SETA > Yorum |

Daimi Savaş Ekonomisi

“Daimi savaş ekonomisi” kavramsallaştırması ilk kez 1944 yılında Walter J. Oakes tarafından kullanıldı. Daha sonraları savaş ekonomisi teorileri “Askeri-Endüstriyel-Kompleks (AEK)” analizleriyle geliştirildi. ABD’nin 1940’ların başında ilan ettiği “ileri savunma doktrini” de benzer savaş ekonomisi analizlerinden doğdu. Bu doktrin, köklerini Amerikan sosyal muhayyilesine kadar izleyebileceğimiz deniz-aşırı Amerikan müdahaleciğidir. Bu tarz askeri müdahalecilik ise “yeni sömürgeciğinin” ya da kapitalizmin çağımıza özgü tabiatının bir sonucudur

“Daimi savaş ekonomisi” kavramsallaştırması ilk kez 1944 yılında Walter J. Oakes tarafından kullanıldı. Daha sonraları savaş ekonomisi teorileri “Askeri-Endüstriyel-Kompleks (AEK)” analizleriyle geliştirildi. ABD’nin 1940’ların başında ilan ettiği “ileri savunma doktrini” de benzer savaş ekonomisi analizlerinden doğdu. Bu doktrin, köklerini Amerikan sosyal muhayyilesine kadar izleyebileceğimiz deniz-aşırı Amerikan müdahaleciğidir. Bu tarz askeri müdahalecilik ise “yeni sömürgeciğinin” ya da kapitalizmin çağımıza özgü tabiatının bir sonucudur

Kapital birikmeye devam ettiği sürece cari sistemin çarkları dönmektedir. Kapitalin birikmeye devam etmesi içinse kazananlar ve kaybedenler olmalıdır. Başka bir deyişle, kapitalizm ya da Schumpeter’in deyimiyle “yaratıcı tahripkârlık” süreci yıkmadan inşa edememektedir. Bu mezkur durum kapitalizm için hem bir metafor olarak hem de müşahhas bir hal olarak geçerlidir. Kapitalin birikmek üzere seyahate çıkması, küresel seyrinde ise önüne çıkan engellerin bazen sulh ile çoğu kez ise harp ile kaldırılması gerekmektedir. Sulhta da harpte de varlığını dayattığı için kapitalizmin mezkûr faaliyetine “daimi savaş ekonomisi” denmiştir. Modern dünyamız savunma harcamaları parantezi içerisine alınan “birikim sürecini” en vahşi şekilde tecrübe etmektedir. Gerek gelişmiş gerekse de kalkınan ve geri kalmış ülkeler arasındaki konvansiyonel silah ticaretine göz atmak bizleri yeni sömürgeciliğin AEK kodlarını daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Geçen hafta Amerikan Kongresine sunulan “Kalkınan Ülkelere Konvansiyonel Silah Transferleri, 1999-2006” raporuna göre AEK düzeninin Amerika için II. Dünya Savaşından beri devam ettiğini ortaya koyuyordu. Kalkınan ülkelere yapılan silah satışlarının %36’sını Amerika tek başına gerçekleştirmektedir. ABD’yi %28 ile Rusya, %11 ile İngiltere, %6 ile Almanya ve %3 ile Çin takip etmektedir. Dünya genelinde silah arzına baktığımızda, ABD'nin yine başat olduğunu görüyoruz. Bunlar elbette kamuya açık olan anlaşmalardan elde edilen veriler. Amerika’nın gayri resmi ve dolaylı transferlerini de hesaba katınca silah satışlarının ticari hacminin boyutunun çok daha büyük olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Öyle ki kendisinden sonraki 27 ülkenin toplam askeri giderlerine eş miktarda askeri harcama yapan Amerika, silah endüstrisi üzerindeki tekelini korumaktadır. Bu tekelin dünya için anlamı mukayesesiz nükleer silah gücü ve 120 ülkede Amerikan askeri varlığıdır.

