Avrupa Birliği (AB) ülkesindeki seçmenler 6-9 Haziran arasında önümüzdeki beş yıl için Avrupa Parlamentosu (AP) temsilcilerini seçti. Yaklaşık 360 milyon seçmen 27 üye ülkeden 720 milletvekili belirledi. Seçimlere ortalama katılım oranı yüzde 50’nin üzerinde gerçekleşti.
2019 AP seçimlerinde siyasi gündemi iklim krizi domine ederek başta Almanya ve Fransa olmak üzere birçok AB ülkesinde seçimlerin sonucunu belirlemişti. O dönem Yeşil partiler bugüne kadarki en iyi sonuçlarını elde ederek AP’deki en büyük dördüncü siyasi grup konumuna gelmişti. Ancak iklim politikasına sahip çıkan sadece Yeşil partiler değildi. AB Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen iklim sorununu önceleyerek Avrupa Yeşil Anlaşması’nı (Green Deal) gerçekleştirdi. Bu iddialı girişim Avrupa’yı 2050’ye kadar iklim açısından nötr bir kıta haline getirmeyi amaçlıyor ve ulaşım, enerji ve tarım da dahil olmak üzere ekonominin tüm sektörlerini kapsıyor. Beş yıl sonra gelinen aşamada ise durum çok farklı. 2024 AP seçim kampanyasına güvenlik, savunma, hayat pahalılığı ve göç konuları damgasını vururken iklim krizi ise arka planda kaldı. Yeşil partilerin AP’deki sandalye sayısı da yüzde 10’dan yüzde 7’ye düştü.
Aşırı Sağ Partilerin Yükselişi
AP seçimlerinin sonuçları, sağ popülist ve aşırı sağcı partilerin birçok AB üyesi ülkede güçlü bir performans sergilediğini göstermiştir. Bunun nedeni Avrupa Yeşil Anlaşması’na karşı çıkılması, göçün reddedilmesi ve ekonomik güvensizliktir.
Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron seçim gecesi ağır bir yenilgiye uğradı. Rönesans Partisi oyların yüzde 14,5’ini aldı. Özellikle genç seçmen Macron’un partisine sandıkta teveccüh göstermedi. Marine Le Pen’in sağ popülist partisi Ulusal Birlik (Rassemblement National, RN) için ise durum farklı gelişti. Partinin liste başı 28 yaşındaki Jordan Bardella genç seçmen potansiyelinden faydalanmayı başardı. Sağ popülistler 18-34 yaş arası seçmen arasında iktidar partisinden altı kat daha fazla (yüzde 32) oy aldı. Bardella’nın TikTok’taki popülaritesi (1,5 milyon takipçi) devasa oy artışına katkı sağladı. Başka bir deyişle Fransız seçmenin yüzde 85’inden fazlası Macron’a ve dolayısıyla hükümeti yönetme meşruiyetine karşı oy kullandı. Le Pen’in partisi Macron’un partisinin iki katından fazla oy aldı ve bu da Fransa cumhurbaşkanının erken genel seçim kararı almasına yol açtı.
İtalya’da ise Başbakan Giorgia Meloni önderliğinde sağcı popülist parti İtalya’nın Kardeşleri (Fratelli d’Italia) birinci geldi. Meloni ve partisi Ekim 2022’deki İtalya parlamento seçimlerinde yaklaşık yüzde 26 oyla hükümet sorumluluğunu kazanmışken 2024 AP seçimlerinde yaklaşık yüzde 29 oyla bu sonucu aşmayı başardı. Karşılaştırmak gerekirse 2019’daki son AP seçimlerinde Meloni’nin partisi sadece yüzde 6,5 civarında –yani bugünkü rakamların dörtte birinden daha az– oy alabilmişti.
Avusturya’da iktidardaki Halk Partisi (Österreichische Volkspartei, ÖVP) de sağ popülistlere karşı zemin kaybetti. ÖVP 10 puanlık bir düşüşle yüzde 24,7’ye gerilerken aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi (Freiheitliche Partei Österreichs, FPÖ) 8 puandan fazla bir artışla yüzde 25,5 oy aldı. FPÖ ilk defa ülke çapında yapılan bir seçimde en güçlü parti konumuna yükseldi. Pek çok kişinin, lideri Jörg Haider’in ölümünden sonra siyaseten önemsizleşeceğini tahmin ettiği FPÖ aynı zamanda Avrupa’daki sağ popülist partilerin ortak bir zeminde toplanmasını sağlamaya çalışmaktadır. “Müesses nizam”a, kendi kendini tayin eden bir elit tarafından yönetilen ve beslenen “sistem”e karşı çıkmaktadır. FPÖ’nün liste başı adayı Harald Vilimsky seçim kampanyasına “AB çılgınlığını durdurun” sloganıyla girmiştir.
Almanya’da ise aşırı sağ popülist Almanya için Alternatif Partisi (Alternative für Deutschland, AfD) Şansölye Olaf Scholz’un Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin (Sozialdemokratische Partei Deutschlands, SPD) önünde ikinci sırada yer aldı. AfD oyların yüzde 15,9’unu alarak 2019’dakinden 4,9 puan daha fazla oy aldı. Bu, partinin kuruluşundan bu yana elde ettiği en yüksek sonuç oldu. AfD, Doğu Almanya eyaletlerinde birinci parti konumuna geldi. Aslında daha yüksek bir oy oranı bekleniyordu ancak son aylarda Alman siyaset ve medya kuruluşlarının AfD’yi itibarsızlaştırma kampanyası nedeniyle beklenen yüzde 20’nin üzerindeki oy oranı zayıfladı.
