SETA > Yorum |

Fransa'da Sarkozy Dönemi ve AB-Türkiye İlişkileri

SETA KONFERANS KonuÅŸmacı:     Dr. Hasan Yavuz     BaÅŸbakan Danışmanı / Marc Bloch Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih: 14 Mayıs 2007 Pazartesi Saat: 15.00 Yer: SETA, Ankara

SETA KONFERANS

KonuÅŸmacı:     Dr. Hasan Yavuz     BaÅŸbakan Danışmanı / Marc Bloch Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Tarih: 14 Mayıs 2007 Pazartesi Saat: 15.00

Yer: SETA, Ankara

Avrupa BirliÄŸi’ne aday ülke statüsü devam eden Türkiye ile eÅŸzamanlı olarak Fransa’da da cumhurbaÅŸkanlığı seçimleri gündeme damgasını vurdu. Mayıs ayı ortası itibariyle Türkiye’de cumhurbaÅŸkanlığı seçimi tartışmaları sürerken, Fransızlar 7 Mayıs günü, Türkiye’yi AB içinde görmek istemediÄŸini açıkça belirten sağın adayı Nicolas Sarkozy’yi iÅŸbaşına getirdi. Dr. Hasan Yavuz, 14 Mayıs Pazartesi günü saat 15.00’te SETAVakfı’nda Sarkozy’li Fransa’nın eskisinden farklı olup olmayacağı ve AB-Türkiye iliÅŸkilerini ne ÅŸekilde etkileyeceÄŸi konularını deÄŸerlendiren bir konferans verdi.

Takdim – Dr. Ä°brahim Kalın:    Fransa’daki seçimler Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Hem Türkiye’nin AB sürecinde yaÅŸayacağı yeni dönemeçler açısından, hem de Fransa’da yaÅŸayan Türkler ve genel olarak Avrupa’daki siyasi dengeler açısından bu konu büyük önem arz ediyor. Avrupa’da son yıllarda Merkel’in seçim kampanyasıyla baÅŸlayan enteresan bir süreç var. Åžu ana kadar Türkiye’nin AB üyeliÄŸine karşıtlığa dayalı bir iç politika izlendi. Almanya’da Merkel hatırlarsanız bu çerçevede önemli mesajlar vermiÅŸti. Sarkozy bunu daha da ileri götürerek özellikle televizyonlarda yaptıkları tartışmalarda Türkiye’nin AB üyeliÄŸine doÄŸrudan karşıtlığı bir seçim unsuru olarak öne çıkarmıştı. Bunun bir kısmı iç siyasetle ilgili olarak deÄŸerlendirilebilir. Ama aynı zamanda Türkiye’nin AB sürecinde önümüzdeki yıllarda ne tür zorluklarla karşılaÅŸacağının da önemli bir göstergesi. Türkiye’nin özellikle AB kamuoyuna yönelik vereceÄŸi mesajları belirlemesi açısından da aslında bu siyasi dinamikler önem arz ediyor. Türkiye’de Fransa’yı ve Fransa siyasetini yakından takip eden bir akademisyen olarak bugün Dr. Hasan Yavuz’u dinleyeceÄŸiz.

Dr. Hasan Yavuz :    TeÅŸekkür ediyorum. Türkiye ile eÅŸzamanlı olarak CumhurbaÅŸkanlığı seçimi ve ardından milletvekili genel seçimleriyle birlikte, Fransa ile Türkiye’nin aynı kulvarda devam ettiÄŸi bir süreci yaşıyoruz. Bu süreç her iki ülkeyi, dolayısıyla AB içerisindeki konumumuzu ve Fransa-Türkiye iliÅŸkilerini çok yakından ilgilendiriyor. Seçimlerde temel argümanlar olarak kabul edilen, adaylar tarafından da temel argüman olarak gündemde tutulan Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci  Fransız kamuoyunda ciddi anlamda tartışıldı ve hâlâ tartışılmaya devam ediyor. Bugünkü Sarkozy’li Fransa’yı algılayabilmemiz için çok kısa olarak Fransa-Türkiye iliÅŸkilerinin tarihi perspektifini ana hatlarıyla incelemek, buna baÄŸlı olarak da Türkiye-AB iliÅŸkilerine göz atmakta fayda var.

Türkiye-AB iliÅŸkileri hem Türkiye hem de AB ülkeleri kamuoyunun çok yakından takip ettiÄŸi 40 yılı aÅŸan uzun bir süreç. Bu dönem içerisinde Türkiye NATO’ya üye olması, AET üyeliÄŸi adı altında enerji, petrol havzaları açısından 2005 yılında faaliyete geçmesi öngörülen bir antlaÅŸma imzalanması, daha sonra 2002 yılında Türkiye’ye aday olabileceÄŸi bir statü verilmesi, 2004’te devlet ve hükümet baÅŸkanlarının Türkiye’nin tam üyelik müzakeresinin baÅŸlayacağı ve 2005 Ekim’inde baÅŸlama kararını vermiÅŸ olması Türkiye açısından önemli geliÅŸmelerdir. 2005 Ekim’inden bu yana hepimizin yakından takip ettiÄŸi gibi AB-Türkiye müzakere süreci zaman zaman iniÅŸli çıkışlı, zaman zaman açılıp kapanan ve zaman zaman da duraÄŸan bir biçimde devam etmektedir.

