SETA > Yorum |
Muhalefetin Pirus Zaferi mi

Muhalefetin Pirus Zaferi mi?

Bu tarihsel bloğa kimliğini ve rengini veren asıl dinamik, pratikte AK Parti karşıtlığı gibi gözükse de, esasında daha derinlerde yerleşik olan demokrasi, siyaset ve halk karşıtlığıdır.

Seçimler süreklilik arz eden toplumsal düzenin kesintiye uÄŸradığı bir ânı, seçimden önceki ve sonraki düzenler arasındaki bir boÅŸluÄŸu temsil eder. Bu boÅŸluk, toplumsal ayrışmanın derinleÅŸtiÄŸi, egemenlik mücadelesinin verildiÄŸi ve dolayısıyla siyaset kurumunun ön plana çıktığı toplumlarda çok daha kritik bir hal almaktadır. Zira, seçimlerin sonucunda siyaset kurumunda ortaya çıkacak “iradenin,” hem yerel hem de küresel düzeyde iktidar iliÅŸkilerini ciddi bir biçimde deÄŸiÅŸtirme ve ülkenin yönelimini belirleme gücü vardır. Dolayısıyla, 7 Haziran genel seçimlerini önemli kılan husus, siyaset kurumunun iktidar iliÅŸkilerini deÄŸiÅŸtirme açısından hala bir etkiye sahip olmasıdır. Seçimlerde oy kullanma oranının bir hayli yüksek olmasının temel dinamiÄŸini de burada aramak gerekir. Gerçekten de, toplumda siyaset kurumuna yönelik beklentilerin de, düÅŸmanlığın da bir ÅŸekilde canlılığını koruduÄŸunu görebilmekteyiz.

O halde, partilerin seçim kampanyalarının yönlendirmelerine kapılmadan büyük resme baktığımızda, bu seçimlerde esas olarak siyaset kurumunun iktidar iliÅŸkileri açısından önemli olmaya devam edip etmeyeceÄŸinin oylanacağını söyleyebiliriz. Bu açıdan, bu seçimler birbirinden kesin çizgilerle ayrışan iki tarihsel blok arasındaki mücadeleye sahne olmaktadır. Bir tarafta siyaset kurumunu savunan demokratik güçlerden oluÅŸan “ilerici” blok, diÄŸer tarafta ise siyaset kurumu karşıtlarından oluÅŸan “gerici” blok yer almaktadır.

SÄ°YASET KARÅžITI BLOK

Bu tarihsel bloklardan ikincisine baktığımızda, ideolojik olarak hiçbir ÅŸekilde bir araya gelme ihtimali bulunmayan CHP, MHP, PKK-HDP, SP-BBP “milli ittifakı,” paralel yapı, TÜSÄ°AD, bürokratik vesayet odakları, anti-kapitalist Müslümanlar, sol-liberaller ve “uluslararası toplum” gibi farklı aktörlerin siyaset karşıtlığı üzerinden bir cephe oluÅŸturduÄŸunu görmekteyiz. Bu konjünktürel cephe, siyaset kurumunun güçlenmesinin iktidar iliÅŸkileri açısından bu aktörlerin hepsini olumsuz etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, bu tarihsel bloÄŸa kimliÄŸini ve rengini veren asıl dinamik, pratikte AK Parti karşıtlığı gibi gözükse de, esasında daha derinlerde yerleÅŸik olan demokrasi, siyaset ve halk karşıtlığıdır.

ÖrneÄŸin, CHP ve MHP her ne kadar siyasi parti olarak varlıklarını siyaset kurumuna borçlu olsalar da, halkın çok büyük bir kısmı ile deÄŸerler bazında anlamlı bir iliÅŸki kurmayı baÅŸaramadıklarından ve daha da önemlisi siyaset-dışı aktörlerin (bürokratik vesayet ve sermaye gibi) siyaset kurumu içerisindeki uzantıları olmaları nedeniyle siyaset kurumuna karşıt bir pozisyon almaktadırlar. Bu partilerin siyaset karşıtlığı, yalnızca bu seçimlerle sınırlı arızi bir durum olmayıp, parti kimlikleri açısından kurucu bir iÅŸlev gördüÄŸünü akıldan çıkarmamak gerekir.