AP parti grupları aritmetiğine bakıldığında muhafazakar Avrupa Halk Partisi’nin (European People’s Party, EPP) sağındaki aşırı sağ partilerin oy oranı 2019’da yüzde 24’e yükseldi. Ancak Avrupa basınında manşetlere taşınan aşırı sağın yükselişi tam anlamıyla gerçekleşmemiştir. Popülist sağ ve aşırı sağ yeni parlamentoya da hakim olmayacaktır. Yeşiller ve liberal parti grupları oy kaybederken iyi bir performans sergileyen EPP, koltukların yaklaşık dörtte biri ile parlamentodaki en büyük parti olmaya devam edecektir. Sosyalistlerin ve Demokratların İlerici İttifakı (Progressive Alliance of Socialists and Democrats, S&D) da oy oranlarını korumayı başarmış ve sandalyelerin beşte birinden biraz daha azına sahip olmaya devam edecektir. Bir bütün olarak ele alındığında EPP, S&D ve liberal Renew Europe grubunun 720 sandalyenin 400’ünden fazlasına sahip olarak AP üyelerinin konforlu bir çoğunluğuna sahip olmayı sürdürdüğü gözlenmektedir. Yeşiller’in de bu merkez partilerle birlikte hareket etmesi kuvvetle muhtemeldir.
Bununla birlikte aşırı sağcı ve sağ popülist milletvekillerinin yeni parlamentodaki güçlü varlığının, önümüzdeki beş yıl boyunca AB’nin gündemini ve mevzuatını etkileyecek potansiyele sahip olduğu gerçekliğiyle Avrupa siyasetinde derin bir iz bırakması beklenmektedir.
Macron’un Erken Seçim Kararı
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Ulusal Meclis seçimlerine gitme kararının akıllıca bir stratejik manevra mı yoksa siyasi bir intihar girişimi mi olduğu konusunda farklı görüşler söz konusudur. Her halükarda Macron’un partisinin oyların sadece yüzde 15’ini ve buna karşılık RN’nin yüzde 31 oy aldığı düşünüldüğünde Fransız cumhurbaşkanının kesinlikle büyük bir risk aldığı söylenebilir. En kötü senaryoda Marine Le Pen’in partisi belki de aşırı sağcı ve merkez sağcı müttefikleriyle birlikte bir hükümet kurmaya yetecek kadar sandalye kazanabilir. Bu durumda Cumhurbaşkanı Macron Rusya’ya sempati duyan, ABD’ye son derece mesafeli olan ve Fransa’nın ana akım partilerinden daha radikal bir parti ile birlikte yaşamak zorunda kalacaktır. Ancak Macron’un seçim çağrısı yapması yine de akıllıca bir hamle olabilir.
Le Pen’e seçmenin desteği artarken Macron’un popülaritesi ise gittikçe azalmaktadır. Ancak son AP seçimlerinde katılım oranı sadece yüzde 50 düzeyinde sınırlı kalmıştır. Bu oran ulusal seçimlerde alışılagelmiş olan yüzde 70 katılım oranına kıyasla oldukça düşüktür. RN’nin hükümet kurmasını engellemek için 9 Haziran’da sandığa gitmeyenlerin çoğu 30 Haziran ve 7 Temmuz’daki Ulusal Meclis (erken) seçimlerinde oy kullanabilir. Birçok AB ülkesinde olduğu gibi Fransa’da da insanların Avrupa seçimlerini hükümeti düşürmek için bir fırsat olarak kullanma geleneği vardır. Hayatlarını çok daha fazla etkileyecek olan ulusal bir seçimde ise farklı oy kullanabilirler. Ancak en kötü ihtimal gerçekleşse ve Le Pen ya da yardımcısı Jordan Bardella hükümeti kursa bile Fransa Anayasası dış politika, savunma ve Avrupa politikasını cumhurbaşkanının yönetmesine izin vermektedir. Dolayısıyla bir RN hükümeti iç politika ve ekonomi politikasını yönetecektir. Elbette Avrupa ve ekonomi politikaları birbiriyle örtüştüğü için cumhurbaşkanı ile başbakan arasında bir çatışma kaçınılmaz olacaktır. Ancak Macron’un Fransa’nın Avrupa yönelimini, NATO’daki konumunu ve Ukrayna’ya yardımını koruyacak bir konumda olduğu aşikardır.
Belki de Macron farklı bir “oyun” tasarlamıştır. İnsanlar popülistlere oy veriyor çünkü iktidar koridorlarından uzaktalar ve müesses nizama meydan okuyabiliyorlar. Popülistler iktidara geldiklerinde ve yasa dışı göç, terör saldırıları ve ekonomik durgunluktan sorumlu tutulduklarında onlar da popülerliklerini hızla kaybedecektir. Muhalefetin içinden eleştirmek kolay ancak siyasi sorumluluk üstlenmeyen ve sorunları çözmeyen bir RN’nin 2027 başkanlık seçimini kazanması ise pek olası gözükmemektedir.