Kafkasya'daki yeni düzende yer almak isteyen ülkeler arasında Rusya ve ABD'nin yanı sıra İsrail'den Fransa'ya, İran'dan Hindistan'a birçok ülkenin hesabı var. Bu hesabın da basitçe 'bölgede istikrar' olmadığını söylemeye gerek dahi yok. Böyle bakıldığında Ermenistan'ın Türkiye üzerinden Batı ile entegrasyonu ABD için olumlu bir gelişme.
ABD’deki Türk uzman, gazeteci, siyasetçi ve diplomatlarını aylarca uğraştıran soykırım tasarısı tartışmaları dönemi yine açıldı. Kongre’nin alt kanadı Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı Kaliforniya Milletvekili Howard Berman’ın, ABD Yönetimi’nin 1915 Olayları’nı soykırım olarak tanımasını isteyen 252 numaralı karar tasarısını 4 Mart’ta komisyonda oylatma niyeti olduğunu açıklaması, zaten karmaşık olan Türkiye-Ermenistan ilişkilerini daha karmaşıklaştırdı. Türkiye ile Ermenistan arasında imzalanan protokollerin hayata geçirilmesi konusunda ortak bir zeminin oluşmaması zaten yeterince gerginliğe yol açarken, buna bir de karar tasarısının eklenmesi dengeleri de iyiden iyiye değiştirmiş görünüyor. Ancak tarışmanın bu yıl geçen yıllardakinden biraz daha farklı olduğunu söyleyebiliriz. Öncelikle tasarıyla ilgili durumun ne olduğuna ve bu duruma nasıl gelindiğine kısaca göz atmakta yarar var. ABD Kongresi’nin her iki kanadında da 24 Nisan tarihinin ABD Yönetimi tarafından soykırımı anma günü olarak tanınmasını, başkanın da 24 Nisan tarihli konuşmasında soykırım kelimesini kullanmasını isteyen karar tasarısı her yasama döneminde farklı içeriklerle gündeme geliyor. Şu anda gündemde olan tasarı Ermeni Lobisi’nin önemli isimlerinden Adam Schiff tarafından 17 Mart 2009’da Temsilciler Meclisi’ne sunulan ve halen 435 üyeli Meclis’te 137 destekçisi bulunan karar tasarısının herhangi bir yaptırım gücü bulunmuyor. Tasarının Temsilciler Meclisi’nin görüşünü yansıtması için alt komisyondan geçtikten sonra, Meclis gündemine alınması, akabinde Meclis Genel Kurulu’nda oylanarak kabul edilmesi gerekiyor. 2007 yılında Komisyon’dan geçen tasarı, Meclis Başkanı Nancy Pelosi tarafından gündeme alınmamıştı.
Neden şimdi? Nisan ayının 24’ü yaklaştıkça ABD Kongresi’nde etkin Ermeni Lobisi’nin hareketlenmesi her yıl yaşanan bir durum. Özellikle seçim yıllarında bu hareketlenmenin sonuç üretmesi daha da ihtimal dahilindedir. Ancak bu yıl Ermenistan ile Türkiye arasında devam eden protokol müzakereleri nedeniyle tasarının komisyonda görüşmeye açılması biraz sürpriz oldu. Bu sürprizin dahili ve harici bir çok nedeni var. Öncelikle ABD içi sebeplere bakarsak, en önemli sebebin Demokratların kalesi Massachusetts eyaletinin efsanevi senatörü Ted Kennedy’nin ölümüyle boşalan koltuğa bir Cumhuriyetçi’nin seçilmesi oldu. Obama’ya önseçimler sırasında zafer kazandıran desteğiyle bilinen Kennedy, bu sefer ölümüyle Obama’ya daha başkanlığının ilk yılında ilk seçim yenilgisini tattırmış oldu. Bu yenilgide Obama’nın 24 Nisan’da soykırım kelimesini kullanmamasına tavır koyan Ermeni kökenli seçmenlerin kızgınlığının da payı olması, seçim bölgesinde Ermeni kökenli vatandaş bulunan tüm Kongre üyelerini alarma geçirdi. Daha önceleri tasarıyı gündeme almayacağını belirten Berman’ın, ani tavır değişikliğindeki en önemli etken de kendi seçim bölgesindeki Ermeni seçmenlerin gazabına uğrayacağından korkması. Ancak bu sadece Berman’ı harekete geçiren sebep olarak kayda geçirilmeli. Kongre işi dengeler değişti Bunu destekleyen birçok yan sebep de mevcut. Bunlara da kısaca değinmek gerekirse: Temsilciler Meclisi’ndeki Türk Dostluk Grubu Eşbaşkanı Robert Wexler’ın