GAZZE’YE karşı 27 Aralık’ta İsrail’in başlattığı operasyonun dünya kamuoyunda yarattığı şaşkınlığın nedeni saldırının sürpriz olması değil, trajedinin boyutları. Bu topraklar ölümlere, bombalamalara, saldırılara, yaratıcı isimler konulan operasyonlara yabancı değil.
Özellikle saldırıdan önce geçen son altı hafta içinde tarafların yaptıkları açıklamalar ve İsrail ablukasının Gazze’de ağırlaştırdığı koşullar gerilimi iyice tırmandırmıştı.
Hamas’ın 19 Aralık’ta son verdiği ateşkes sonrasında İsrail topraklarına attığı roketlere İsrail’in bir karşılık vereceği bekleniyordu. Ama bugüne kadar 800’den fazla Filistinlinin ölümüne ve 3000’den fazlasının yaralanmasına yol açan ve kara harekátı ile devam eden bu çapta bir saldırıya hazırlıklı olmak mümkün değil.
Türkiye gündeminde, İsrail’in Gazze saldırısı kadar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı sert açıklamalar da tartışma yarattı. Başbakan, İsrail’in saldırısını sadece ‘insanlık suçu’ olarak tanımlamakla kalmadı, aynı zamanda İsrail Başbakanı Ehud Olmert ile temaslarını dondurduğunu açıkladı.
Başbakan Erdoğan’ı böylesine sert bir açıklama yapmaya iten sebeplerin başında, 22 Aralık’ta yani saldırıdan sadece 5 gün önce, Ankara’yı ziyaret eden Olmert’in ‘Gazze’de insani bir dram yaşanmayacağı’ konusunda söz vermiş olması geliyor. Bu söz nedeniyle Başbakan saldırıya ‘Bu Türkiye’ye karşı yapılmış bir saygısızlıktır’ diyerek tepki gösterdi.
Sözlerinde durmadılar
Nitekim böyle bir sözün verildiği İsrail’in Ankara Büyükelçisi Levy tarafından da teyit edildi. Ancak İsrail yönetimine göre Gazze’de insani bir kriz söz konusu olmadığı gibi, Ankara’nın gizli tutulan bir askeri operasyondan haberdar edilmeyi beklemesi de gerçekçi değil.
Türkiye’yi zor durumda bırakan bir başka neden ise Olmert’in Ankara ziyareti ile saldırı arasında çok kısa bir süre olmasından kaynaklanıyor. İsrail Gazze’ye yönelik bombardımana başlamadan bir gün önce Dışişleri Bakanı Tzipi Livni acil bir toplantı için Kahire’ye gitti. Livni’nin Hamas saldırılarına daha fazla hedef olmaya müsamaha göstermeyecekleri yönünde Mısırlı yetkililerle görüştüğü bildirildi.
Öte yandan, Livni’nin orada bulunma sebebini operasyon hakkında Mısır’a bilgi vermek olarak görenler de var. Bu değerlendirmeyi yapanlar Olmert’in Türkiye ziyaretine de şüphe ile yaklaşıyorlar.
Arabuluculuk askıda
Bütün bu sebeplere Ankara’nın arabulucu sıfatı ile İsrail ile Suriye arasında görüşmeleri yürütmesi de eklenince, Türkiye’nin içine sokulduğu güç durum daha aşikár bir hal alıyor. Filistin’de savaş varken, Türkiye’nin Suriye ile İsrail arasında bir barış görüşmesinde arabuluculuk yapması beklenmeyeceğinden, bu görüşmeler de askıya alınmış durumda.
İsrail ile ilişkilerin geleceğini göz önüne alarak, Başbakan’ın tepkisini ‘aşırı’ bulan görüşler var. Ehud Olmert’in bütün hazırlıkları tamamlanmış bir askeri harekátın varlığına rağmen, Gazze’de bir saldırının olmayacağı anlamına gelen garantiler vermiş olması, Türkiye’ye karşı söylenmiş bir yalandır.
İsrail ile Suriye arasında barış görüşmelerini yürüttüğü bir dönemde Türkiye’nin bu şekilde aldatılmış olması, diğer ülkeler gözünde de itibarını zedeleyen bir durumdur.