Yine, PKK-HDP’nin ülkedeki mevcut siyasi-toplumsal düzenle gerilimli ve ikircikli iliÅŸkisi, siyaset kurumu da dahil olmak üzere birçok toplumsal kuruma (mesela din gibi) mesafe koymasına neden olmaktadır. Bu noktada, PKK-HDP’nin bir parti olarak kendisini hiçbir zaman tam olarak siyaset kurumuyla sınırlandırmadığı, sivil siyaseti her türlü söylemi kullanmaktan çekinmeden araçsallaÅŸtırıp sürekli bir ÅŸekilde silahlı mücadeleyi yedeÄŸinde tuttuÄŸunu akıldan çıkarmamak gerekir. Bu seçimler özelinde ise PKK-HDP, Arap Baharı sürecinde Irak ve Suriye gibi komÅŸu ülkelerin devlet yapısının çöküÅŸünün uyandırdığı umutla beslenmekte ve toplumdan kopuÅŸu mümkün kılacak ÅŸartların en nihayetinde toplumu birarada tutan siyaset kurumunun zayıflamasına baÄŸlı olduÄŸu düÅŸüncesiyle mevcut siyaset karşıtı bloÄŸun ön cephesinde yer almaktadır. GeldiÄŸimiz noktada, yüreklendirilen PKK-HDP’nin, özellikle de DemirtaÅŸ çizgisinin, siyasi seçenekleri iddia edildiÄŸi gibi Kürt milliyetçiliÄŸi ile TürkiyelileÅŸme arasında olmaktan ziyade, ayrılıkçılığın farklı formları, yani özerklik ile tam bağımsızlık arasındadır.

SP-BBP’nin oluÅŸturduÄŸu “milli ittifaka” baktığımızda ise, bu iki partinin mevcut ÅŸartlar altında toplumda bir karşılığı olmadığı ve siyaset alanında doldurabilecekleri bir boÅŸluk bulunmadığı için güçlerini birleÅŸtirerek siyaset karşıtı bloÄŸa eklemlendiklerini görmekteyiz. Seçim sürecindeki söylemlerine odaklandığımızda, AK Parti’nin olası düÅŸüÅŸünün kendilerine siyaset alanında doldurabilecekleri bir boÅŸluk açacağını düÅŸündükleri anlaşılmaktadır. Nihayetinde siyaset kurumuna yaslanmak zorunda olan bu partilerin, bu açıdan bindikleri dalı kestiklerini söylemek hiç de abartı olmaz. Günümüzde siyaset kurumuna karşı tavır alan bu siyasi partilerin, daha sonra halk iradesi ve siyaset savunuculuÄŸuyla oy toplamaya giriÅŸmeleri seçmenler nezdinde ilkesizlik.

Ä°SLAMCILARIN TRUVA ATLARI

Paralel yapı ise ideolojik darlığı, dışa kapalılığı ve sayısal olarak azınlıkta olması nedeniyle, en başından itibaren iktidar yürüyüÅŸünde daha “kestirme” yolları (devlet içerisinde devlet mekanizması kurmak gibi) tercih ettiÄŸinden en başından itibaren siyaset kurumuna mesafe koymakta ve onu kendisine alternatif bir alan görerek etkisiz kılmak istemektedir. Demokrasiyi ve siyaset kurumunu bürokratik vesayet karşısında savunur gözüktüÄŸü dönemde, bir taraftan devlet içerisinde kendisine rakip gördüÄŸü Kemalist-ulusalcı ekibi tasfiye edip onun yerini almakla meÅŸgul olduÄŸu, diÄŸer taraftan da ideolojik olarak farklılaÅŸtığı AK Parti’ye sızarak siyaset kurumunu dizginlemek istediÄŸi son dönemdeki geliÅŸmelerle açıkça ortaya çıkmış durumdadır. Tüm stratejisinin açığa düÅŸmesiyle de, son üç seçimdir tüm riskleri alarak AK Parti ve siyaset karşıtı bloÄŸun üst aklı rolünü oynamaktadır.

Yine, ülkede sermaye sınıfının temsilcisi konumundaki TÜSÄ°AD, iktidarın ekonomi alanından ve birlikte iÅŸ tuttuÄŸu bürokratik sınıftan siyaset alanına ve dolayısıyla emeÄŸi temsil eden halka kaymasına hep karşı olmuÅŸtur. Bu amaca yönelik olarak, bir taraftan siyaset kurumu içerisinde siyaseti zayıflatmak isteyen parti ve gruplarla iÅŸbirliÄŸine girmiÅŸ, diÄŸer taraftan da siyaset kurumunu dizayn etmek için siyasi iktidarlar üzerinde medya gibi silahlarını kullanarak müdahalelerde bulunmuÅŸtur. Dolayısıyla, TÜSÄ°AD sadece bu seçimle sınırlı olmayıp, siyaset karşıtı bloÄŸun en başından itibaren doÄŸal bir üyesi durumundadır.

Bürokratik vesayet güçleri de, seçilmiÅŸleri atanmışlar karşısında etkili bir konuma yükselten siyaset kurumuna düÅŸman ve kapalı bir sınıf olarak siyaset karşıtı blokta yerini almaktadırlar. Ancak daha önce açıktan siyasete yapılan müdahalelerin geri tepmesi (mesela 27 Nisan muhtırası gibi) sivil ve askeri bürokrasinin, elbette son 13 yılda deÄŸiÅŸen güç dengelerinin de etkisiyle, eski dönemlere nazaran geri planda, gizil ve pasif bir konumda kalmasına sebep olmaktadır.