Avrupa perspektifi açısından, AB-Türkiye iliÅŸkilerini destekleyenlerin de desteklemeyenlerin de argümanları vardır. Destekleyenlerin iddialarına baktığımızda AB’nin en önemli iki güçlü ülkesi, Avrupa politikalarının harmanlandığı, ekonomik ve felsefi anlamda temel motor kabul edilen Almanya ve Fransa, bizim iliÅŸkilerimizde çok önemli bir rol oynamaktadır. Merkel ve Chirac öncesi Almanya ve Fransa’nın tavrı iniÅŸli çıkışlı da olsa destek özelliÄŸi taşımaktaydı. Ekonomik iliÅŸkileri ön planda tutan Fransa’nın bu ekonomik argümanları kullanmak suretiyle Türkiye’ye AB üyeliÄŸi sürecinde ciddi anlamda destek verdiÄŸini görüyoruz. Destekleme anlamında bir diÄŸer önemli neden Türkiye’ye müzakere tarihi verilmediÄŸi takdirde Batı ile Ä°slami gelenek arasında emniyetsiz ve zorlu bir ortamda kalacağına, bu durumun Türkiye’yi politik, coÄŸrafi, bölgesel anlamda sıkışık duruma iteceÄŸine inanılmasıydı. Destekleyenlerin önemli bir baÅŸka iddiası da Türkiye’nin Avrupa ve OrtadoÄŸu arasında, demokrasi ile Müslüman topluluklar arasında birleÅŸtirici bir unsur olabileceÄŸi idi. DiÄŸer bir temel kriter de Türkiye’nin Avrasya ve OrtadoÄŸu bölgesinde Batı’nın yandaşı olarak AB’nin etkisini ortaya koyabileceÄŸi, hem Avrasya’da, hem de OrtadoÄŸu’da enerji, petrol ve diÄŸer ekonomik kaygıları ön plana alarak Batı ile bu bölgeler arasında bir köprü olabileceÄŸi noktasıydı. Önemli argümanlardan bir tanesi savunma politikalarıdır ile ilgilidir. BildiÄŸiniz gibi ÅŸu anda Avrupa’nın en temel mücadelelerinden birisi savunma politikalarıdır. AB’nin savunması nerede baÅŸlayacak, nerede bitecektir, hangi askeri güçle yapılacaktır, NATO ile iliÅŸkileri nasıl dizayn edilecektir? Dolayısıyla askeri kapasitesi ve sınır güvenliÄŸi Türkiye’nin üyeliÄŸinin desteklenmesinde önemli rol oynamıştır.

Karşı çıkanların da iddiaları vardır. Her ÅŸeyden evvel karşı çıkanlar ÅŸunu argüman olarak ortaya koyuyorlardı: Tarım ve bölgesel kalkınma çerçevesinde milyarlarca Euro Türkiye’ye aktarılacaktır. Bu AB bütçesine ciddi sıkıntılar, yükler getirecektir. Türkiye’nin üyeliÄŸi AB’nin AmerikanlaÅŸmasını hızlandıracaktır. Ä°ngiltere’nin başını çektiÄŸi bir Anglo-Sakson kültürü AB içerisinde Amerika dengelerini gözetmektedir. DiÄŸer taraftan Almanya-Fransa ittifakının ve Benelux ülkelerinin içinde bulunduÄŸu böyle bir felsefi yapı içerisinde Türkiye’nin üyeliÄŸi AB’nin AmerikanlaÅŸmasına ivme kazandıracaktır. Kültürel farklılıklar ve çok dinlilik ortaya çıkacak, AB çok etnik yapılı bir toplum haline dönüÅŸecektir. Aslında Avrupalılar bu karşı argümanlarıyla kendi demokratik ve geçmiÅŸ kültürleriyle de çeliÅŸki içerisine düÅŸmüÅŸlerdir. Oysa Avrupa hem Ä°slami kültür anlamında, hem de diÄŸer dinler, kimlikler anlamında çok kültürlülüÄŸü temel alan bir felsefe üzerine oturtulmuÅŸtur. Bir diÄŸer önemli neden olarak Hıristiyan Batı kavramı öne sürülmektedir, ki bu Hıristiyan demokrat partilerin öne sürdüÄŸü bir görüÅŸtür. Türkiye Hıristiyan-Yahudi geleneÄŸi üzerinde yükselen Avrupa deÄŸerlerini ve kültürünü paylaÅŸmadığı için ortak kimlikte bir sorun çıkacaktır. Dolayısıyla bu noktada tehlikeli bir unsur olarak görmüÅŸlerdir ve karşı çıkmaya devam etmektedirler. Son olarak bugün cumhurbaÅŸkanı seçilen Sarkozy de Türkiye’yi “Asya’da küçük bir ülke” olarak takdim etmiÅŸ ve “Kapadokya halkının Fransız çocuklarına Avrupa halkı olacağını nasıl anlatabilirim”  serzeniÅŸinde bulunmuÅŸtur. Tabi bu arada ısrarla vurgulanan bir köprü kavramı vardır. Ä°slam dünyasıyla Batı dünyası arasında, Müslüman topluluklarla demokratik kültür arasında bir köprü oluÅŸturması sözkonusudur. Türkiye’ye biçilen rol budur demek suretiyle Türkiye’yi farklı bir kulvara çekmek noktasındadırlar. Fransa’nın dillendirdiÄŸi imtiyazlı ortaklık statüsü bu köprü kavramıyla sanki birliktelik taşıyormuÅŸ gibi. Dolayısıyla Türkiye’de siyaset önderlerinin köprü kavramına dikkat etmesi gerektiÄŸi kanaatindeyim. Burada girdi olarak imtiyazlı ortaklık vurgulanmak veya kabul ettirilmek isteniyor. Bu konu ciddiyetle analiz edilmeli.

AB ile ilgili temel argümanları ve süreci bu ÅŸekilde özetledikten sonra, bugünkü süreci daha iyi analiz edebilmek için Fransa - Türkiye iliÅŸkilerinin tarihine bakalım. Türklerle Fransızlar deyine ilk akla gelen olumlu ittifak, 1. Fransuva ile Kanuni Sultan Süleyman’ın ittifakıdır. Ticari ittifak vardır, askeri ittifak vardır. Askeri anlamda Fransa ile Türkiye arasındaki ilk ittifak, Osmanlı donanmasının  Fransa’nın Tulon ÅŸehrinde 6 ay – 1 yıl boyunca dinlendirilmesine izin çıkmasıydı. Ticari iliÅŸki hepinizin de bildiÄŸi gibi Osmanlılar tarafından Fransız tüccarlara verilen imtiyazlar, diÄŸer bir adıyla kapitülasyonlar veya özel hükümlerdi. Özellikle Ä°zmir’de, Ege bölgesinde bunun çok yaygın olduÄŸunu görüyoruz ve bu baÄŸlamda özel hükümlerin Osmanlı’da ilk uygulandığı ülke Fransa olmuÅŸtur. Bu anlamda da tarihi süreç içerisinde çok temel bir ticari iliÅŸkimiz vardır. Ama bu zaman zaman negatif bir pozisyon unsuru olmuÅŸ, Osmanlı ekonomisine zarar veren bir unsur haline de gelmiÅŸtir. Fransa-Osmanlı iliÅŸkilerinin bu iki temel boyutuna ekleyebileceÄŸimiz üçüncü bir temel boyut, 18. yy’dan itibaren Fransa’nın Osmanlı’nın kültür, sanat ve eÄŸitim hayatına tesir etmeye baÅŸladığı dönemdir. Tarih içerisinde Fransa ile Çanakkale’de olduÄŸu gibi, bugünkü Çukurova bölgesinin bir kısmının Suriye’ye devredilmesi, MaraÅŸ’tan Fransızların çekilmesi gibi karşılıklı çatışma, antlaÅŸma veya saygı üzerine kurulmuÅŸ birtakım iliÅŸkilerimiz mevcuttur. Aydınlanma dönemi diye bilinen 17. yy da baÅŸlayan karşılıklı iliÅŸkiler daha da geliÅŸme gösterir, artık Osmanlı’nın son döneminde tamamen diplomasiden maliyeye, askeri alandan siyaset alanına, sanayiden medeniyete, eÄŸitim, sanat ve kültüre varıncaya kadar bütün alanlarda Fransız kültür ve sanatının etkisini Osmanlı’da görmek mümkündür. O dönemlerde Fransızca bilmeyen adama Osmanlı’da aydın ve entelektüel denilmiyordu.

