SETA > Haber |

SETA Panel: Arap Baharı, Tunus ve Türkiye

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın geçirdiği dönüşüm ve bu dönüşümün bölgesel ve uluslararası güç dengeleri üzerine etkisi konularını ele aldılar.

ÖZET:

Tunus, 2011 yılı başlarında tüm Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu etkisi altına alan bir isyan dalgası başlattı. Böylece Arap Baharını başlatan Tunus, toplumsal ve siyasi dönüşümün şiddete başvurmadan da mümkün olabileceğini kanıtladı. 23 Ekim 2011 tarihinde yapılan adil ve şeffaf seçimlerin ardından Tunus halkı, yeni Tunus Anayasasını hazırlamak üzere Kurucu Meclisini seçti. Tunus’taki yeni siyasi aktörler gerek geçirdiği siyasi dönüşüm gerekse ulaştığı ekonomik kalkınmayla bölgedeki halklar için bir ilham kaynağı olan Türkiye ile işbirliğini artırma konusunda büyük çaba içerisine girdiler. Bu bağlamda, SETA Türkiye-Tunus ilişkileri, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki son gelişmeler üzerine konuşmak üzere iki değerli konuğu ağırladı. Tunus Dışişleri Bakanı Sayın Dr. Refik Abdüsselam ve Türkiye Dışişleri Bakanı Sayın Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu iki ülke arasındaki ilişkiler, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın geçirdiği dönüşüm ve bu dönüşümün bölgesel ve uluslararası güç dengeleri üzerine etkisi konularını ele aldılar.

Arap Baharı, Tunus ve Türkiye

Taha Özhan: Sayın Refik Abdüsselam ve Sayın Ahmet Davutoğlu, hanımefendiler ve beyefendiler, ‘Arap Baharı, Tunus ve Türkiye’ konulu SETA paneline hepiniz hoş geldiniz. Tunus Dışişleri Bakanı Sayın Abdüsselam ve Türkiye Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nu ağırlamaktan büyük bir onur duyuyoruz. Öncelikle her iki bakanımıza da davetimizi kabul ettikleri için teşekkür ediyorum. Ayrıca kısa süre önce haber vermemize rağmen geldiğiniz için sizlere de teşekkür etmek istiyorum; çünkü e-postaları ve faksları ancak dün yollama şansımız oldu. Hepimizin bildiği üzere Tunus, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da bir değişim süreci başlattı ve toplumsal ve siyasi dönüşümün şiddet kullanmadan da mümkün olabileceğini kanıtladı. Bölgedeki diğer ülkeleri değişim yönünde harekete geçiren Tunus iken demokratikleşme hareketlerini ve bunun etkilerini destekleyen ise Türkiye oldu. Bugün burada araştırma merkezinde uzun süre görev almış; fakat şu an Dışişleri Bakanı olan Dr. Abdüsselam’ı dinlemek üzere toplanmış bulunuyoruz.  İlk kez Dışişleri Bakanı olarak yaptığı konuşmasını dinleyeceğiz. Bu sebeple ilk olarak Sayın Refik Abdüsselam’ı konuşmasını yapmak üzere kürsüye davet ediyorum.

Refik Abdüsselam:Dr. Taha, bu sıcak karşılama için teşekkür ederim. Arkadaşım ve meslektaşım Prof. Dr. Ahmet’e teşekkür ediyorum ve sizlere de bu konferansa katıldığınız için teşekkür etmek istiyorum.  Burada, Ankara’da sizlerle olmak benim için büyük bir onur. Bu bölgedeki ilk resmi ziyaretim. Dışişleri Bakanı olduğum ilk gün, ilk ziyaretimin Türkiye’ye olacağına dair söz vermiştim. Sözümün arkasında durdum; çünkü Türkiye ile mükemmel bir ilişkimiz var. Türkiye ile uzun bir geçmişi, derin ve uzun bir geleneği paylaşıyoruz. Hepinizin bildiği gibi 16. yüzyıldan beri tıpkı Türkiye’nin Tunus ve genel anlamda Kuzey Afrika’yla iç içe olması gibi Tunus da Türkiye’ye bağlıdır.

