Suriye, Irak ve Yemen gibi bölge sorunlarının çözümü konusunda OrtadoÄŸu’nun Müslüman ülkeleriyle anlaÅŸamayan Tahran nasıl oldu da daha büyük bir sorun olan nükleer meselenin çözümü konusunda ABD ile anlaÅŸtı? OrtadoÄŸu barışına iliÅŸkin yukarıda sorduÄŸumuz sorunun cevabı da aslında bu sorunun cevabıyla yakından ilgilidir.

Ä°RAN VE ABD ANLAÅžMASI

Tahran’ı ABD ile anlaÅŸmaya iten ÅŸey, kendi çıkarları için rasyonel politika izlemesi gerektiÄŸini artık görmüÅŸ olmasıdır. Aslında Ä°ran açısından, 2010 yılında BM Güvenlik Konseyi’nin kendisine karşı aldığı ağır yaptırım kararının hemen ardından ABD ile anlaÅŸmanın yollarını araması daha rasyonel bir karar olacaktı. Çünkü Ä°ran ekonomisini felç eden etkilerde bulunan bu yaptırım kararı ve onun ardından ABD ve Avrupa BirliÄŸi’nin Tahran’a karşı tek taraflı yaptırımlarını artıran kararları Ä°ran’a nükleer çalışmalarını ilerletmesinden elde edeceÄŸi faydadan çok daha büyük zararlar vermiÅŸtir.Bu zararlar ve Ä°srail lobisinin de baskıyla Washington’un Ä°ran’a yönelik baskılarını daha da artırma ihtimali Tahran’ın direncini kırmış ve nihayet kendi çıkarları açısından “rasyonel” olanı tercih etmesine yol açmıştır. Yani ABD ve Avrupa BirliÄŸi gibi dünyanın en güçlü ekonomik ve askeri blokları karşısında geri adım atarak artık onların kendisine karşı uzun zamandan beri uyguladıkları ve son dönemde iyice ağırlaÅŸtırdıkları sıkıştırma politikasını hafifletmelerini saÄŸlamak Tahran açısından “rasyonel” bir politika olmuÅŸtur. Aksi takdirde, yaptırımların ve son dönemde azalan petrol fiyatlarının olumsuz etkisinin ülkenin ekonomik dengelerini tamamen tahrip etmesi ve bunun yol açacağı sosyal rahatsızlıkların 1979 yılından beri birçok badireyi atlatmış rejimin sonunu getirme ihtimali oldukça yüksekti. ABD ile anlaÅŸan Ä°ran yönetimi bu riskleri azaltacak rasyonel bir adım atmış oldu. Nükleer sorunun çözümü konusunda anlaÅŸmış olmaları Ä°ran ile ABD ve diÄŸer Batılı ülkeler arasında bütün sorunların halledildiÄŸi anlamına gelmiyor, ancak bu baÅŸka bir yazının konusudur.

SÄ°LAH YERÄ°NE DÄ°PLOMASÄ°

Bu noktada, nükleer sorun konusunda ABD ile anlaÅŸarak bu konuda ülkesinin daha fazla zarar görmesini engelleyecek rasyonel bir adım atan Tahran yönetiminin OrtadoÄŸu sorunlarının çözümü konusunda da rasyonel adımlar atmasının mümkün olup olmadığı sorusu önem kazanmaktadır. Bu soruyu diÄŸer bölge ülkeleri açısından sormak da mümkündür. Aslında gerek Ä°ran, gerekse Suudi Arabistan ve Türkiye gibi bütün bölge ülkelerinin OrtadoÄŸu sorunları konusunda izleyecekleri rasyonel politika, bütün bölge halklarına olduÄŸu kadar kendi yönetimlerine de çok büyük zararlar veren çatışmaların silah yerine diplomasi yoluyla çözümüne katkı saÄŸlayacak adımları gecikmeden atmalarıdır. Ancak bölgede oluÅŸan güç dengeleri ve bu dengelerin korunması konusunda bölge dışından yapılan ince müdahaleler bölge ülkelerinin bir süre daha rasyonel olan barışçı yöntemleri deÄŸil de, irrasyonel olan çatışma yöntemini denemeye devam edeceklerini göstermektedir.

OrtadoÄŸu bölgesinde, Ä°ran’ı nükleer meselede geri adım attıran ABD ve Avrupa BirliÄŸi gibi güçlü aktörler olmadığına göre, bölgede oluÅŸan ve zaman zaman deÄŸiÅŸiklikler geçiren blokların güç kullanmak yoluyla birbirlerinegeri adım attırmaları suretiyle çatışmaların sona ermesi ihtimali zayıf görünmektedir. Bu durumda OrtadoÄŸu’ya barış gelmesi için bölge ülkelerinin ve devlet dışı aktörlerin artık savaÅŸmaktan yorulmalarını beklemekten baÅŸka çare kalmıyor. Yeteri kadar savaÅŸtıklarına, yeteri kadar insanın hayatını kaybettiÄŸine ve mülteci konumuna düÅŸtüÄŸüne kanaat getirdikten sonra ve savaÅŸmak yoluyla birbirlerine üstünlük kuramayacaklarını gördüklerinde, Avrupalıların Ä°kinci Dünya Savaşı sonrasında yaptıkları gibi, rasyonel olanın çatışma deÄŸil iÅŸbirliÄŸi yapmak olduÄŸunu ve ancak iÅŸbirliÄŸi yapan aktörlerin dünya siyasetinde etkili olabildiklerini anlayıp OrtadoÄŸu’yu bir barış havzasına dönüÅŸtürmeleri mümkün olabilir. Belki bu ÅŸekilde rasyonel olanı yapıp barışa ulaÅŸtıktan sonra,kendilerini çatışmaya sürükleyen”yapay mezhepsel, etnik ve ideolojik kardeÅŸlikler”in yerine birleÅŸtirici “gerçekkardeÅŸliÄŸi” keÅŸfederler.

[Star Açık GörüÅŸ, 12 Nisan 2015]