ocak ayı başında Kongre’den ayrılarak bir düşünce kuruluşunun başına geçmesi Türkiye’nin etkinliğini zaafa uğrattı. Kongre’de son derece etkili, siyasi vizyonu olan, İsrail Lobisi’nin özellikle sol kanadı üzerinde etkisi bilinen Wexler’ın yeri henüz doldurulamadı. Bunun yanı sıra yine Kongre’de daha önce Pelosi üzerinde etkisi bilinen ve 2007 yılında yaptığı son dakika müdahalesi ile tasarının Genel Kurul’a gelmesini engelleyen emektar isimlerden Jack Murtha’nın hastalığı nedeniyle bir süre Kongre’den uzak kalması ve nihayetinde ölümü bir diğer önemli sebep. Türkiye’nin tezlerini savunan önemli bazı isimlerin kendi seçim bölgelerinde Ermeni Lobisi’nin desteğine sahip isimlerle mücadele etmek zorunda olmaları ise Berman’a desteği artırıyor. Yine Türkiye’ye destek veren bazı önemli isimlerin bu yasama yılı sonunda emekliye ayrılacak olması da Berman’ı harekete geçiren etkenlerden biri. Ayrıca gerek sağlık sistemi gerek Afganistan konusunda Kongre’de zor anlar yaşayan Obama Yönetimi de bir de bu konuda Kongre ile karşı karşıya gelmek istemiyor. Türkiye’nin İsrail’le yaşadığı gerginlikten rahatsız olan, daha önce Türkiye lehinde davranan İsrail Lobisi’ne yakın isimlerin şimdi daha mesafeli konuşması, Türkiye aleyhinde davranmasalar bile, lehinde de davramayacakları mesajını vermeleri de önemle kayda geçirilmeli. Tüm bunların birleşimi Berman’ın tavrını biraz kolaylaştırıyor gibi. Obama yönetiminin tavrı Şu ana kadar tasarı konusunda Kongre’de önemli faaliyetlerde bulunulmuşsa da, tasarıyı asıl durduran güç Beyaz Saray olagelmiştir. Bu Bill Clinton döneminde de, George W. Bush döneminde de böyle olmuştu. Şu anda durumu Türkiye aleyhine çeviren en önemli gelişme Barack Obama’nın bu konuda Clinton ya da Bush gibi davranmamaya meyilli olmaması. Beyaz Saray sakini Obama’nın seçim kampanyası döneminde soykırım iddialarını tanıyacağı sözü vermesi, dahası bu sözü sadece basit bir kampanya malzemesi olarak görmeyip ahlaki bir sorun olarak algılamasıdır. Bu açıdan bakıldığında 2009’da Obama’nın soykırım ifadesini kullanmaması Türkiye açısından önemli bir başarıdır. Ancak Obama da kendi ahlaki duruşundan taviz vermemek için, verdiği sözü tevil ederek arada bir yol bulmaya çalışmış ve Ermenileri de kısmen memnun edebilecek Metz Yegern ifadesini kullanmıştı. Obama Yönetimi’nin bu ara formüle razı olmasının sebebi Türkiye’nin Ermenistan’la ilişkiler konusunda adım atacağı sinyalini vermesiydi. 24 Nisan sonrası ABD Yönetimi ilişkilerin normalleşmesi konusunun uzamasından rahatsızlığını muhtelif platformlarda dile getirmiş, bu nedenle de ekimde Zürih’te protokollerin imzalanması sürecine aktif destek vermişti. Türkiye’nin bu süreçteki tavrı ise Washington’da sürekli bir tedirginlikle karşılanıyor. Washington’daki haleti ruhiye Türkiye’nin fırsat bulur bulmaz protokolleri tıkayacağı varsayımına dayanıyor. Şu anda geldiğimiz noktada ise Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin protokolleri şerhli kabulü Washington tarafından memnuniyetle karşılanıyor, Sarkisyan’ın istediği an prokolleri onaylatacağı bir duruma erişildiği için adım atma sırasının Türkiye’ye geldiği düşüncesi hakim durumda. Bu nedenle de şu anda ortaya çıkan tıkanmada Türkiye sorumlu olarak görülüyor. Türkiye’nin tasarı konusundaki en büyük silahı Beyaz Saray’ın şu anda gelişmeleri bu şekilde okuması Türkiye için 24 Nisan konusundaki en büyük risk faktörünü oluşturuyor. İsrail lobisi etkili mi? Kongre’de İsrail Lobisi olarak tanınagelen farklı çıkar gruplarının bu konuda Türkiye’yi desteklediği