Dr. Taha’nın da belirttiği gibi Tunus bütün bölgede siyasi dönüşüm ve siyasi demokratikleşmenin ilk aşamasını başlatmış bulunmaktadır. Tunus’ta yerel bir olay olarak başlayan şey daha sonra bölgesel bir olaya dönüşmüştür. 17 Aralık’ta başlayan devrim 14 Ocak 2011’de Bin Ali’nin ülkeyi terk etmesi sonucu Bin Ali rejiminin çöküşüyle son bulmuştur. Böylece bölgedeki genel ortam siyasi dönüşüm ve demokratikleşme süreci için hazır hale gelmiştir. Şahsen, bölgedeki değişim sürecinin uzun zamandır ertelendiği görüşündeyim. 80’lerin sonundan itibaren bölgede, Tunus, Suriye, Yemen veya Mısır’da genel olarak siyasi bir değişime hazır bir ortam vardı; çünkü Tunus’taki veya diğer ülkelerdeki siyasi rejimler eski Komünist Blok rejimlerinden çok da farklı değildi. Fakat siyasi değişim sürecini erteleyen veya engelleyen şey uluslararası düzen ya da uluslararası gündemdi.

İnsanlar kendilerine saygı gösterilmesini ve özgür olmayı istiyorlardı. Tunus’ta, Mısır’da ve diğer Arap ülkelerindeki siyasi değişim, ekonomik ve sosyal başarısızlığın yanı sıra kızgınlığın, hayal kırıklığının ve siyasi başarısızlığın bir sonucuydu. Son yıllarda bölgedeki genel durum bütün siyasi, ekonomik ve sosyal yapının yanlış işlemesine dayanıyordu. Bölge insanları saygınlıklarının ve özgürlüklerinin korunması için can atıyordu. Buldukları tek çözüm yolu ise devrim oldu. Siyasi bir değişim daha doğrusu barışçıl bir siyasi değişim için hiçbir yol yoktu ve buldukları tek yol siyasi diktatörlüğe, siyasi ve ekonomik yolsuzluğa karşı isyan etmekti. Tunus isyanını yerel bir olaydan çok bölgesel bir olay haline getiren şey, daha önce de belirttiğim üzere, hemen hemen bütün bölgede aynı olan, yolsuzluğa, insanların onurlarının hiçe sayılmasına, sosyal ve siyasi ötekileştirmeye dayanan sosyopolitik koşullardı ve bu koşullara karşı çıkmanın tek yolu siyasi bir devrimdi. Tunus’un diğer Arap başkentlerine verdiği mesaj siyasi değişimin mümkün olduğuydu. Bu değişimin sokaktaki insanların sesleri ve iradesiyle mümkün olduğuydu. Şimdiye kadar siyasi değişimin mümkün olmadığını ve tek yolun var olan siyasi koşulları kabullenmek olduğunu duyduk. Sokaktaki insanlar ise bu duruma siyasi değişimin mümkün olduğunu haykırarak cevap verdiler. Şimdiye dek farklı Arap ülkelerinde duyduğumuz ve duymaya alıştığımız slogan “İnsanlar isterse” idi ve bu slogan  “Eğer insanlar yaşamak isterse, kaderleri kendi ellerinde” diyen Tunuslu bir şairden doğmuştur. Bu sözler Tunus sokaklarında, Kahire’de, Libya ve Suriye’nin farklı şehirlerinde ve diğer her yerde şiirsel bir söylemden siyasi bir slogana dönüştü.