Gezi sürecinde muhafazakar mahallede görünürlük kazanan anti-kapitalist ve “duyarlı” Müslümanlar ise, kategorik olarak iktidar iliÅŸkilerine duydukları mesafe nedeniyle siyaset kurumuna tavır almaktadırlar. Postmodern okumalarına ihaneti görev bilip, iktidarın sadece siyaset kurumuna (devlete) has bir olgu olduÄŸu naifliÄŸiyle hareket eden bu “epistemolojik cemaat,” her ne kadar etkileri ÅŸimdilik olabildiÄŸince sınırlı olsa da, siyaset-dışı iktidar odakları için muhafazakar mahallede siyaset kurumunun zayıflatılması noktasında Truva atı rolü oynamaktadır.

Toplumu temsil etme gücü olabildiÄŸince sınırlı sol-liberaller de aynı ÅŸekilde, yücelttikleri bireysel otonomi ve yeni nesil grup hakları davası üzerinden iktidar (devlet) ve otorite olgusuna kategorik bir karşı duruÅŸ sergilemektedirler. Ä°ktidar karşıtlığını siyaset karşıtlığına indirgemek gibi bir dar görüÅŸlülükle, gerektiÄŸinde siyaset-dışı iktidar odaklarıyla iÅŸbirliÄŸinden çekinmeyen aktörler olarak karşımızda durmaktadırlar. Bu seçimde, siyaset karşıtı bloÄŸa “entelektüel” payanda rolünü oynayarak gerekli desteÄŸi sunmaktalar.

Son olarak, “uluslararası toplum,” küreselleÅŸmiÅŸ Batı-merkezli “sivil toplum imparatorluÄŸuna” karşı Batı-dışı toplumlar ancak siyaset kurumu (devlet) üzerinden egemenlik ve bağımsızlık mücadelesi verebilirler. Bu baskılar, uluslararası medya organları, sivil toplum kuruluÅŸları ve çeÅŸitli uluslararası örgütler gibi siyaset-dışı aktörler aracılığıyla yürütüldüÄŸü gibi, siyaset ve gizli/açık güvenlik güçlerinin bizzat devreye girmesiyle de gerçekleÅŸtirilebilmektedir.

SÄ°YASET Ä°L SÄ°YASET KARÅžITLIÄžI

Özetle, AK Parti karşıtlığı ÅŸeklinde tezahür eden siyaset karşıtı “gerici” tarihsel blok, siyaset kurumu içerisindeki uzantıları üzerinden bir “gizlenme” stratejisi geliÅŸtirmiÅŸ durumdadır. Bu strateji en genel anlamıyla, ülkedeki iktidar mücadelesine damgasını vuran büyük resmin, yani siyaset ve halk karşıtlığının gizlenmesini kapsamaktadır. Bu stratejiye göre, bir yandan CHP ve MHP’nin çatışmasızlık siyaseti ve ekonomik vaatler üzerinden potansiyel AK Parti seçmenini yanına çekmesi, diÄŸer yandan da Kürt ve Gezi sosyolojilerinin bir araya getirilip PKK-HDP’nin barajı geçmesinin saÄŸlanmasıyla AK Parti’nin siyaset kurumu içerisindeki alanının daraltılması amaçlanmaktadır. Paralel yapıya düÅŸen görev ise, bir yandan holding medyasına AK Parti’nin “halk düÅŸmanı” olduÄŸu izlenimini yaratacak “mühimmatı” saÄŸlamak, diÄŸer yandan da AK Parti’yi uluslararası mecralarda DAÄ°Åž gibi örgütlerle iliÅŸkilendirerek gayri-meÅŸrulaÅŸtırılmasına ve gerekirse doÄŸrudan müdaheleyle devrilmesine zemin hazırlamaktır.

Gerçektende, siyaset karşıtı koalisyonunun bu seçimlerde elde edeceÄŸi olası bir baÅŸarı, AK Parti’nin etkisizleÅŸmesiyle sınırlı kalmayacak, bizzat siyaset kurumunun etkisizleÅŸmesi ve diÄŸer iktidar odaklarının doÄŸacak boÅŸluÄŸu doldurmasıyla neticelenecektir. Bu da siyasetin ve halkın, 2002 öncesinde olduÄŸu gibi, tekrardan merkezden çevreye itilmesi, iradesinin gasp edilmesi ve öznelik iddiasını yitirmesi sonucunu doÄŸuracaktır. Ancak siyaset karşıtı blok açısından kazanılacak bu zafer, bloÄŸu oluÅŸturan bazı aktörlerin, ilkelerini siyasi fırsatçılık ve ölüm-kalım mücadelesi adına sınırları zorlayacak ÅŸekilde esnetmeleri, fazlaca yıpranmalarına ve demokratik güçler karşısında bir sonraki karşılaÅŸmada dağılmalarına yol açma riski taşımaktadır. Dolayısıyla, AK Parti ve siyaset karşıtı bloÄŸun bu seçimlerde muhtemel bir baÅŸarısı, bir Pirus zaferine dönüÅŸebilir.