Osmanlı’nın yabancı bir ülkede daimi temsilcilik kurması o ülke açısından bir ÅŸereflik payesiydi. Ä°lk büyükelçimizi Avusturya’ya gönderdik. Fransa’nın Osmanlı’daki ilk büyükelçisi 1535 yılına dayanır. Osmanlı’nın Fransa’daki ilk büyükelçisi 1721 yılına rastlar. Dönemin tarihi belgelerinin tanıklık ettiÄŸi üzere Fransızlara göre Türk büyükelçisi üç önemli hususa sahipti: Osmanlı’nın mevcut gerilemesine raÄŸmen elçisi saygın geçmiÅŸi sebebiyle dünyanın en önemli büyük devletlerinden birinin temsilcisi olarak kabul ediliyordu. Türk büyükelçisi özel giysileriyle, uzun sakalıyla, ilgi çeken tavırlarıyla bütün meraklı gözleri üzerinde toplayan çok ayrıcalıklı bir ÅŸahsiyet olarak, bir sembol olarak kabul ediliyordu. Ve doÄŸulu elçi, insanların en naziÄŸi, en ağırbaÅŸlısı ve en bilge kiÅŸisi olarak kabul ediliyordu. Dolayısıyla Osmanlı büyükelçisi, evrensel bir insan doÄŸasının var olduÄŸu yolundaki zamanın gözde görüÅŸünün en somut örneÄŸi olarak Osmanlı-Fransız iliÅŸkilerinde bir temel unsuru teÅŸkil etmiÅŸtir.

Tanzimat dönemi ve sonrası iliÅŸkilerimiz çok daha hızlı geliÅŸen, çok daha iç içe girmiÅŸ, bizzat padiÅŸahın da zaman zaman yönlendirdiÄŸi bir iliÅŸkiler zinciri haline gelir. Özellikle Avrupa ile yakınlaÅŸmamızda tarihi bir dönüm noktası olan 1839 ve 1856 fermanlarıyla baÅŸlamış olan ekonomik, idari ve eÄŸitimle ilgili reformlarla sınırlı kalmayıp Fransa ile en üst düzeyde diplomatik iliÅŸkilerimiz baÅŸlamıştır. O kadar ileri gitmiÅŸtir ki giyim tarzlarında dahi dönüÅŸüm, diÄŸer bir ifadeyle alaturka tarzından alafranga tarzına geçiÅŸ dönemidir. Osmanlı toplumunun Fransız toplumuyla bu kadar birbirinden etkilendiÄŸi bir dönem yaÅŸanmıştır. Ta ki 19. YY.’ın ilk yarısındaki yenilik hareketleriyle Fransa’nın Osmanlı devleti üzerinde nüfuzu en üst seviyeye gelinceye kadar.

Osmanlı sonrası yeni oluÅŸacak devletin temel felsefesini oluÅŸturması bakımından o dönem içinde dört tane talebe Fransa’ya gönderilir. Bunlardan biri, Fransa’ya gönderilen ilk Müslüman Osmanlı talebesi, sadrazam Ä°brahim Ethem PaÅŸa’dır. Ethem PaÅŸa Türkiye’ye dönüÅŸünde sadrazamlığa kadar yükselmiÅŸ, reform hareketlerinde oldukça etkili olmuÅŸtur.

Türkiye-Fransa arasındaki iliÅŸkilerin temelini akabinde KurtuluÅŸ Savaşı sırasında imzalanan 20 Ekim 1921 tarihli Ankara AnlaÅŸması oluÅŸturmaktadır. Ä°ÅŸte genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Fransa’nın ilk baÄŸlantısı ve ilk anlaÅŸması budur. Bu anlaÅŸma ile Fransa Anadolu’da Mustafa Kemal tarafından baÅŸlatılan bağımsızlık hareketini de diplomatik bir üslup ile tanımıştır. Ankara anlaÅŸması Türkiye-Fransa iliÅŸkilerinin bugününü ve yarınını anlamamızda en temel unsur olarak kabul edilmektedir.

Yakın dönem Türkiye-Fransa iliÅŸkilerine baktığımızda, 14 yıl iktidarda kalan Mitterand ve 12 yıl iktidarda kalan Chirac’ın cumhurbaÅŸkanlığı döneminde iliÅŸkilerimiz özellikle Mayıs 1995’te Jacques Chirac’ın cumhurbaÅŸkanı seçilmesinden sonra geliÅŸme göstermiÅŸ ve bu tarihten sonra Fransa, Türkiye ile iliÅŸkilerine önem veren, ülkemizin stratejik konum ve önemini anlayan bir yaklaşım sergilemiÅŸtir. BildiÄŸiniz gibi Fransa anayasası, dış politikanın tespit ve yürütülmesi görevini cumhurbaÅŸkanına vermiÅŸtir. Dolayısıyla cumhurbaÅŸkanının ayrıcalıklı bir konumu vardır. CumhurbaÅŸkanı Chirac’ın temel felsefesi, diplomasiyi ekonomik menfaatlerin temininde bir araç olarak görmesiydi. Bu yaklaşım, iki ülke arasında geliÅŸme gösteren ekonomik iliÅŸkilere de ciddi anlamda etki saÄŸlamıştır. Ve gerek Helsinki gerek Lüksemburg zirvelerinde Chirac’ın son dakika giriÅŸimleriyle Türkiye-AB iliÅŸkileri ciddi krizlerden etkilenmemiÅŸ, belki de kurtulmuÅŸtur.