Tunus’un verdiği mesaj değişimin mümkün olduğu ve bu değişimin yalnızca insanların iradesi ile ve istekli olmasıyla mümkün olduğuydu. Tunus devriminin gösterdiği şey “Güçsüzün gücü” idi. İnsanlar irade sahibi olmayan, isteksiz, sesleri ve hakları olmayan kişiler olarak görüldü. Fakat sonunda o insanlar sokaklara döküldü, seslerini duyurdu ve siyasi, ekonomik ve sosyal değişimi mümkün kıldı. Tunus devrimi, Mısır devrimi ve sonrasında Libya devrimi, medyadan ve düşünce kuruluşlarından duymaya ve okumaya alıştığımız Arapları istisna tutma politikası olarak adlandırılan,  demokrasinin Arap bölgesi hariç her yerde geçerli olduğu düşüncesini yerle bir etti. Bu çok yaygın bir görüştür hatta İslamı istisna tutma politikası, yani Müslümanların demokrat olamayacağı, İslam ve demokrasi arasında hiçbir uzlaşmanın sağlanamayacağı her zaman söylenmiştir. Türkiye’nin Tunus’tan önce de İslam ve demokrasinin bir arada olabileceği düşüncesini savunduğunu ve İslam ve demokrasi arasında uzlaşma ve bağlantı sağlanabileceğini gösterdiğini düşünüyorum. Tunus devrimi de İslam, Arabizm ve demokrasinin bir arada olabileceğini doğrulamıştır. Aynı anda Arap, Müslüman ve demokrat olmak mümkündür. Aynı anda Türk, Müslüman ve demokrat olmak da mümkündür.

Şimdi, elbette bu devrimlerden sonra bir sürü zorluk ve problem yaşanıyor; fakat bence bunlar oldukça normal. Bu bir geçiş dönemi, her demokrasi de olduğu gibi bazı zorluklar, sıkıntılar olacaktır; fakat sonuç olarak doğru yoldayız. Bölgedeki diğer devrimlere kıyasla Tunus devrimi barışçıl olması yönüyle istisnaydı. Kayıplar verdik ama bu kayıplar oldukça azdı. Yaklaşık 800-850 yaralı vardı; fakat sonunda elde ettiğimiz başarı bu devrimdeki kurbanlardan çok daha büyüktü. Siyasi bir değişimi barışçıl bir şekilde daha doğrusu diğer Arap ülkelerindeki gibi ağır bedeller ödemeden başardık. Daha sonra Allah’a şükür insanlarımızın iradesi sayesinde ülkemize demokrasi getirdik. 23 Ekim’den sonra bir seçim yaptık, serbest bir seçim yaptık; Tunus’ta ilk defa oy sandığının gücü vardı ve ilk defa insanlar parlamentoda kendilerini temsil edecek kişileri seçti. Tunus tarihinde ilk defa demokratik yollarla seçilmiş bir hükümet kurduk. Seçimle kurulan ilk hükümetle Tunus tarihindeki ve belki de Arap tarihindeki ilk demokratik seçimi yaptık. Daha önce de söylediğim üzere birçok zorluk ve sorunla karşılaştık; fakat devrim sonrasındaki zorlu zamanların üstesinden geldiğimiz için oldukça iyimserim. Çok şükür siyasi bir boşluk yaşamadık. Devrimden sonra belki de insanların günlük yaşantısı ve devletin işleri devam ediyordu; insanların günlük yaşantıları zarar görmemişti. Devletin işleyişi devam ediyordu, eskiden olduğu gibi değildi fakat nihayetinde siyasi istikrarı korumayı başardık. Örneğin; komşu ülke Libya’da Kaddafi rejiminin çökmesinden sonra devletin işleyişinin durması ve bu sebeple Libyalı komşularımız için sıkıntılı günlerin artmasıyla karşılaştırırsak biz bu istikrarı Tunus’un bürokratik ve idari geleneği sayesinde başardık. Öncesinde de belirttiğim gibi barışçıl bir devrim gerçekleştirdik ve demokratik kurumlar kurmayı başardık.

