Uluslararası güç dengelerinin yükselen aktörlerinden birisi olan Çin son dönemde özellikle Doğu Türkistan olarak da bilinen Sincan Uygur Özerk bölge-sinde yaşananlarla ilgili uluslararası düzeyde artan biçimde eleştiriliyor. ABD ve Avrupa merkezli etkili medya kuruluşlarınca yapılan yayınlarda Çin’in bu bölgedeki Müslüman nüfusa yönelik ayrımcı politikalar yürüttüğü ve ciddi insan hakları ihlallerinde bulunduğu öne sürülüyor. Bu iddialar özellikle 2018 yılında artışa geçerken Çin’in 2019’un Ocak ayında kabul ettiği bir yasa ile İslam dininin Çin yönetim sistemi olan sosyalizmle uyum-lu hale getirilmesi kararını alması, Doğu Türkistan bölgesindeki hak ihlallerine yönelik endişeleri artırıyor.
Çin hükümeti ise bu iddiaları temelden reddederek Sincan Uygur Özerk bölgesindeki faaliyetlerini “radikalleşmeyi önleme” ya da “terörle müca-dele” bağlamında değerlendiriyor. Öyle ki bu bölgede yaşayan Uygur Müslümanlarına yönelik kurulan “toplama kampı” benzeri hapishanelerin olduğu iddiasına Çin yetkilileri tepki göstererek bunların “meslek edindirme kursları” olduğunu öne sürüyor. Bu söylemin Çin içerisindeki tüm kesimler tarafından aynı şekilde dile getirilmesi Pekin’in bu konuda ortak bir diskuru benimsediğini gösteriyor. Ancak uluslararası medyada yer alan değerlen-dirmeler bu kampların içeriğinin Çin hükümetinin tanımından çok daha farklı olduğunu iddia ediyor. Gerek Türkiye’de gerekse de uluslararası kamu-oyunda artan biçimde tartışılan bu konu Çin açısından giderek büyüyen bir sorun haline gelmiş durumda.
Çin’in Doğu Türkistan bölgesindeki operasyonları özellikle 2009 yılından itibaren artışa geçmiştir. Bu dönemde gerek bölgede gerekse de Çin’in farklı kesimlerinde yaşanan terör saldırılarından Uygurları sorumlu tutan Çin yönetimi, 2014’te “teröre karşı halk mücadelesi” adı altında bir girişim başlatmıştır. Bu bağlamda özellikle Sincan Uygur Özerk bölgesinde operasyonlar yürüten Çin güvenlik güçlerinin bölgedeki sivil hayat üzerindeki baskısı bölge halkı ile Çin yönetimi arasında gerginliğin artmasına neden olmuştur. İzleyen süreçte ise sorun giderek derinleşmiş ve günümüzdeki halini almıştır.
Baskı politikaları
Sorunun bu noktaya gelmesinde ise doğrudan etkili olan birkaç nedenden bahsedilebilir. Bunlardan ilkinin Çin yönetiminin bölge halkının kültü-rel ve dini değerlerini göz ardı etmesi ve hak ve hürriyetler konusunda giderek baskıcı uygulamaları hayata geçirmeye çalışması olduğu söylenebilir. Bu noktada bölge halkının dini inanış ve yaşayışına müdahil olma yönündeki eğilimler ve bölgenin demografik yapısını değiştirme girişimleri özellik-le tepki çekmiştir. Özellikle bu bölgede yaşayan Müslümanlar Çin hükümetinin politikalarının kabul edilemez olduğunu ifade ederek bu duruma karşı çıkmışlardır. Ancak hükümetin yoğun baskısı ve yıldırıcı politikaları bölgede geniş çaplı ve kitlesel sayılabilecek protestoların önüne geçmiştir.
Dini ve kültürel anlamda giderek baskı altına alınan Sincan Uygur Özerk bölgesi halkı bölgenin ekonomik olarak geri kalmışlığını daha fazla sorunsallaştırmaya başlamıştır. Çin’in diğer kesimlerine kıyasla kalkınma, altyapı yatırımları ve sosyal hizmetler konusunda geri planda bırakılan bölge halkı bu durumun olumsuz etkilerini hissettikçe tepkisini artırmıştır. Özellikle eğitim alanındaki eksiklikler, gençleri farklı arayışlara yönlendirebilmiş, bunun bir sonucu olarak da küçük bir azınlık da olsa radikalleşme eğilimleri baş gösterebilmiştir.