Fransa ile bu dönem içinde en uyuÅŸmadığımız nokta 2001 yılında sözde Ermeni soykırımının tanınmasına iliÅŸkin yasanın kabulüdür. Bu tanınma ile Türkiye-Fransa iliÅŸkilerinde gergin ve bunalımlı bir süreç baÅŸlamıştır. Ä°ki ülke arasındaki yakın iliÅŸkiler bir müddet kesintiye uÄŸramıştır. Ta ki biz bu çerçevede Paris büyükelçimizi istiÅŸarede bulunmak üzere Ocak-Mayıs 2001 tarihleri arasında Ankara’ya çağırmışızdır. Bu Türkiye’nin Fransa’ya vermiÅŸ olduÄŸu en diplomatik notalardan bir tanesiydi. Bu bunalımlı süreç ısrarlı çalışmaların, ekonomik iliÅŸkilerin, özellikle Türkiye’de yatırım yapan yaklaşık 400 Fransız ÅŸirketi’nin (AB içerisinde en fazla yabancı ÅŸirket sayısı Fransa’ya aittir) üst düzey yetkilileriyle yapılan görüÅŸmeler hem Türkiye’nin Fransa ile iliÅŸkilerinde, hem de Fransa’nın Türkiye’ye bakışında olumlu bir süreci baÅŸlatmıştır. Ticari iliÅŸkilerimizin önemi, ortak çıkarlarımızın mevcudiyeti Fransa ile iliÅŸkilerimizin yeniden canlandırılmasını saÄŸlamıştır. Bu yasa tasarısı biliyorsunuz Fransa’da ulusal mecliste geçti. YasalaÅŸabilmesi için Senatoda geçmesi gerekir. Senato sistemi Fransa’da çok daha farklı bir geleneÄŸe sahiptir. Senatörler seçimle iÅŸbaşına gelirler, ancak partiyi temsil etmezler. Tamamen yerel adaylardır, halkla çalışırlar. Tamamen siyasetten uzak, karar verme süreçlerinde etkili bir kurumdur senato. Tasarı ÅŸu an senatoda bekletilmektedir.

Fransa’daki ilk siyasi durumu kısaca özetlemekte fayda var. Alışık olmadığımız bir sistem var, Halk Hareketi BirliÄŸi dedikleri. Jacques Chirac’ın Cumhuriyet için Birlik Partisi, Halk Hareketi Birlik Partisi’ne dönüÅŸtürüldü. Chirac CumhurbaÅŸkanı, bu partinin genel baÅŸkanı ise genç, dinamik, atılgan, sözünü esirgemeyen bir politikacı, çıktı ve genel kurulda Chirac’a raÄŸmen baÅŸkanlığı aldı. Bu da Nicholas Sarkozy idi. Bütün gözler Sarkozy’nin baÅŸbakan olmasını beklerken Sarkozy’nin yıpranmasını hedefleyen dönemin CumhurbaÅŸkanı Chirac, Sarkozy’yi ekonomi ve maliye bakanı yaptı. Ülkede büyük bir iÅŸsizlik sıkıntısı, enflasyon vardı. Büyük holdingler ve ticaret adamları yeni üye olan Baltık ülkelerine doÄŸru kayıyorlardı. Bunu önlesin diye ekonomi bakanı yapıldı. Gerçekten Sarkozy o dönem içerisinde Fransız halkını cezbedecek ciddi önlemler aldı. Enflasyonu belli bir oranda düÅŸürdü. Ä°stihdamı belli bir oranda artırdı. Ve yıldızı gittikçe parladı. Biraz daha yıpranması düÅŸüncesiyle, Paris’teki banliyö olaylarının patlak vermesinden önce göçmen yasaları, yabancı yasaları, ülkedeki kimlik krizi için içiÅŸleri bakanı yapıldı. Sadece Strasbourg veya Paris kentinde binlerce arabanın yakıldığı, ÅŸiddet ve yaÄŸmalama olaylarının yapıldığı Fransa, gittikçe içe kapanıyordu. Toplum, yabancılara karşı ırkçı duygular içinde Fransa’nın demokrasi tarihine uymayan bir noktaya doÄŸru gidiyordu. Sarkozy, güçlü ekibiyle kararlı hareketleriyle öyle refleksler geliÅŸtirdi ki zaman zaman sert politikalarla bu olayların üzerine gitti ve olayların azalmasını saÄŸladı.

Hatta o yıllarda Müslüman camileri ve derneklerini ne yapalım, tartışması baÅŸladı. Çünkü bildiÄŸiniz gibi Fransa laik bir ülkedir, 1901 tarihli kültürel dernekler kanunu ve 1905 tarihli dini dernekler kanunu vardır. Fakat bu dini dernekler kanunu Paris ve Lyon’da geçmez, sadece Alsace-Lorraine bölgesinde geçerlidir. Ama Sarkozy iç iÅŸlerine gelir gelmez bir sekreterya oluÅŸturdu ve ülkedeki bütün Müslümanların cemiyet, cami, derneklerini illegaliteden legaliteye çekeceÄŸim, sloganıyla iÅŸe baÅŸladı. Ben de buna olumlu yaklaÅŸanlardan birisiydim. Çünkü binaların en alt katlarında ibadet yerleri vardı. Oralarda kültürel ve dini amaçlı toplantılar yapılıyordu. Bu Fransız toplumunun modernite ve medeniyet anlayışına çok ters geliyordu. Ä°slam ve Müslüman imajı, din imajı yara alıyordu. Özellikle 11 Eylül Amerika saldırısı, Madrid’de, Paris’te patlayan bombalardan, Cezayir olaylarından sonra Fransa’da Ä°slami faaliyetler mercek altına alındı, çünkü buralar kontrolsüz bir ÅŸekilde dini radikalizmin ve batılıların tabiriyle bir nevi terörün odağı haline gelmiÅŸ bulunuyordu. Böyle bir refleksin geliÅŸtirilmesi Müslüman aklın ve düÅŸüncenin modernizmle, modern dünyayla, diplomasiyle, Fransız toplumuyla ve Fransız yönetim ve idare anlayışıyla bir uzlaÅŸma zemini oluÅŸturabilir miydi? Bu noktada hakikaten baÅŸarılı olundu. Bugün Fransa’da ilk defa laik bir ülkede bizdeki Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı gibi deÄŸil, daha özerk, daha sivil, daha seçime dayalı, ülkede bulunan bütün Müslüman toplulukların katıldığı bir Ä°slam Konseyi oluÅŸturuldu. Ve bunu baÅŸaran da günün içiÅŸleri bakanı Sarkozy’di. Böylece Chirac’ın politik anlamda yıpransın diye verdiÄŸi görevi baÅŸarıyla devretti ve yıldızı bir kez daha parladı. Aday olacak mı olmayacak mı tartışmalarıyla gelinen noktada adaylığını koydu ve kazandı.

