"Big tech" yani büyük teknoloji şirketleri, devletlerin egemenlik alanlarını kabul etmek istemiyorlar. Sadece Türkiye'de değil, en gelişmiş ülkeler bile bu şirketlerin ulusal hukuka uymadıklarından şikâyetçiler.
Bu şirketler küresel çapta faaliyet gösterse de yönetim merkezleri ve esas sermayeleri ABD'de bulunuyor. Toplamda 5 milyardan fazla insanın kullandığı çeşitli sosyal medya platformları arasında en fazla aktif kullanıcıya sahip ilk 4 platformun 3'ü (Facebook, Instagram ve Whatsapp) aynı şirkete; Meta'ya ait. Dolayısıyla, çoğu şirketin aynı ülkeye ait olması dahi bir sorunken, platformların en etkililerinin tek bir şirkete ait olması daha büyük bir sorun.
Siyasi ve toplumsal manipülasyon, doğru bilgiyi kirletme, komploları yayma, nefret suçlarını körükleme, tüketicileri yanlış yönlendirme, ekonomik rekabeti tehdit, vergi kaçırma, kişisel verileri izinsiz toplama ve istediği gibi kullanma başta olmak üzere bu şirketler her türlü hukuksuzluğu bilerek ve isteyerek yapıyorlar. Çıkarları ve Amerikan düzeni neyi gerektiriyorsa ona göre hareket ediyorlar. Ulusal hukuk sistemlerine meydan okuyorlar.
Faaliyetler gösterdikleri ülkelerde, bu şirketlerin hukuk tanımazlığına yönelik bir yaptırım uygulandığında hemen "ifade özgürlüğünün" ihlal edildiği, "sansürlendikleri" argümanının ardına saklanıyorlar.
Ancak dünyada en büyük sistematik sansür uygulayıcıları kendileri. Sadece Filistin meselesinde bile son birkaç aylık uygulamalarına bakmak yeterli. İsrail'in soykırımını görmeyen bu şirketler, İsmail Haniye'ye yapılan taziye mesajını bile sansürlüyorlar. İsrail'in gerçekleştirdiği soykırımı bu mecralarda savunmak serbest; katledilen, soykırıma uğrayan, tecavüz edilen, aç bırakılan Filistin halkının haklarını savunmak ise yasak.
Sosyal medya platformları, dijital faşizmin taşıyıcıları komunda. Bu platformlara kim hakimse onların "doğruları" kitlelere dayatılıyor. İngiltere'de aşırı sağın neden olduğu son olaylarda nefret suçlarının sosyal medyadan ne denli beslendiği de açıkça görüldü. Geçtiğimiz aylarda Kayseri'de sığınmacılara yapılan saldırılar benzer şekilde sosyal medyada organize edildi. Yaygın şiddet olayları gibi acil müdahale gerektiren kriz durumlarında sosyal medyanın kamu güvenliği için önemli bir tehdit kaynağı olduğu tartışma götürmeyecek bir gerçeklik.
Sosyal medya şirketleri, sorumluluklarını rasyonel bir zeminde konuşmak istemiyor. Türkiye'de son olarak Instagram'ın kapatılması ile ilgili tartışmalarda, şirket yetkililerinin muhatapları ile müzakerelerinde çifte standartlı, üstten bakan, sadece kaynak ülkenin çıkarlarını önemseyen yaklaşımları kamuoyuna yansıdı. Sosyal ağ sağlayıcıları için bir ihracat pazarı konumunda olan Türkiye gibi ülkelerde, piyasaya hakim olan kuruluşlar ulus devletler karşısında masaya sosyal ve ekonomik avantajlarıyla asimetrik bir pozisyonda oturuyorlar.
Bilhassa sektörü domine eden platformların gündelik hayatın ve hatta basın, siyaset ve e-ticaret gibi alanlarda çalışanlar için mesleki uğraşın bir parçası haline gelmelerinin onlara düzenleyiciler karşısında bir avantaj kazandırdığı görülüyor.
Dolayısıyla da Instagram gibi sosyal medya şirketlerine bir kısıtlama getirildiğinde, yararlanıcılar, nedenine bakmadan şirketlerden yana tavır alıyorlar. Kendi ülkelerinin egemenlik haklarının ihlali meselesini yeterince önemsemiyorlar. Bu şirketlerin hukuksuzluklarını görmezden gelirken, kendi ülkelerinin uygulamalarını "sansür" kavramının içerisine yerleştirerek hukuk ihlali olarak görebiliyorlar.
Bir ülke sınırlarını, topraklarını nasıl koruyorsa, dijital alanda da egemenlik haklarını koruması gerekir. Denetim mekanizmalarının işlevselliği açısından, idari ve adli denetime ek olarak parlamenter denetim ve gözetimin de etkili hale getirilmesi gerekir. 2020 yılında kurulan Meclis Dijital Mecralar Komisyonu bu konuda önemli bir zemin olabilir. Meselenin parlamenter yönünün öne çıkarılması, bu şirketlerin hukuk tanımayan tavırlarına karşı toplumsal farkındalığın da artırılmasına katkı sağlar.
[Sabah, 9 AÄŸustos 2024]