İsrail’i ikna etmek!
Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından bu noktada verilen tepki, meselenin insani boyutu bir yana bırakıldığında bile aşırı değil, yerindedir. Bununla birlikte, Türkiye’nin İsrail ile diplomatik, askeri ve ekonomik ilişkilerini tamamen kesmesini bekleyenlerin istekleri de gerçekçi olmaktan uzaktır.
Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri koparması bölgede barış sağlanmasına hiçbir şekilde katkı sağlamayacağı gibi sürecin tamamen dışına itilmesine de sebep olacaktır. İki ülke arasında iyi ilişkiler ve şimdiye kadar varolan güven Türkiye’ye Ortadoğu’nun pek çok köşesinde inşa edilecek barış için ayrıcalıklı bir yer tanımıştır.
ABD’nin İsrail tarafında sahip olduğu güvene bölgenin geri kalanında sahip olmaması, Türkiye’nin İsrail-Suriye görüşmelerinde olduğu gibi arabuluculuk rolü üstlenebilmesi imkánını yaratmıştır.
İsrail ile tüm iletişim kanallarının kapanmasına yönelik bir tavır Türkiye’nin ateşkese ve bölgede istikrara sağlayacağı katkıyı da ortadan kaldıracaktır.
Her ne kadar, son yaşananlarda olduğu gibi, diyalog yolunun açık olmasının İsrail’i ikna etmek veya yönlendirmek adına bir anlam ifade etmediğini ileri sürecekler olsa da, Türkiye’nin barış sürecine cüzi katkılarını sunabilmesinin ve Filistinlilere yardım elini uzatabilmesinin tek yolu da budur. İsrail ile bütün diplomatik ilişkilerin kesilmesinin aynı zamanda Filistin ile de ilişki kurmayı zorlaştıracağı gerçeği göz ardı edilmemelidir. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler sadece Ortadoğu’daki sorunlar bağlamında düşünülemez.
Silah anlaşmaları
İki ülke arasındaki ilişkiler, özellikle 1990’ların ortalarında imzalanan pek çok askeri ve ekonomik anlaşma ile zirve yapmıştı. Bugün de bu anlaşmaların pek çoğu devam etmektedir.
Türkiye’nin insani nedenlere dayanan sert tepkilerine karşın İsrail ile ilişkilerini yürütmekte olmasının nedenlerinden biri de bu askeri anlaşmalara duyulan gereksinimden kaynaklanmaktadır. Türk ordusu, Amerika'nın satmayı kabul etmeyerek dolaylı olarak yönlendirdiği süreçte, pek çok silahı ve askeri teknolojiyi İsrail’den temin etmektedir.
Yahudi lobisi
Üstelik İsrail’in PKK ile mücadelede silahların kullanımına ilişkin Avrupa’daki parlamentoların veya Amerikan kongresinin çıkardıkları zorlukları çıkarmaması da anlaşmaların devamını etkilemektedir. Nitekim Olmert’in son ziyareti sırasında yeni bir askeri anlaşmanın imzalanmış olduğu da ileri sürülmektedir.
Türkiye-İsrail ilişkilerinin bir başka boyutu ise, Amerika’daki etkin Yahudi lobisinin ‘Ermeni soykırımı’ tasarısının kabulüne karşın şimdiye kadar Türkiye’ye verdiği destektir.
Seçim kampanyası boyunca Ermeniler tarafından desteklenen ve ‘soykırım’ iddialarını tanıyacağına dair yazılı beyanlarda ve taahhütlerde bulunan Barack Obama 20 Ocak’ta görevi devralıyor. Seçimlerin sonuçlanmasının ardından Türkiye, pek çok diplomatik girişimde bulunarak Obama’nın dış politika ekibine söz konusu tasarının iki ülke ilişkilerini zedeleyeceğini aktardı. Ancak Ermeni lobisi karşısında Türkiye’nin işi çok da kolay gözükmemektedir. Türkiye’nin tezlerini destekleyen Yahudi lobisinin saf değiştirmesi ise sonucu doğrudan etkileyecektir.