AB üyeliÄŸimize Fransa’da desteÄŸin en azaldığı dönemlerde bir tanesi de Ermeni soykırımı yasasının tanınmasıyla ilgili dönemin arkasından bölgesel ve yerel seçimlerin yapıldığı döneme rastlar. O da 2004 Mart ayıdır. Fransa’da 400.000 civarında Türk vardır ve bütün Türk ve Müslümanlardan oluÅŸan yabancı sayısı aÅŸağı yukarı 5 milyondur. Ä°slam gettolarda hapsolmuÅŸ, entegre olamayan bir kültürel kimlik olarak algılandığı zaman ister istemez Fransız toplumuyla bir çatışma ortamı doÄŸmaktadır. Ve bunu da politikacılar seçimlerde çok iyi kullanarak iç politikaya alet etmektedirler. Dolayısıyla yerel ve genel seçimlerde bu tür negatif unsurlar ortaya çıkarılmak suretiyle Türkiye ve Türkler üzerinden AB - Türkiye sürecine anti-sempati reaksiyonu geliÅŸtirmiÅŸlerdir. BildiÄŸiniz gibi en son 6 Mart 2005 yılında Sarkozy’nin genel baÅŸkanlığını yaptığı siyasi partinin genel kurulunda alınan ÅŸu karar artık Türkiye’nin Sarkozy’yi dikkatle izlenmesi gereken bir politikacı olarak görmesine yol açmıştır. Bir iktidar partisinin genel kurulunda Türkiye’ye kesinlikle ayrıcalıklı bir ortaklık verilmesini içeren bir karar metni çoÄŸunlukla kabul edilmiÅŸtir. Kararda esnek ifadeler kullanılmakta; amacın dost ülke Türkiye’nin reddedilmesi olmadığı, AB Anayasası’nda öngörülmüÅŸ olan ayrıcalıklı ortaklığın önerildiÄŸi, Türkiye ile gerçek bir ortak pazar ve sınai projelerin, birçok iÅŸbirliÄŸi alanında mevcut olduÄŸu belirtilmektedir.

Tabi bu arada muhalefetteki siyasi parti de Türkiye’nin AB’ne üyelik sürecinin desteklenmesi noktasındadır.  Bunu da Fransa içindeki yabancı oyların kendi partilerine kanalize edilmesi için bir siyasi taktik olarak görmekteyiz. AB Anayasası’yla uyumlu hale getirilmesi için öngörülen anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi paketi Fransa’da 28 Åžubat 2005’te parlamentoda kabul edilmiÅŸtir. Bu deÄŸiÅŸiklik önergesinde bir madde eklenmiÅŸtir ki, bu madde özellikle Türkiye’nin AB üyelik sürecini ciddi anlamda tıkayacak ve engelleyecek bir unsurdur. Åžimdi Sarkozy seçildi. Ama geçtiÄŸimiz üç gün boyunca dış politika danışmanları Brüksel-Paris arasında mekik dokumaktadırlar. Bu süreci nasıl aÅŸabileceÄŸiz diye ÅŸu anda Fransa kendi içinde refleksler oluÅŸturmaktadır. AB üyesi ülkelerin bir kısmı parlamentolarından geçirmek suretiyle anayasalarının referandumunu saÄŸlamışlardır. Ama Hollanda, Fransa gibi ülkeler halka sunmuÅŸlardır ve %53 oranında ret gelmiÅŸtir Fransız halkından. Åžimdi Sarkozy’nin önünde Türkiye açısından en temel sıkıntı budur, bunun formülasyonunu bulmak için ciddi bir çaba sarfedilmektedir. Åžu anda bu reform maddesini üçe bölmek, paketi parçalamak suretiyle, bunu parlamentodan geçirilebilecek ÅŸekliyle nasıl ayarlayacaklarının hesabını yapmaktadırlar. Artık seçim, propaganda dönemi bitmiÅŸ, reel politika baÅŸlamıştır. Sarkozy politikacı olma noktasından devlet adamı olma noktasına doÄŸru gitmeye baÅŸlamıştır. Fransa’yı hem Avrupa’da hem dünyada bir aktör ülke yapacağım iddiasındaki bir siyasetçinin Türkiye’ye devlet adamlığı statüsüyle bakması hem bizim hem de onların yararına olacaktır.

Fransa’daki Türkler bizim AB ile ve Fransa ile iliÅŸkilerimizde önem arzetmektedir. Fransa’da deniz aşırı ülke bakanlığı vardır. Yani Fransa coÄŸrafyasının dışındaki Fransızlara ait özel bir bakanlık vardır. Fransızlar kendi ülkelerinde yaÅŸayan yabancılara iki gözle bakmaktadırlar: yabancı ve göçmen. Göçmen, o ülkede doÄŸan ve vatandaÅŸ olmamış insanlardır. Yabancı, geldiÄŸi ülkede doÄŸmuÅŸ, ama Fransa’da yaÅŸayan insanlar. VatandaÅŸ da olsa bunlar yabancıdır. Fransız yurttaÅŸlık anayasasında yurttaÅŸlığı bir devlet kültürü olarak kabul etmektedirler. Fransız yurttaşı olabilmeniz için Fransa’nın milli statüsünde, milli kültüründe bir ruha ve öz benliÄŸe sahip olmanız lazım. Onun için ülkedeki yabancılara oy hakkı verilmemektedir. Ama vatandaÅŸ iseniz seçme ve seçilme hakkınız vardır; vatandaÅŸlığı almamışsanız, o ülkede 20-30 yıl yaÅŸamış olsanız bile seçme hakkınız yoktur. Bu Fransa’da büyük bir tartışma konusudur.

400.000 civarında Türk insanımız vardır Fransa’da. Ciddi anlamda genç bir potansiyeldir. %60’ı 30 yaşın altındadır. Ä°ÅŸçi kesimidir ve iÅŸsiz kaldıkları zaman kendi iÅŸ yerlerini kurabilen, inÅŸaat, tekstil ve restorasyon sektöründe baÅŸarılı insanlardır. KurmuÅŸ oldukları ÅŸirketler üçüncü grup aile ÅŸirketleridir. Ama bizdeki gibi yabancı sermaye olarak kabul edilebilecek Türklere ait güçlü kurumların oranı %1’dir. Üniversiteye devam eden öÄŸrencilerin sayısı %7’dir. Bu çok küçük bir rakamdır. GeçtiÄŸimiz 5 yıl içinde ilk kez bir avukat, bir doktor, bir gazeteci, ilk kez bir muhabir yetiÅŸmiÅŸtir. Bu Türkiye’nin çok geç kaldığı bir konudur. Fransa’daki Türkler izole olmuÅŸ, kendi aralarında iliÅŸkileri olan bir toplum olarak kabul edilirler. Ama Fransızların büyük bir çoÄŸunluÄŸu da yabancılar içinde en uyumlu, en ÅŸiddete meyil etmeyen, teftiÅŸ olaylarından uzak duran, hırsızlık gibi adi vakalardan uzak duran bir toplum olarak Türkleri kabul etmektedirler. Türklerin en sevdikleri özellikleri kendi aralarında güçlü bir dayanışmaları olmasıdır. Ama hala modern toplumla uyum saÄŸlayabilecek kültür, eÄŸitim ve sanat alanında ciddi bir atılımları yoktur. Gettolarda izole olmuÅŸ durumda yaÅŸamaktadırlar. Fransızlar Türklerin entegrasyon problemi olduÄŸunu ifade etmektedir. 

