Dış politika yapım süreçleri büyük oranda uzun vadeli ve makro hedefleri gözetir. Belli dönemlerde ve durumlarda ise kısa veya orta vadeli menfaatlere yoğunlaşır. Genellikle kullanılan metotlar dinamik; prensipler ise statiktir. Prensiplerin hızlı şekilde değiştiği dönemlerde politika yapımı zorlaşır. Geçen hafta ‘futbol diplomasisi’ ile başlayan sürecin Erivan, Bursa ayaklarından sonra ‘üçüncü maçımıza’ dönüştürülen Washington ayağını kaybettik. Bu durum karşısında merkez medyada bakanın istifasını isteyen kalemlerden, komşularla sıfır problem yaklaşımının ‘mavi boncuk’ dağıtarak iflas ettiğini dile getirenlere; ABD Ankara elçisinin ‘Türkiye’de yeni bir iktidar arayışı içerisine girdiğini’ söyleyecek kadar ileri gidenler de oldu. Öncelikle ‘istifa etmeli’ şeklindeki müthiş yaklaşıma göre 1980’lerden bu yana neredeyse her sene bir dış işleri bakanını ‘ermeni soykırımına’ kurban vermemiz gerekirdi. Çünkü hali hazırda 20’ye yakın ülke, ABD’de 41 eyalet bir şekilde bu iddiaları kabul etti.
Son gelişmelerden sonra ‘komşularla sıfır problem’ yaklaşımının ‘saçma, akılcılık açısından içi boş bir hayal’ olduğunu söyleyenler de çıktı. Düzeyleri birbirine karıştıran bir yaklaşım tarzı bu. Yarınla bugünü, vizyonla oyun planını birbirine karıştıran bir yaklaşım. Temenni ile temin etmek arasındaki alanda yapılan işe siyaset dendiğini unutan bir bakış açısı. Bu yaklaşıma göre ‘Yurta Sulh, Cihanda Sulh’ diyen Atatürk aslında sadece ‘naïf bir hayalperest’ değil aynı zamanda ‘saçma bir hedefin peşinden’ giden liderdir. Öyle ya, komşularla bile sorunlarını çözmeyi hedefleyen yaklaşım ‘akılcılık açısından’ sorunlu ise; dünyada sulh peşinde koşan bir yaklaşıma ne diyeceğiz! Hem de yedi düvel memleketinin üzerine çökmüşken!
Hasılı kelam, ‘komşularla sıfır problem’ bir dış politika teknolojisi değil prensibidir. ‘Metod, teknik ve kurallar’ arasındaki derin ilişkiyi bilim felsefesinden örneklerle anlatmaya kalkacak değiliz. ABD-Türkiye ilişkilerindeki sorunlar veya protokollerindeki sıkıntılar da öncelikle prensiplerinizi değil metodunuzu veya teknolojinizi gözden geçirmeyi icbar eder. Eğer dış politikanın o dinamiklerinde sorun bulamazsanız prensibinizi sorgulamaya başlarsınız. Aksi takdirde her zor dönemeçte prensibinizi sorgularsanız işi protokol belgesindeki imza ıslak mı ya da parmak izi var mı tartışmasına kadar götürebilirsiniz! Hoş, bunu da garipsemeyiz! Ahmet Davutoğlu’nun 7 yıldır ‘ABD ile politika önceliklerimiz sorun alanlarından dolayı bölgemizde paralel’ değerlendirmesini yüzlerce kez dillendirdiğini göz ardı ederek; Obama başkan seçilmeden önce bakanın ABD’ye giderek ‘bu cümleyi söyledi, bakan oldu’ diyen bir yaklaşım var karşımızda. Garipsemeyiz çünkü ‘yalçın’ bir kalem ülkemizde iktidarı ABD elçisine değiştirirse; bir kaç sayfa ilerisindeki de dış işleri bakanımızı ABD’ye seçtirir!