Modern Tunus tarihinde ilk kez seçimle oluşturulmuş bir parlamentomuz ve hükümetimiz var ve tabi bir de koalisyon hükümetimiz var.  Elbette koalisyon hükümeti kendini mükemmel bir şekilde ifade edemiyor ve zaman zaman siyasi kutuplaşmalarla dolup taşıyor. Fakat bu deneyimin, bu modelin Tunus ve tüm bölge için daha iyi olduğu kanısındayım. Farklı partilerin katıldığı ve yönetimin yükünü aldığı bir koalisyon hükümeti bir tekelden diğerine geçmekten daha iyidir. 1956’da ülke bağımsızlığını kazandığından bu yana Tunus’ta siyasi yaşam iktidardaki tek bir parti tarafından tekelleştirilmişti. Önce Burgiba devri ardından Bin Ali devri geldi. Şimdi koalisyon hükümeti var ve bence bu, yani bir uzlaşma sanatının varlığı, demokrasinin varlığını kanıtlıyor. Şu an, uzlaşmanın nasıl yapılacağını öğreniyoruz. Türklerin deneyimlerinden öğrenilecek çok şey var ve bölgedeki demokratik süreçte Türklerin yaşadıkları deneyimlerin ilk olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki meslektaşlarımız demokratikleşme süreci konusunda oldukça donanımlı, bilgili ve deneyimli ve bizim de bu deneyimlerden faydalanmaya çok ihtiyacımız var. Tunus’un istisnai durumunu biliyorsunuz, hepimiz ya sürgündeydik ya da hapishanelerdeydik. Hükümeti kuran pek çok meslektaşım ya Avrupa’da veya bölgenin başka ülkelerinde uzun süredir sürgünde ya da hapishanelerdeydi. Şu anki Başbakan ve İçişleri Bakanı neredeyse altı yıl hapishanede kaldılar ve hükümet üyelerinin büyük çoğunluğu yaşamlarının büyük bir kısmını ya hapishanede ya da sürgünde geçirdiler. Ben de hayatımın 21 yılını sürgünde geçirdim. Allah’a şükür halkımızın iradesi sayesinde ülkemize geri dönüyoruz ve ilk adım olarak demokratikleşme sürecini başlatıyoruz.

Tunus’ta yaşananlar bölgenin jeopolitik durumunun birbiriyle iç içe olduğunu gösteriyor. Daha önce de söylediğim gibi Tunus’ta olanların benzerlerini farklı Arap başkentleri de yaşıyor. En basitinden insanların beklentileri ve talepleri hemen hemen aynı yönde. Tunus halkıyla Mısır, Libya, Suriye halklarının ya da bölgedeki diğer hakların istekleri arasında hiçbir fark yok. Özgür olmak, temsil edilmek istiyorlar. Siyasi süreçte söz sahibi olmak, uzun süredir Tunus’ta ve bölgenin tümünde olduğu gibi ülkeyi yönetenin veya ailesinin isteklerinin değil kendi isteklerinin temsil edileceği siyasi kurumlar istiyorlar.

Daha önce de belirttiğim gibi Tunus’ta yaşanan her şey bütün bölgeyi farklı şekillerde etkiliyor. Tabii ki Tunus küçük bir ülke; fakat dediğim gibi, bölgedeki farklı ülkelerle olan veya onları etkileyen derin bağlarından dolayı Tunus örneğinin başarısı bütün bölgeyi olumlu şekilde etkileyecektir. Tunus’ta yaşanan örnek yani demokratik deneyim başarısızlıkla sonuçlanırsa -ki Türkiye’deki diğer dostlarımız dâhil bizler bu deneyimin başarıya ulaşacağını ümit ediyoruz- bu bütün bölgeyi etkileyecektir. İşte bu yüzden gerekenleri yapmak, bölgenin ilk demokratikleşme sürecinde başarıyı yakalamak için bütün şartları yerine getirmek ve bu deneyimden faydalanmak gerçekten zorlu bir görev.

Çoğu insan barışçıl bir siyasi değişim ve barışçıl bir demokratikleşme süreci için Tunus’u model olarak alıyor ve bence Tunus modeli Türkiye modelinden oldukça etkilenmiş ve onun bir yan ürünü olmuştur. Türkiye’den çok şey öğrendik ve burada Türkiye’deki meslektaşlarımızdan da çok şey öğrenmeye devam ediyoruz.

Bence bölgenin olduğu kadar Tunus’un da geleceği aydınlık. Şahsen ben, bu konuda çok iyimserim; çünkü halk kendini ve iradesini gösteriyor.  Devrimden sonra seslerini duyuran iyi eğitim almış, özellikle devrimden sonra siyasallaşmış genç nesillerimiz, genç halkımız var. Siyaset ise her gün insan yaşamının bir parçası haline geliyor ve artık insanlar dünyada, bölgelerinde ve ülkelerinde neler olup bittiğini çok daha iyi biliyorlar. Bu yüzden; demokrasimizin başarılı olacağı ve burada Türkiye’deki meslektaşlarımızdan edindiğimiz deneyimler sayesinde kesinlikle doğru bir yolda olacağı kanaatindeyim. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Taha Özhan: Sayın Bakan, yapmış olduğunuz konuşma için çok teşekkürler. Konuşmaların ardından bir soru cevap kısmının olacağını söylemeyi unuttum. Soruları yazıyla almayı planlıyoruz. Sağ tarafınızda SETA’da çalışan arkadaşları görebilirsiniz. Sorularınızı yazıp arkadaşlara verebilirseniz Sayın Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasının ardından sorularınızı cevaplayabiliriz.  