Chirac’lı dönemden sonra Sarkozy’li Fransa dönemi. Åžu anda hem Fransa kamuoyunda hem Türkiye kamuoyunda bundan sonraki iliÅŸkilerimizin hangi temele dayanacağı konuÅŸulmaktadır. Fransa’da son cumhurbaÅŸkanlığı seçimi 2002’de 16 adayla baÅŸlamıştı. Bu yıl 2007 seçiminde 12 aday vardı. Bu adaylardan yarısı bayandı. En güçlü adaylardan birisi Ségolène Royal’di. Fransız halkı 23. cumhurbaÅŸkanını seçti. Ä°ki turlu bir cumhurbaÅŸkanlığı seçimi var. 1. turda en fazla oyu alan iki aday 2. turda yarışıyor. Halk seçiyor, 1. turda adaylarını adil bir ÅŸekilde hem televizyon ekranlarında, hem basında ve kamuoyunda ortak bir ÅŸekilde görüyor. Fransızlarda çok beÄŸendiÄŸim bir hususiyet vardır. Siz de aday olabilirsiniz. Senatodan ya da parlamentodan belli bir oranda imzayı alır, aday olursunuz. Ama seçim harcamalarınızı ÅŸeffaf bir ÅŸekilde ortaya koymanız lazım. Kesinlikle seçimlerde aday olacak siyasi partilerin temsilcileri deÄŸil, ÅŸahıslar ön plandadır. Herhangi bir siyasi partiden üç tane, beÅŸ tane aday çıkar. Ama kongrede bizim en güçlü adayımız budur derler. Bu adaylara bütçelerinin ne kadar olduÄŸu sorulur. Parası yoksa devlete müracaat eder. Devlet de ona normal vatandaÅŸa verdiÄŸi kredi ÅŸartlarında krediyi tevdi eder. Ve bütün harcamalarını devlet idaresine bildirir. Bu ÅŸeffaf ortamda devam eder. Hiçbir isim gayri meÅŸru harcamada bulunamaz.

Fransa’da 1. tur seçimlerin en büyük sürprizi François Bayrou oldu. Fransa Demokratik BirliÄŸi Partisi’nin genel baÅŸkanıdır. Uzun müddet Fransa siyasetinde bulunmuÅŸtur. Ama ben ÅŸu özelliÄŸiyle kendisini iyi tanırım. 6 çocuklu, magazin sayfalarına geçmemiÅŸ, dinine baÄŸlı, kültürüne baÄŸlı, çok iyi bir Katolik Hıristiyan. Ä°ÅŸte Fransız halkının onu 1. turda direksiyona oturtmasının en temel sebebi bu. Son iki adaydan Segolene Royal Sosyalist Partisinin adayıdır. Partinin genel baÅŸkanı Fransuva Holland Royal’in nikahsız kocasıdır. Fransızlar tepki göstermesin diye seçime girerken resmi nikah yaptılar. Öbür taraftan Sarkozy de aynıdır. Sarkozy’nin Macar asıllı babası üç kadınla evlenmiÅŸ, sonra birinci hanımına dönmüÅŸ, ondan da Nicholas Sarkozy olmuÅŸ. Sarkozy’de iki evlilik yaptı ve seçim öncesi eski eÅŸine döndü. Elize sarayında kalabalık ailesiyle ilk kez bir göçmen çocuÄŸu olarak göreve baÅŸlayacak. Bunlar da Fransız toplumunda seçim öncesi tartışılan unsurlardı. Ama 1. turun galibi François Bayrou, ırkçı temel fikirlerden uzak daha ziyade milli, dini, ulus kavramlarını öne çıkararak bir ahlak, kültür normuyla Fransız olmayı beraberinde getirmiÅŸ ve sürpriz bir ÅŸekilde % 18.57 ile 1. turun kilit ismi olmuÅŸtur.

Bu seçimlerde sürprizler vardı. Bu sürprizleri ÅŸöyle sıralayabilirim. Fransa ilk kez 2. Dünya Savaşı’nı yaÅŸamamış bir cumhurbaÅŸkanına kavuÅŸmuÅŸtur. 1965 Charles de Gaulle döneminden beri, ki Sarkozy çok iyi bir de Gaulle’cüdür. Ben, de Gaulle’cüyüm ama deÄŸiÅŸimden yanayım demektedir. Åžimdiki deÄŸiÅŸim politikalarıyla ikinci bir de Gaulle olarak Fransa tarihine geçme arzusu vardır. 1965 yılından beri ilk defa katılım oranı yüksek bir seçim olmuÅŸtur. %85 ile bir rekor kırılmıştır. Oysa beklenti tam tersiydi. Yine 30 yıldan beri Fransa tarihinde ilk kez saÄŸ, muhafazakar, milliyetçi oylar bu kadar bir araya toplanabildi. Yani %53 rakamı. Chirac da %80 oy almıştı, ama Chirac’ın seçilmesindeki konjonktür tamamen farklıydı, onun karşısında bir ırkçı vardı. O nedenle Chirac’ın oylarının tamamı saÄŸ oylar deÄŸildir. Dolayısıyla Sarkozy 30 yıldan beri ilk defa saÄŸ seçmeni bu kadar toparlamıştır. Fransa’da ilk kez bir göçmen, iÅŸçi çocuÄŸu, üstelik sert göçmen politikalarını savunan bir göçmen, cumhurbaÅŸkanı seçilmiÅŸtir. Ä°lk kez Elysée sarayında çocukları ve ailesiyle kalan yabancı bir cumhurbaÅŸkanı göreceÄŸiz. Bu dedikoduların daha da yoÄŸun olacağı anlamına geliyor. Ä°ÅŸte seçimi kazandıktan sonra Malta’da ünlü bir Fransız iÅŸadamının yatında tatil yapması gündeme geldi. Bu Fransız toplumunun hiç alışık olduÄŸu bir ÅŸey deÄŸildi. Fransız toplumunun bunu nasıl sindireceÄŸi önümüzdeki dönemde merakla beklenen konulardan bir tanesi.