Radikalleşme tehdidi yok
Sincan Uygur Özerk bölgesindeki radikalleşme eğiliminin artış göstermesinde Arap coğrafyasında ortaya çıkan ve daha sonra özellikle Ortadoğu ve Orta Asya’daki bazı ülkelerde yayılan aşırı Selefi ideolojik yapılanmaların etkisi olmuştur. Bu ideolojilerin Sincan bölgesine ulaşması özellikle bölge halkı için bir tehdit oluşturmaktadır. Ancak bu durumun genel bir resmi ortaya koyduğu söylenemez. Nitekim radikal eğilimler Sincan Uygur Özerk bölgesindeki Müslümanların dini inanışları ile zıt bir doğaya sahip olduğundan bölge halkı bu eğilimlere büyük oranda kapalıdır. Dolayısıyla Çin hükümetinin iddiasının aksine bölgede radikalleşme potansiyeli çok sınırlı kalmakta ve geniş kitlelere yayılma ihtimali bulunmamaktadır. Bu nedenle Çin’in radikalleşme konusundaki endişesi anlaşılabilir olmakla beraber bu mücadelenin yöntemi, yoğunluğu ve enstrümanları konusunda Pekin’in halihazırdaki uygulamalarını yeniden gözden geçirmesi büyük önem taşımaktadır.
Azami hassasiyet
Bu anlamda Çin yönetiminin en önemli müttefiklerinden birisi Türkiye olabilir. Doğu Türkistan bölgesi ile sosyal, kültürel ve dini açılardan güç-lü bağlara sahip olan Türkiye, Çin’in toprak bütünlüğünü bir “kırmızı çizgi” olarak kabul etmektedir. Bu nedenle Sincan Uygur Özerk bölgesinin Çin’in bölünmez bir parçası olduğunu kabul eden Türkiye, politikalarını bu ön kabul üzerinden şekillendirmektedir. Öte yandan Türkiye’nin Doğu Türkistan Müslümanlarına yönelik söz konusu baskıcı politikaları da kabullenmesi beklenemez. Doğu Türkistan meselesinin Türkiye’de gerek siyasi çevreler gerekse de toplumsal kesimlerin en fazla duyarlı olduğu konular arasında bulunması, Ankara’nın bu konuda azami hassasiyet göstermesini zorunlu kılmaktadır.
Bu nedenle uluslararası medyaya yansıyan ve özellikle Türkiye’de yaşayan Uygur diasporasının dile getirdiği iddialar Türkiye tarafından ciddi-yetle değerlendirilmektedir. Binlerce Uygur Müslümanı, Doğu Türkistan’daki aile ve akrabalarından aldıkları haberlerde özellikle dini inançlarına ve kültürlerine yönelik ciddi bir asimilasyon politikası izlendiğinden bahsederken, birçok kişi de bölgede yaşayan aile üyelerinden, akrabalarından ve arkadaşlarından uzun süredir haber alamamaktadırlar. Bu ve benzeri iddiaların sıkça dile getirilmesi ve bölgeden haber akışının kısıtlı olması gibi nedenler, Sincan Uygur Özerk bölgesine yönelik iddiaların doğruluğu konusunda kamuoyunu daha fazla endişelendirmektedir. Bu nedenle Çin yöne-timinin Doğu Türkistan’a yönelik politikalarında şeffaflaşmaya ve insan haklarını önceleyen bir tutum takınmaya önem göstermesi beklenmektedir.