konusunda genel bir anlayış hâkim. Bazı açılardan bu iddianın doğru olduğunu kabul etmek gerekir. Ancak 2007 yılında Dışişleri Komisyonu’ndaki oylamada, başta Komisyon Başkanı Tom Lantos olmak üzere Musevi kökenli temsilcilerin 8’inden 7’si tasarı lehinde oy kullanmıştı. Ayrıca yine Boston çevresinde ana damar İsrail Lobisi’nden kopan çevreler soykırım tasarısına destek vermek bir yana bu konudaki çalışmalara da katılıyor. Bu nedenle İsrail Lobisi’nin etkisini bu aritmetik üzerinden hesaplamak yanıltıcı olur. Bu konuda asıl büyük risk Türkiye’nin İsrail konusundaki tutumundan rahatsız olan, özellikle Obama’nın ikinci halkasında yeralan bazı isimler ile Dışişleri’nde daha önce Türkiye lehinde davranan bazı önemli isimlerin, bu süreçte tarafsız kalması ya da zaman zaman Türkiye’nin tezleri aleyhinde davranması. İsrail Lobisi olarak bilinen toplamdan ziyade bu tür isimlerin rahatsızlığı kısa vadede Türkiye açısından sorun çıkarma potansiyeline sahip, orta vadede ise bu rahatsızlığın daha kalıcı olumsuz etkilere dönüşme riski var. Asıl sorun ikmal yolu mu? Bu gelişmelerin tamamı göz önüne alındığında ortaya ABD açısından etik temelli bir diplomatik manevra resminin çıktığı görülüyor. Ancak bu yaklaşım Obama’nın genel realist diplomasisi gözönüne alındığında çok da inandırıcı değil. Hali hazırda protokoller konusunda aktif olan tüm ülkelerin Kafkasya’da kurulma sancısı çeken yeni statüko konusunda ayrı planı olduğu, yeni durumun oluşumunda pay sahibi olmaya çalıştığı açık. Söz konusu Kafkasya olduğunda gelişmelerin etik temelli yaklaşımlardan ziyade enerji, ulaşım, jeostrateji gibi terimlerle anlaşılması çok daha gerçekçi. Bu nedenle Kafkasya’daki yeni düzende yer alamak isteyen ülkeler arasında Rusya ve ABD gibi doğrudan müdahil ülkelerin yanısıra İsrail’den Fransa’ya, İran’dan Hindistan’a birçok ülkenin hesabı olduğu ortada. Bu hesabın da basitçe ‘bölgede istikrar’ olmadığını söylemeye gerek dahi yok. Bu çerçevede konuya yaklaşıldığında, Ermenistan’ın Türkiye üzerinden Batı ile entegrasyonu ABD için son derece olumlu bir gelişme. Ancak aynı şekilde Gürcistan savaşından sonra ikmal yolları kesilen müttefiki Ermenistan’ın nefes alması da Rusya’nın da önceliği. Tam da bu açıdan neredeyse hiçbir konuda uzlaşamayan bu iki ülkeyi bir araya getiren başka planlara da dikkatlice bakmak gerekiyor. Protokoller nedeniyle Türkiye’nin Azerbaycan’la arasının açılması, hem Rusya’nın uzun vadeli enerji hesapları açısından hem de İsrail’in Türkiye’nin Ortadoğu açılımına alternatif geliştirmesi açısından memnuniyetle takip ediliyor. Aynı şekilde ABD’nin artık iyice bunaldığı Afganistan’da ikmal yolları arayışına girişmesi, bunun en pratik, en hızlı ve en kolay alternatifi olarak da halen kapalı bulunan Kars-Gümrü-Tiflis-Bakü demiryolunu değerlendirmeye almasının üzerinde önemle durmak gerekiyor. Bu demiryoluna alternatif olarak inşaatına başlanan Kars-Tiflis-Bakü demiryolu hattının en erken 2012 sonunda hizmete açılmasının öngörülüyor olması, yakında Afganistan’daki toplam asker sayısını 100 bine tamamlayacak ABD için adeta hoşgörülemez bir zaman kaybı yaratıyor. Halen hazır durumdaki demiryolunun açılması için gereken şey sadece Ermenistan ile Türkiye arasında ilişkilerin normalleşmesi ve sınırın açılması. Halen Kongre’de hazır bekleyen 1915 Olayları ile ilgili tasarıya hâkim ahlaki dili ya da haklılık haksızlık söylemini paranteze alıp bir de bu açıdan bakmakta fayda var.
Radikal - 15.02.2010 Nuh Yılmaz: Seta Vakfı Washington ofisi direktörü CNNTürk Washington temsilcisi