Sarkozy, babası 17. yy da Macaristan’da Osmanlı akınlarına karşı savaÅŸmış bir neslin çocuÄŸudur. Ä°ÅŸçi çocuÄŸudur. Annesi ise Selanikli bir Yahudi ailenin hukuk öÄŸrencisi kızıdır. Nazi kamplarından, Macaristan’dan kaçarak Fransa’ya yerleÅŸmiÅŸ bir iÅŸçi çocuÄŸudur. Fransız seçmenin gözünde Sarkozy karakteri ÅŸöyle algılanmaktadır. Dinamik, enerji dolu ve gençtir. Netice alma isteÄŸi vardır, hırslıdır. Sabırsız ve yarı otoriterdir. Kibirli ve popülist bir kiÅŸiliÄŸe sahiptir. Reform yapmayı deÄŸil, devrim yapmayı sever. Fransa’nın artık reforma ihtiyacı yok, Fransa’nın devrime ihtiyacı var, demektedir. Ä°ddialı ve kararlı bir kiÅŸiliÄŸi vardır. Mitterand ve Chirac’a göre çok daha deÄŸiÅŸimcidir. Liberal fakat de Gaulle’cüdür. Biraz da devletçidir. Fransa’da demokrasinin iki güçlü ayağına inanır. Güçlü saÄŸ, güçlü sol. Fransa’da demokrasiyi canlı tutacak en önemli unsurun bu olduÄŸuna inanır. Sosyal devletten ödün vermeden yanadır. Ä°ÅŸsizliÄŸi önleyebilmek için, göçmenlerin sorunlarını halledebilmek için sosyal devletin temel ilkelerinden bazılarından ödün verecektir. Göçmen politikalarında sertlikten yanadır. GüvenliÄŸi çok önemsiyor. Dış politikada kendisini ve Fransa’yı uluslararası aktör yapmak istiyor. Onun için Türkiye’nin AB üyeliÄŸinin karşısında. Ekonomi, vergi ve iÅŸsizlik mücadelesinin kaçınılmaz olduÄŸuna inanıyor. Alışılmış Fransa’yı deÄŸil daha saÄŸ, daha dinden yana, daha Amerikancı bir Fransa’yı savunuyor. Avrupa’da Ä°slam’ı deÄŸil, Fransa ve Avrupa’da Avrupa’nın Ä°slam’ını savunmaktadır. Türkiye ile iliÅŸkilerde ciddi bir viraja girilmiÅŸtir. Sertlik yanlısı ve Türkiye aleyhtarı politikalarıyla hemen yumuÅŸama beklenmemelidir. CumhurbaÅŸkanlığı seçimi Türkiye açısından en kötü alternatif olarak görülmelidir.   Önümüzdeki müzakere dönemi içerisinde Sarkozy’nin karakterine, kiÅŸiliÄŸine ait unsurları politikasında ve siyasetinde göreceÄŸiz.  Bence artık Türkiye ile Fransa, AB ile Türkiye arasında çok daha reel çok daha gerçekçi bir zemine doÄŸru gidiyoruz.  Kopenhag ve Mastrich kriterlerinden ziyade derin Avrupa’da kültür ve din farkı temel unsur haline gelmiÅŸtir. Sarkozy de bu noktadadır. Türkiye’deki son siyasi hareketlere baktığımızda da AB karşıtlarının temel argümanlarında bunun olduÄŸunu görüyoruz. Fransız kamuoyu ile Türk kamuoyu arasında bir benzerlik oluÅŸmaktadır.

ABD’nin Fransa’daki rolü hiçbir zaman tartışılamaz.  Sarkozy de Gaulle hayranı olarak Amerikancı olmakla birlikte AB’nin AmerikanlaÅŸtırılması sürecinde ya etkin rol oynayacak ya da bu süreci engellemeye çalışacaktır. Türkiye’yi de AmerikanlaÅŸtırma politikası içinde bir figür olarak görmektedir. Önümüzdeki günlerde Sarkozy ciddi anlamda Türkiye ile karşı karşıya gelecektir. AB’de Sarkozy’yi bekleyen en temel problemlerden birisi anayasasında din maddesi olacak mı, olmayacak mı? AB Anayasası Hıristiyan kültürden etkilenecek midir, ne derece etkilenecektir? Sarkozy ekibi bu unsuru öne çıkarmaktadır. Biz Hıristiyan kültüre sahibiz. Dolayısıyla Avrupa kültürü içinde Türkiye ve Ä°slam kültürü din zorlukları yaÅŸayacaktır. Bunun için Türkiye’nin yeri AB deÄŸildir. AB’nin sınırı Irak, Ä°ran ve Suriye olamaz diyor. AB’nin sınırını Fransız çocuklarına anlatamayız, demek suretiyle bir ajitasyon politikası uygulamaktadır.

GeniÅŸlemeden rahatsız olmakta, geniÅŸlemenin durması gerektiÄŸine inanmaktadır. Avrupa-Akdeniz stratejik bölge iÅŸbirliÄŸi adı altında bir birlik önermekte ve bu birliÄŸin başına da Türkiye’nin gelmesinin daha iyi olacağı noktasından hareket etmektedir. Bu argümanı güçlendirmeye çalışmaktadır. Türkiye Küçük Asya’dır, Avrupa deÄŸildir, demekte. Kapadokya halkının Avrupalı olabileceÄŸini Fransız öÄŸrencilere ben anlatmakta zorluk çekerim, diyecek kadar da siyasi arenada baskıyı ortaya koymaktadır. Oysa bugün Fransa’da herkes Türkiye’nin nerede olduÄŸunu çok iyi biliyor. Burada gizli bir alay da sözkonusu. Oysa Sarkozy’ye göre sadece coÄŸrafi deÄŸil, kültürel, dini ve aynı zamanda kimlik sorunu vardır. AB ile Türkiye’nin uyumunda bir kimlik sorunu vardır. Türkiye ile Fransa arasındaki temel iliÅŸkiler Sarkozy’yi güç duruma itmektedir ve bugün sabah itibariyle Fransız iÅŸ adamlarının ortaya koyduÄŸu tavır Sarkozy’ye geri adım attıracaÄŸa benzemektedir. Dedikleri de ÅŸudur. Türkiye ile Fransa arasında 10 milyar dolarlık ticaret hacmimiz vardır. Sayın Sarkozy sen bu gücü görmemezlikten gelemezsin. Onun için Almanya’da Merkel’in seçim öncesi uyguladığı politika ile seçim sonrası uyguladığı politika arasındaki politikacıdan devlet adamlığına dönüÅŸümü senin yapman lazım noktasında bugün sabah da ültimatom derecesinde bir deklerasyon yayınladılar. Türkiye’ye böyle bakamazsın. Türkiye enerji havzaları, petrol havzaları ve Avrasya-OrtadoÄŸu iliÅŸkileri bakımından çok önemli bir noktadır. Türkiye’de Fransız ÅŸirketlerinin ciddi yatırımları vardır. Yabancı sermaye olarak girmek istemektedirler. Turizm açısından Fransızlarla anlaÅŸmalarımız vardır. Dolayısıyla ÅŸu anda Türkiye hakkındaki politikalarımız deÄŸiÅŸti, demek suretiyle ültimatom niteliÄŸinde ÅŸeyler yayınlamışlardır.

