ABD kampüsleri kaynıyor. Onlarca eyalet ve aralarında elit okullar olarak bilinenlerin de olduğu yüzlerce üniversitede bir ayı aşkın bir süredir protestolar yaşanıyor. Bu protestolar, ABD'nin 7 Ekim sonrasında yaşadığı en büyük içeriden meydan okuma. Protestocular sistem karşıtları değil; aksine inandıkları sistemin doğru çalışmadığını, kendi değerlerine ihanet ettiğini savunan kişiler. Dolayısıyla yaşananlar bir avuç marjinal grubun saman alevi gibi sönecek bir enerji boşaltımı değil. Devlet düzeyindeki bir tür bilişsel uyumsuzluğun (cognitive dissonance) ifadesi. ABD'nin değerleri ile eylemleri arasındaki uçurumun sarstığı genç öğrencilerin ve zihinlerin, bu uyumsuzluğa daha fazla katlanamaması. Psikolojide bireyin eylemleriyle değerleri arasındaki uyumsuzluğun meydana getirdiği rahatsızlık hali, ya da bilişsel uyumsuzluk, ya eylemin ya da değerlerin değişimi ve uyumlulaştırılmalarıyla aşılabilir. Devletler de böyledir. Bir yandan uluslararası sistemin kurucu aktörü olarak liberal demokrasiyi savunup yaygınlaştırmaya çalışırken, bir taraftan da tam aksi yönde eyleyemezsiniz. Yoksa ya değerler yeniden değerlenecek ya da normlarla çelişen eylemlerden vazgeçmek gerekecektir. İç ve dış siyaset birbirinden kolaylıkla yalıtılması mümkün olmayan alanlar. Aralarındaki geçişkenlik ve belirleyicilik ilk bakışta fark edilmese de devasa bir literatür bu ilişkiselliği bizlere sunuyor. Değerler ve kimlik, siyasi aktörün bir bütün olarak eylemine rengini veren konseptler. II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye'de çok partili hayata geçilmesi bir tesadüf değildi. Konumunu Batı olarak belirleyen bir ülkenin siyasal sistemi de Batı uyumlu olmalıydı. Muhammed bin Selman'ın Suudi Arabistan'da başlattığı "reform" süreci de yine ülkenin değerleri ile dünya sisteminin hakim değerlerini uyumlulaştırma gayretinin bir ifadesi. Gelelim 1945 sonrası kurulan uluslararası sistemin krizine. Uzun bir süredir ABD merkezli bu sistemin bir krizde olduğu ifade ediliyor. Küresel meydan okumalara gerekli ve yeterli yanıtların üretilememesi, savaşların nükleer seçeneği de içerecek şekilde büyümesi, uluslararası hukukun ve bu hukuku işleten kurumların bağlayıcılığının zarar görmesi, alternatif güç merkezlerinin temayüzü gibi nedenler bu krizi bize özetliyor. Yeni bir sistemin ya da sistemler adalarının, çok kutupluluğun veya çok taraflılığın sözünün her zamankinden çok edildiği bir dönemdeyiz. ABD'nin dünya çapında temsilcisi olduğu insan hakları, uluslararası hukuk ve liberal demokrasi kavramları, İsrail'in tüm bu değerleri hiçe sayan eylemleri ve ABD'nin müdahalesizliği karşısında krize girmiş durumda. 7 Ekim sonrası süreçte İsrail'in her zamankinden daha pervasızca işlediği katliamlar, Uluslararası Adalet Divanı'nın "önleyici tedbir kararı" ve BM Güvenlik Konseyi'nin ateşkes kararına rağmen durmadı. Uluslararası hukuk işletilemiyor. Ancak İsrail, kendisine yönelik hukuki ve söylemsel direnişe, akademik karşı koyuşa da elindeki cephaneyi kullanarak cevap vermekten çekinmiyor. Bu cephane ki geçtiğimiz Aralık ayında Harvard, Pennsylvania ve MIT'nin rektörlerini sigaya çektirmiş, ABD bağlamında akademi-para-siyaset ilişkisinin boyutlarını gözler önüne sermişti. Yine aynı mekanizma, ya da adını koymak gerekirse AIPAC adlı İsrail Lobisi, bu kez öğrencilerden gelen direnişe karşı topyekûn vaziyet aldı. Burs kesmeler, gözaltılar, çadırların sökülmesi, öğrencilikten atılma gibi pek çok cezalandırma aracı devreye sokuldu. Bu öğrencilerin arasında din ve etnisite ortaklığından ötürü Filistin'e sempatiyle bakanlar elbette var. Ancak eylemleri organize edenlerin ve öğrenci liderlerinin genellikle Yahudiler olduğu ifade ediliyor. Bu durum da bizi vicdani bir sınavın söz konusu olduğu sonucuna ulaştırıyor. Yahudi entelektüeller ve öğrenciler, Holokost'un acılarının istismarına ve bu istismarın yeni soykırımlar için araçsallaştırılmasına itiraz ediyorlar. Evrensel hukuk ve insan hakları, temel referans noktaları.
Ancak bir diğer mücadele alanı ve önemli bir sınav da akademik özgürlükler meselesinde zuhur ediyor. ABD'nin İsrail'e verdiği desteği protesto eden akademisyenler gözaltına alınıyor, kelepçeleniyorlar. Aralarında işlerini kaybedenler var. Ünlü "İsrail Lobisi" kitabının yazarları John Mearsheimer ve Stephen Walt, 17 Nisan'da katıldıkları bir podcastte, akademik özgürlüğün önemini ifade ettiler. Mearsheimer, "Steve ve ben elit üniversitelerde kadrolu profesörleriz. Kadrolu profesörler olduğumuz için, işimizi kaybetme korkumuz olmadan ABD dış siyaseti ya da iç siyaseti hakkında eleştirel yorumlar yapabiliyoruz. Bu yüzden tartışmalı fikirler ileri sürmek gibi bir etik sorumluluğumuz var" şeklinde konuştu. Ancak kadrolu profesörler elbette azınlıkta ve çok az bir kısmı ABD'nin İsrail'e desteğini eleştirip öne çıkıyor. Akademik özgürlüğün sınırları yine İsrail Lobisi etkisi tarafından belirleniyor.
Kampüs protestoları son günlerde bir miktar durulmuş olsa da İsrail'in katliamları ve ABD'nin müdahalesizliği devam ettikçe değerler krizinin derinleşmesi beklenebilir. Üstelik bu protestolar Kanada, Fransa, Hollanda, İngiltere ve Avustralya'ya da yayılmış durumda. Aralarında Türkiye'nin de olduğu bazı ülkeler protestolardan dolayı işlerini kaybeden akademisyenlere kucak açıyor. Önümüzdeki dönemde Batı akademisindeki kırılmanın alternatif bir kurumsallık üretip üretmeyeceğini göreceğiz. Ancak şu anda gördüğümüz, uluslararası sistemin ve onun merkezinde yer alan ABD'nin değerler sisteminin yaşadığı krizin kampüslere yansıması.
[Sabah, 18 Mayıs 2024]