Çin’in Uygur bölgesine yönelik politikalarındaki yumuşama ve bu yönde yeni bir paradigmanın hayata geçirilmesi Türkiye kamuoyunu rahatla-tacaktır. Bu bağlamda Çin hükümetinin bölge halkının dini ve kültürel değerlerine, sosyal dokusuna ve toplumsal yapısına saygı duyan yeni bir Sincan Uygur Özerk bölgesi politikasını kabul etmesi gerekmektedir. Bu yönde bir gelişme Türkiye ile Çin arasındaki dostane ilişkilerin daha da ge-lişmesine katkıda bulunacak ve uzun vadeli işbirliklerinin önündeki en önemli engel ortadan kalkmış olacaktır. Bununla birlikte Sincan Uygur Özerk bölgesinin kalkınmasının Çin’in ekonomik ve siyasi hedeflerine ulaşabilmesinde büyük önem taşıdığının farkında olan Türkiye, bu anlamda Pekin yönetimine destek vermeye de hazırdır.
Türkiye’nin ithalatında en önemli partnerlerden birisi olan Çin, 2015, 2016 ve 2017 yıllarında Ankara’nın en büyük ithalatçısı olurken, 2018’de ise Rusya’nın ardından ikinci ülke konumunda yer almıştır. Türkiye’nin bu anlamda artan potansiyelini göz önünde bulundurması gereken Çin, Ankara’yı bu bağlamda bir fırsat olarak değerlendirmelidir. Öte yandan Bir Kuşak Bir Yol projesi çerçevesinde de Türkiye Çin için hayati bir ortak konumundadır. Bu işbirliklerinin artarak devam etmesi, iki ülkenin birbirlerinin hassasiyetleri konusunda azami önem göstermesi ile mümkün olabile-cektir.
Bir Kuşak Bir Yol
Bununla birlikte Çin’in kalkınma hedefleri bağlamında en önemli projesi olan Bir Kuşak Bir Yol’un başarılı olabilmesi için Sincan Uygur Özerk bölgesi de hayati önem taşımaktadır. Çin’in Orta Asya ülkelerine ve daha geniş çerçevede Avrupa pazarlarına rahat erişiminde stratejik öneme sahip bu bölgede istikrarsızlığın devam etmesi Çin açısından da ciddi sıkıntılar doğurabilir.
Bu noktada bölgede yaşananların gerçek anlamda içeriği ile ilgili uluslararası kamuoyunda var olan soru işaretlerinin giderilmesi Çin hükümeti açısından büyük önem taşımaktadır. Bu çerçevede ciddi bir bilgilendirme faaliyeti yürüten Pekin, özellikle yabancı dilde yayın yapan medya kanal-ları aracılığıyla Sincan Uygur Özerk bölgesine yönelik politikalarını anlatmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda Türkiye kamuoyunda zaman zaman artışa geçen Doğu Türkistan bölgesindeki duyarlılık karşısında Pekin’in kamu diplomasi araçlarıyla Türkiye kamuoyunu etkilemeye çalıştığı da gö-rülmektedir. Bu anlamda Çin Ulusal Radyosunun Türkçe yayınları ve Türkiye’den heyetlerin Çin’de ağırlanması gözle görülür faaliyetler son dönem-de artışa geçmiştir.
Uygur diasporası
Ancak Çin’in bu bağlamda çalışmalarının Pekin açısından tatmin edici sonuçlar doğurmadığı söylenebilir. Özellikle Batı merkezli insan hakları kuruluşları ve yine Batı ülkelerinde yaşayan Uygur diasporası Pekin hükümetinin iddialarını çürütmektedir. Bu noktada meselenin propaganda sava-şının ötesinde bir bağlamda ele alınması büyük önem taşımaktadır.
Teknolojik gelişmeler konusunda ciddi ilerleme kaydeden ve bu anlamda yatırımları ile öne çıkan Çin’in, kendisine isnat edilen suçlamaları ve uluslararası medyada yer alan uygulamaları hiçbir surette meşru kabul ettiremeyeceğinin farkına varmalıdır. Öte yandan Batı dünyası konuyu Çin ile rekabette bir araç olarak kullanmaktan vazgeçmeli, gerçek manada insan hakları boyutunu göz önünde bulundurmalıdır. Sincan Uygur Özerk bölge-sinin barış ve huzur içerisinde olması Çin’in siyasi istikrarı ve ekonomik büyüme hedeflerini yakalaması açısından hayati önem taşımaktadır.
[Star, 18 Şubat 2019].