Fransa’da yaÅŸayan 400.000 Türk maalesef Türkiye tarafından hiçbir argüman olarak deÄŸerlendirilmemiÅŸtir. Hâlâ biz Avrupa’daki Türklere Türkiye’de seçme hakkını dahi verememiÅŸizdir. Bu Türkiye adına ciddi bir kayıp. Ama özellikle Fransa’nın başını çektiÄŸi bir argüman da geliÅŸmiÅŸtir ÅŸu anda Avrupa’da. EÄŸer Türklere Türkiye’deki seçimlere Fransa’da oy hakkı verilecek olursa bu millet çok politik bir millet, çok organize olabilen bir millet, çok disiplinli bir millet, tamamen entegrasyon politikamıza ters düÅŸecektir, diye karşı çıkmaktadırlar. Bazı temel noktalarda haksız da deÄŸildir. Ama bizim bunu bir ÅŸekilde aÅŸmamız gerekmektedir.

Sarkozy’li Fransa’nın Türkiye ile ilgili bir önemli sorunu Ermeni meselesidir. Bu Ermeni meselesini nasıl halledecektir, biraz önce ifade ettiÄŸim gibi ulusal meclisinde kabul edilen, senatodan geçmesi beklenen sözde ermeni soykırımının inkarının suç sayılması ile ilgili yasa teklifine karşı olmadığı bilinmektedir. Ancak ne zaman senatodan geçeceÄŸi noktasında bir tarih ve iÅŸaret vermemiÅŸtir. Çözümün ÅŸöyle olması noktasında Sarkozy bir temel felsefe geliÅŸtirmeye çalışıyor. Tarihçilerin, araÅŸtırmacıların ve kiÅŸilerin bireysel olarak farklı tezler söylemesinin cezalandırılamayacağını, sadece soykırım aleyhine yapılacak gösteri ve yürüyüÅŸlerin yasa ile yasaklanmasından yana olduÄŸu mesajını vermiÅŸtir.

Seçim yorgunluÄŸunu atmak için tercih ettiÄŸi tatil yöntemi Fransa’da tartışma konusu olmuÅŸtur. Bu tatili bile bize izleyeceÄŸi politikalar için önemli ipuçları vermektedir. Ä°ÅŸ dünyasını, ekonomi dünyasını görmemezlikten gelemeyecektir. Bütün bunlardan sonra Türkiye ÅŸunu unutmamalıdır. Sarkozy ve Merkel’li bir AB tam üyelik müzakere süreci daha da zorlaÅŸmıştır. AB-Türkiye iliÅŸkilerinde kriterlerde olmayan ama derin Avrupa politikalarının ve halklarının tarihsel ÅŸuur altlarında var olan en gerçekçi konuların tartışılacağı bir döneme doÄŸru giriyoruz. Bu benim ÅŸahsi kanaatimdir. Bugüne kadar ki politik söylemler gerçekçilikten uzaktı. Hep iç politik malzemeydi, hep siyasi amaçlı konuÅŸmalar ve görüÅŸmeler yapılıyordu. Oy amacı vardı. Ama ÅŸimdi iki lider var. Biri Sarkozy. Saydığım özellikleriyle karşınızda duruyor. Bu iyi midir, kötü müdür? Ben iyidir diyenlerdenim. Benim saklayacak, gizleyecek hiçbir eksik tarafım yok. Türkiye için söylüyorum. Tarihimde, geçmiÅŸimde hiç kamburum yok. UzlaÅŸmacı, toleransçı, çoÄŸulcu, demokratik kültüre sahip bir geleneÄŸe sahibiz. Bizim birbirimizi anlayacak tarihi zeminimiz, tarihi tecrübemiz vardır. Ama Fransa ve Avrupa ile iliÅŸkilerimizde ideal politik dönemden reel bir politik döneme giriyoruz. ErdoÄŸan ve Sarkozy’yi bu durumu seven iki lider olarak görüyorum. Ve önümüzdeki dönem içinde AB-Türkiye iliÅŸkilerimizin ve Fransa-Türkiye iliÅŸkilerimizin saÄŸlam durulabilirse, argümanlar rasyonel olabilirse, aydınlar ve düÅŸünürler, ülkenin geleceÄŸini tayin eden kanaat önderleri devreye girer, toplumlar farklılıklar içerisinde bir arada yaÅŸamanın güzelliklerini ve modellerini ortaya koyabilirlerse medeniyetler adına çok önemli bir dönüÅŸüm ve barış projesi gerçekleÅŸebilir. Ama bunun tersi de mümkündür. Bu olaya hangi gözle baktığımızla alakalıdır.   


Dr Hasan Yavuz: 1984 yılında Marmara Üniversitesi Ä°lahiyat Fakültesi’nde lisans eÄŸitimini tamamladı. Bir süre Strazburg ve Brüksel’de parlamento muhabiri olarak çalıştıktan sonra 2000 yılında Marc Bloch Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde dinler tarihi alanında yüksek lisansını ve 2005 yılında da medeniyetler tarihi alanında doktorasını tamamladı. 2003 yılından beri BaÅŸbakan MüÅŸaviri olarak Türkiye’de bulunan Yavuz, “Avrupa BirliÄŸi Ülkelerinde Din-Devlet Ä°liÅŸkileri” konusunda doçentlik çalışmalarını sürdürmekte ve Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans ve doktora seminerleri vermektedir. Yavuz, Fransızca, Almanca ve Arapça dillerini konuÅŸmaktadır.