SETA > Yorum |
Diktatör Paranoyası

Diktatör Paranoyası

Türkiye'de siyaset mühendisliği yıllarca bir paranoya mühendisliği olarak işledi. Üretilen paranoyalar da siyasal alanı vesayet altına aldı, siyasal özneler çoğu kez rasyonalitelerini bu paranoyalara teslim etti.

Yıllardır “Türkiye korkuları”ndan bahsediyoruz.
Komünizm diyoruz, bölücülük diyoruz, irtica diyoruz.
Siyasal alanda yaşanan çeşitlenme ve Kemalizmin mevzi kaybetmesiyle birlikte, “Türkiye’nin korkularından kurtulması gerektiği” tezi her yerde karşımıza çıkmaya başladı.
Bu, elbette siyasetin normalleşmesinin bir göstergesi.
Müesses nizamın adına “tehdit” dediği bu unsurlar, bir dönemden sonra “korku nesnesi” olarak adlandırılmaya başlandı.
Ve elbette bu korkuların aşılması gereğinden bahsedildi.
Ne var ki, bugünden geriye dönüp baktığımızda, eğer ortada bir his varsa onu “korku” kavramıyla değil, “paranoya” kavramıyla izah edebileceğimizi görebiliyoruz.
Zira, korkuda gerçek bir olay, bir yaşanmış bir hatıra yahut maruz kalınmış bir durum söz konusudur.
Paranoyada ise böyle bir zorunluluk yoktur.
Türkiye’de siyaset mühendisliği yıllarca bir paranoya mühendisliği olarak işledi. Üretilen paranoyalar da siyasal alanı vesayet altına aldı, siyasal özneler çoğu kez rasyonalitelerini bu paranoyalara teslim etti.
Bu süreç, her şeyden önce Kemalist milliyetçiliği besledi.
Her ne kadar Turhan Feyzioğlu onu “rasyonel, modern, medeni, ilerici, demokratik, birleştirici, onurlandırıcı, insancıl ve barışçıl” olarak nitelese de Kemalist milliyetçilik pratikte ayrıştırıcı, saldırgan ve anti-demokratik bir tarzda hayata geçti.
Bu, söz konusu paranoyaların toplumsal ve siyasal varoluşun merkezine yerleştirilmesiyle mümkün oldu.
Bu paranoyalara teslim olmanın ürettiği maliyetler çok açık.
Her şeyden önce tutuculuk bu süreçte siyasi bir norma dönüştü.
Siyasi ve hukuki zemin bu paranoyalardan hareketle dizayn edildi.
Ve bugün de hala bu dizaynın etkilerinden tam anlamıyla kurtulabilmiş değiliz.


***


Bugün Türkiye siyasetine dayatılan yeni bir paranoyayla karşı karşıyayız: Diktatör paranoyası.
Gezi muhalefetinin “otoriterleşme”, “anti-demokratik tavırlar”, “yaşam tarzına müdahale” ve “kutuplaştırıcılık” söylemleri üzerinden ürettikleri bu paranoya, bir siyasal mücadele aracına dönüşmüş durumda.
O günlerde dile getirilen ve Erdoğan’ın “eski Arap diktatörlerinden hiçbir farkı”nın kalmadığını iddia eden söylemler, 17 Aralık medyasının da yardımıyla siyaseten canlı tutulmaya ve hem ulusal, hem uluslararası ortamlarda şiddetli bir biçimde savunulmaya başlandı.
Türk demokrasisi açısından büyük bir imkan olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, bu paranoya tarafından kuşatılmaya çalışılıyor. Cumhurbaşkanı seçilmesi muhtemel olan Erdoğan, muhalefet partileri ve adayları tarafından yeni bir paranoyaya konu ediliyor.
Bu süreçte özellikle Erdoğan’ın “aktif Cumhurbaşkanı” vurgusu muhalefetin bu paranoyaya giderek daha fazla sarılmasını beraberinde getiriyor.
Türkiye demokrasisi, bu yeni paranoyayı da alt edecek olgunluğa sahip.
Her şeyden önce bilinmesi gereken, “aktif Cumhurbaşkanlığı” vurgusunun merkezinde bir siyasal sorumluluk yaklaşımının yer aldığıdır.
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi kararının altında yatan da budur.
Bir başka deyişle, bu yeni sistemle birlikte gündeme gelen “siyasal sorumluluk” anlayışı yukarıdan aşağıya, anti-demokratik bir tarzda yürürlüğe konacak müdahaleci bir yönetim anlayışına zıttır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde birçok Cumhurbaşkanı böylesi bir yönetim sergilemişlerdir.
Çok geriye gitmeye gerek yok. Ahmet Necdet Sezer’e baksak yeter.
Belki unutulmuştur, hani “Cumhurbaşkanlığının aşırı yetkileri”nden şikayet ede ede göreve gelen Sezer’e...

[Akşam, 22 Temmuz 2014]