SETA > Yorum |
Aylan'ın Dünyaya Verdiği Ders

Aylan'ın Dünyaya Verdiği Ders

Türkiye, yaşam hakkı elinden alınan bir topluma adaletli yaklaşımın gerektirdiği yardım elini uzatmayı, tüm ekonomik ve siyasi çıkarların üstünde tuttu.

2 Eylül günü Kobanili Aylan'ın cesedinin Bodrum sahiline vurması, yıllardır Türkiye'nin her platformda dillendirdiği Suriye gerçeğini sarsıcı bir şekilde tüm dünyanın gündemine taşıdı.

İdeolojik saplantılarla Suriye'de yaşanılanlara kayıtsız kalınması ve bu vahşetin mimarı Esed'i şirin gösterme çabası, 3 yaşında Aylan'ın çaresizce ölüme gidişi karşısında yerle bir oldu.

Aylan, yalnızca Suriye'de yaşanan vahşete seyirci kalanları silkelemekle kalmadı, aynı zamanda dünyanın neresinde olursa olsun var olan eşitsizliğin tüm dünyayı tehdit edeceği realitesiyle de yüzleştirdi fildişi kulelerinden küresel ekonomiye ve siyasete yön vermek isteyenleri.

Bu durum, batılı ve Müslüman zengin ülkelerin Suriye'de, tıpkı Filistin'de, Arakan'da ve Somali'de olduğu gibi yaşanan çaresizlik ve sefalete insani yardım ve adalet boyutuyla değil, menfaat çetelesi tutarak pozisyon almalarının duvara toslamasıdır.

TÜRKİYE'DEN ALACAKLARI DERSLER VAR

Peki, bu ülkeler Suriye konusunda başarısız bir sınav verirken, Türkiye ne yaptı?

Kendi halkına soykırım uygulayan Esed karşısında Türkiye, içerden yükselen tepkilere ve dışarıdaki kayıtsızlığa rağmen “açık kapı” politikası uyguladı. Yani, hemen sınırında yaşanan vahşete kayıtsız kalmadı ve kalmayacağını gösterdi.

Çünkü Türkiye, yaşam hakkı elinden alınan bir topluma adaletli yaklaşımın gerektirdiği yardım elini uzatmayı, tüm ekonomik ve siyasi çıkarların üstünde tuttu.

Türkiye, Suriye'deki savaştan kaçanlara ikinci bir vatan oldu. 2 milyonun üstünde mülteciye kapı açan Türkiye, 6 milyar dolardan fazla bir harcama yaptı Türkiye'ye sığınan Suriyeli mülteciler için. Yani büyük bir fedakârlık yaptı.

Bugün, Aylan'ın çaresizliği karşısında daha fazla duyarsız kalamayan dünyanın gelişmiş ülkelerine örnek gösterilen Türkiye'nin Suriyelilere kapı açması, hem fedakârlığın ve paylaşmanın ne olduğunu ifade ederken, hem de dünyadaki siyasi ve ekonomik ajandayı belirleyen ülkelere ciddi bir mesaj verdi.

KÜRESEL SORUNLAR MEVCUT KURUMLARLA ÇÖZÜLEMİYOR

Dünyadaki ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlar artık mevcut kurumlarla ve dünyaya 1945'den beri yön tayin eden ve nizam veren batılı ülkelerle çözülemiyor. Birleşmiş Milletler ne yapıyor? Neden bu dram karşısında sessiz ve çözümsüz?

Aslında duygu yoksunu, bireysel davranan ve egemen zengin batılı ülkeler bu durumun bu şekilde devam edemeyeceğini 1999 yılında G20 grubu oluşurken kabul ettiler. Küresel ekonomik krizle beraber, daha önce maliye bakanlarının katıldığı ve ağırlıklı olarak ekonomik konular için toplanan G20'nin devlet başkanları düzeyinde toplanması, dünyadaki sorunların artık gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerle birlikte çözülebileceğinin kabul edildiğini gösteriyor.

Diğer yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da sıklıkla dile getirdiği “Dünya 5'ten büyüktür” gerçeğiyle, dünyanın en büyük 20 ekonomisinin önde gelen isimlerinin Türkiye'de toplandığı bir günde yüzleştirdi gelişmiş(!) ülkeleri.

Çünkü Türkiye gibi ülkelerin zirveye ev sahipliği yapmaları gündem konularının da değişmesi anlamına geliyor. Zaten Türkiye'nin G20'de dönem başkanı olduğunda, diğer dönem başkanlıklarından farklı bir misyon üstleneceğini bu köşede sıklıkla belirtmiştim.

Neydi bu farklılık?

Belirli ülkeler etrafında alınan kararların geçerliliğini kaybettiğini, küresel ekonomide, birileri istese de istemese de, “yeni bir düzenin kurulduğunu ve bu düzende söz sahipliğinin birkaç ülke tekelinde olmadığını” söylüyor Türkiye.

G20'de alışılmışın dışında, Türkiye az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin de sorunlarını G20 gündemine taşımayı amaçlıyor. Özellikle gelişmiş ekonomilerin şikâyet ettiği küresel ekonominin yavaşlamasına dair çözüm önerileri sunarken, aynı zamanda “dünyadaki üretimin adil bir şekilde dağıtılması” gerekliliğini savunuyor.

Küresel ekonomik krizle birlikte, küresel ekonomide direksiyon hakimiyetini kaybeden gelişmiş ülkelerin bunu gerekçe göstererek, “Suriyeli göçmenlere Avrupa kapılarını kapatamaz ve kapatmaması gerekiyor” diyor Türkiye.

Zenginliğin ve refahın monopolleştiği bir düzende, “daha iyi bir yaşam isteyen toplumlar görmezden gelinemez” diyor.

Ve Türkiye'nin daha söylediği çok şey var…

Dolayısıyla, yıllardır Suriyeli göçmenleri Türkiye'nin başına “bela ettiği” iddiasında olan yerel ve küresel aktörlerin Türkiye'den alacağı daha çok dersler var.

[7 Eylül 2015, Yeni Şafak]