Demokratik güçler ise, baÅŸta muhafazakar-dindar halk kesimleri ve demokrat aydınlar olmak üzere farklı toplumsal gruplardan oluÅŸmakta ve AK Parti ÅŸemsiyesi altında toplanmaktadırlar. AK Parti en başından itibaren atanmışlara karşı seçilmiÅŸleri, sermaye gibi siyaset-dışı aktörlere karşı siyasi “kararı” ve uluslararası müdahalelere karşı yerel-milli iradeyi savunan bir hareket olmuÅŸtur. Bu, tam olarak, otoriter siyasete karşı halk iradesine yaslanan demokratik siyasetin savunulması anlamını taşımaktadır. Bu tercihleriyle, kendisinden önceki dönemlerde dışlanan halk kesimlerinin haklarını teslim eden, onları merkeze taşıyan ve siyaseti ve toplumu demokratikleÅŸtirme kaygısı taşıyan bir hareket hüviyeti kazanmıştır. Bunun sonucunda, girdiÄŸi seçimlerde halkın büyük desteÄŸini almıştır. Ancak, AK Parti’nin gerçekleÅŸtirdiÄŸi bu “sessiz devrim” tam anlamıyla nihayete ermiÅŸ deÄŸildir.

AK Parti’nin siyasi serüvenini kabaca iki döneme ayıracak olursak, bulunduÄŸumuz noktada ilk dönem sona ererken sadece siyaset kurumunun etkili olabilmesinin yolu açılmıştır. Ä°kinci dönemde, demokratik siyasetin iktidarı tamamıyla ele almasının (en azından kendisine düÅŸen kısmını) ve buna yönelik bir kurumsallaÅŸmanın gerçekleÅŸtirilmesi gerekmektedir. Bu noktada ön plana çıkan hususlar, sivil ve demokratik bir anayasanın yapılması ve baÅŸkanlık sistemine geçilmesidir. Bu adımlar, siyaset kurumunu iktidarın merkezine oturtarak, halk iradesinin demokratik meÅŸruiyetten yoksun piyasa, bürokrat sınıfı, paralel yapı, seçkinci aydınlar ve uluslararası güçler gibi aktörlerin iradesinin üzerine çıkmasını saÄŸlayacaktır. Böylece halk, kendi yolunu kendisi tayin ederek ülke siyasetinde temel özne ve aktör haline gelecektir.

Ancak, siyaset karşıtı bloÄŸun 2002 seçimlerinden bu yana ilk defa psikolojik üstünlüÄŸü AK Parti’ye kaptırmadığı bir atmosferde seçime gitmekteyiz. Seçim kampanyası sürecinde, siyaset kurumunu savunan demokratik güçler, siyaset karşıtlarının izlediÄŸi “gizlenme” stratejisi karşısında halka büyük resmi aktarma konusunda kaçınılmaz olarak zorluklar yaÅŸadı. Bu durum, büyük resmin geri plana itilerek, AK Parti’nin zayıf karnı konumundaki yereldeki sorunların ve tikel meselelerin ön plana çıkmasına yol açtı. Haliyle bu seçimde siyaset karşıtı bloÄŸun mevzi kazanmasını, en kötü ihtimalle de mevcut pozisyonunu korumasını beklemek gerekir.

Lakin Türkiye özelinde, son dönemdeki demokratik ve ekonomik dönüÅŸümler göz önüne alındığında, tarihin akışı ve toplumsal geliÅŸim çizgisi siyaset karşıtı bloÄŸun uzun süreçte etkisini yitireceÄŸini göstermektedir. Kısa vadede, siyaset karşıtı bloÄŸun bu seçimlerde devreye soktuÄŸu “gizlenme” stratejisi kamuoyunda bir ÅŸekilde aÅŸikar olacak ve toplumsal desteÄŸini zayıflatacaktır. Uzun vadede ise AK Parti liderliÄŸindeki demokratik güçlerin, daha etkili bir konuma geleceÄŸini ve “Yeni Türkiye”yi kurumsallaÅŸtıracak adımları atarak halkın iktidarını mühürleyeceÄŸini beklemek gerekir.

[Star Açık GörüÅŸ, 7 Haziran 2015]