Kaybetmeyi göze alamaz
Ayrıca AK Parti hükümeti tarafından İsrail’in politikalarına ilişkileri keserek verilecek tepki, hükümetin takip etmekte olduğu ‘komşularla sıfır problem’ prensibine dayanan dış politika anlayışını da zedeler. İsrail, Türkiye’nin sınır komşusu olmamakla birlikte, bölgesel huzursuzlukların giderilmesinde ve bölgede sağlıklı ilişkiler kurabilmesinde kilit ülkelerden biridir. Bu nedenle de bütün bu dış politika planının dışında tutulması mümkün değildir.
Aynı zamanda İsrail’in de Türkiye ile iyi ilişkiler yürütmeye duyduğu ihtiyaç avantaja çevrilebilir.
İsrail’in uzun vadede coğrafyasındaki bütün ülkelerle savaş halinde olmayı kaldıramayacağı gerçeği, belli konularda çözüme yönelmesine neden olacaktır. Bu anlamda Türkiye, İsrail için kaybedilmemesi gereken bir ülkedir.
Türkiye’nin tutumu, sorunun aktörlerinden birini dışlamak değil Ortadoğu’da barışın sağlanması için çözüm arayışı içinde olmaktır. Gazze’de saldırıların başlamasının ardından ateşkesi sağlamak için başlatılan tek diplomatik inisiyatifin Türkiye tarafından yürütülüyor olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
Diplomatik inisiyatif
Başbakan Erdoğan’ın çıktığı Ortadoğu turunun en önemli sonucu ortaya konan iki aşamalı plan değildir. Önce ateşkes, sonra Filistinli gruplar arası uzlaşı olarak özetlenebilecek bu planı hayata geçirmek son derece zordur. Sadece Ortadoğu gezisi kapsamında yer alan Suriye, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan arasında bile çözüme ilişkin fikir birliği sağlamak kısa vadede kolay olmayacaktır.
Bölge ülkelerinin Filistin’de insanlar ölürken, hızlı bir şekilde uzlaşması güç gözükmektedir. Nitekim İsrail’in kara harekátını başlatmış olması da bunu desteklemektedir.
Ancak, böyle bir gezinin gerçekleştirilebiliyor olması, Türkiye’nin son yıllarda bölge ülkeleri ile ilişkilerde oluşturduğu güçlü altyapıyı kullanması bakımından önem taşımaktadır.
Bu kısa gezinin en anlamlı adımı, Başbakan Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nun Suriye’de Halid Meşal ile yaptığı görüşmedir. Hükümet’in bu noktaya ağırlık verdiği, Davutoğlu’nun görüşmeler için tekrar Şam’a gönderilmesinden de anlaşılmaktadır.
Davutoğlu çalışıyor
Ankara’nın öncelikle yapacağı katkı Hamas’ı daha pragmatik hareket etmeye sevk etmek, Filistinli gruplar arasında uzlaşıyı temin etmek olacaktır.
Ankara Hamas ile ilişkilerinden çözüm üretebilir. BM Filistin Gözlemciliği görevini sürdürmekte olan Prof. Dr. Richard Falk’ın 2006’da Hamas-Ankara görüşmelerine atıfla söylediği gibi ‘Türkiye’nin bu girişimlerinden istifade edilebilseydi Gazze halkının refahı ve İsrail’in güvenliği çok daha iyi durumda olabilirdi ve Hamas’ın istekli olduğu uzun süreli ateşkes hayata geçirilebilirdi.’
Bugün Türkiye aynı ortamı yeniden yaratma çabası içindedir. Türkiye’nin bu konudaki gücünü sınırlı görenlere karşın girişim, dünya tarafından dikkatle izlenmektedir. Ankara’nın sorunun bütün aktörlerini süreç içinde tutabilecek ilişkilerini kullanması çözüm alternatiflerini artıracaktır. Gösterilen sert tepkinin, katı ve sonuca varmayacak politikalar yerine, çok kanaldan yürütülen etkin diplomatik girişimlerle bütünleştirilme çabası bu nedenle anlamlı ve önemlidir.