2003 senesinde Amerikan askeri harcamaları ABD bütçesinde 387 milyar dolar olarak gözükmekteydi. Bu rakamın MilReEx (ilgili tüm harcamalar=dış politika+bilim+uzay+emekli askerler+sosyal güvenlik+faiz) hesaplamalarıyla ulaştığı miktar 686 milyar dolardı. 2006’ya geldiğimizde bütçedeki pay 512 milyar, MilReEx hesabıyla 929 milyar dolara ulaşmış durumdadır. Bu rakamlar, piyasada dolaşan Amerika’nın GSYİH’sının %3-4 düzeyinde askeri harcaması olduğu iddiasının da doğruluğunun şüpheli olduğunu göstermektedir. Amerikan askeri harcamalarının Soğuk Savaş dönemindeki rakamlarına bakarak, ABD’nin muhtemel risklere karşı savunma sanayine harcadığı paraları belli bir rasyonel çerçeveye oturtmak mümkündü. Lakin Soğuk Savaşın akabinde aynı rasyonel beklentiye göre askeri harcamaların risk düzeyiyle birlikte ciddi şekilde azalması beklenirdi. Oysa bu durum gerçekleşmedi. Dolayısı ile sorulması gereken sual şudur: Amerikan askeri harcamaları Soğuk Savaş sonrası da çok hız kesmediğine göre, Amerika’nın asıl muradı neydi?

1990’lardan itibaren Amerika’nın 120 ülkeye yayılan askeri imparatorluğunun koordinatlarını birleştirme girişimi ya da siyasi imparatorluğunu ilan etme girişimi asıl hedefi oldu. Dünya sistemi içerisinde 1970’lerde zirve dönemine geçen ABD, neoliberal küreselleşmenin hitama erme sürecini hızlandırmak için elinden geleni yaptı. Bu “yaratıcı tahripkârlık” süreci dünya halklarına işgaller, parçalanmalar ve yapısal kırılmalar şeklinde yansıdı. Aslında Amerika bu rolü (“barış-zamanı savaş makinesi”) üsleneli epey zaman oldu. Teritoryal kolonyalizmin kaba halinin sona erdiği II. Dünya Savaşından beri, dünya sistemi Amerika’ya kapitalin önündeki kapıları açıp kapama yetkisi vermişti. Bretton Woods’tan bu yana Amerika coğrafi müstesnalığının sağladığı imkânları da sonuna kadar kullanarak, modern dünya sisteminde garantörlüğünü tesis etti. Dolayısı ile “savaş ekonomisi” tartışmaları ne “liberal silahlanma eleştirilerine” ne de anakronik solun “silah sanayi savaş istiyor” naifliğine kurban edilmeyecek kadar başka bir temel ihtiyaçtan var olmaktadır. Daimi savaş ekonomisi, dünya sisteminin olmazsa olmaz bir uzvu olduğu için vardır. Yaratıcı tahripkârlığın güvenlik ihtiyacının karşılanmaması düşünülemez. Bu ihtiyacın hayati önemi karşısında silah sanayinin kendisi oldukça küçük kalmaktadır. Zaten son üç yıl içerisinde, Amerika’nın küresel operasyonlarına rağmen silah satışları patlamamış, aksine cüzi de olsa gerilemiştir.

Ayrıca, savaşlar artık Amerika için birer “askeri Keynesçilik” hali de oluşturmamaktadır. II. Dünya  Savaşı ile ortaya çıkan durum bir istisnaydı. Amerika Büyük Depresyon sonrası girdiği savaş ekonomisi sayesinde iç talep ve üretim toparlanması yaşamıştı. II. Dünya savaşı sırasında bütün kaynaklar aynı anda mobilize hale gelmiş, işsizlik sorunu kısa sürede ortadan kalkarak tam istihdam yakalanmıştı. Amerika’nın yeni savaşları ise çok farklı bir ekonomi-politik üzerinden yürümektedir. Mesela I. Körfez Savaşının ya da Ortadoğu petrollerini kontrol altında tutmanın hizmet bedelini Amerika servisi talep eden tüm ülkelere ödetmişti. Irak işgaliyle ise ağır bir ekonomik fatura ile karşı karşıya kaldı. Aynı şekilde “savaşsız” geçen Clinton döneminde Amerika ekonomisinin sağladığı önemli büyümeyi de hatırlatmakta fayda var. Stiglitz’in hesaplamalarına göre Irak savaşı yan maliyetleriyle 10 yıl içerisinde 2 Triyon dolarlık fatura çıkarabilir. Her halde aklıselim her yaklaşım bu rakamın onda biriyle Amerika’nın işgale girişmeden Ortadoğu’da sınırları değiştirebileceğini kabul eder. Dolayısıyla gerek alınan risk gerekse de ödenen fatura, silah sanayinin gücünün gölgesine sığmayacak kadar büyük durmaktadır. Ezcümle, silah sanayinin değil kapitalizmin gücü var. Aynı güç dünya sistemini Amerika eliyle “dengede” tutmaktadır. İlla bir savaş ekonomisi arıyorsak bu denge haline “daimi savaş ekonomisi” demek daha yerinde olabilir.  

STAR Gazetesi- Açık Görüş - 7 Ekim 2007 Pazar