Ahmet Davutoğlu:  Değerli meslektaşım, arkadaşım, kardeşim Refik Abdüsselam, Dr. Taha ve değerli konuklar.

Öncelikle değerli arkadaşım Refik Abdüsselam’e hoş geldin demek istiyorum. Kendisiyle dün bir aradaydık. Refik Abdüsselam’in yapmış olduğu bu ziyaret bu sene Türkiye’ye yapılan en önemli ziyarettir ve önümüzdeki yıllarda sembolik olarak en önemli ziyaretlerden biri olarak anılacaktır. Peki, neden? Çünkü Dr. Refik Abdüsselam burada sadece Tunus hükümetini temsil etmiyor. Refik Abdüsselam aynı zamanda Tunus halkının onurunu, taleplerini temsil ediyor. Arap gençliğinin, Arap halkının son bir yıldır uğruna mücadele verdiği değerleri temsil ediyor. Yasemin Devrimi uzun bir sürecin başlangıcıydı. Bizler hepimiz bu uzun sürecin başlangıcındayız ve ilk başarı hikâyesine imza atan ve yine ilk adımı atan Tunus oldu. Tüm bunlar beni şaşırtmadı. Yasemin Devriminden yaklaşık üç hafta sonra Şubat ayında Tunus’a gittiğimde, orada Tunuslu entelektüeller ve siyasi grupların liderleriyle yapmış olduğum toplantıda onlara şöyle dedim: “Buraya size kılavuzluk etmeye gelmedim. Çünkü İbn Haldun’un torunlarının kılavuza ihtiyacı yoktur.” Tunus, siyasi teori ustası ve aynı zamanda benim entelektüel hayatımdaki ustam İbn Haldun’un topraklarıdır. Tunus, İslami değerlerle modernliği bir araya getirmeye çalışan 19. yüzyılın parlak zekâlarından biri, Osmanlı Devleti’nin sadrazamı, veziri azam, Tunuslu Hayreddin Paşa’nın yaşadığı topraklardır. Eğer bir ulusun tarihinde böyle dehalar varsa, şüphesiz böyle bir ulusun Yasemin Devrimiyle bölgemizde yeni bir sürece, döneme başlamaya hakkı vardır.

İşte bu yüzden ben Dr. Refik’i, İbn Haldun ve Tunuslu Hayrettin Paşa’nın temsil ettiği uzun geleneğin yeni bir temsilcisi olarak görüyorum. Dün kendisiyle karşılıklı ilişkilerimizden konuştuk. Bu toplantılardan birinde bir soru sormuştum ve şimdi o soruyu yinelemek istiyorum: Tunus’u eşsiz kılan ne? Tunus bizim için neden bu kadar önemli, bu kadar eşsiz? Bugün Tunus sadece siyasi, kültürel ve ekonomik olarak değil aynı zamanda çok boyutlu coğrafi ve tarihi geçmişi bakımından eşi benzeri olmayan bir ülke. Tunus, modernliğin ve geleneksel İslami değerlerin bir arada yaşadığı ve bir sentez oluşturduğu bir ülke. Tunus bir Akdeniz, bir Arap ve bir Afrika ülkesi. Tunus tıpkı Türkiye gibi çok boyutlu bir karaktere sahip bir Avrupa, Asya, Ortadoğu, Balkan ve Orta Asya ülkesi. Bence Türkler ve Tunuslular gibi birbirini anlayabilen çok az ulus var. İşte bu yüzden aynı süreçlerden geçiyoruz ve bugün Türkiye Tunus’u destekleyen ülkelerin başında geliyor. Tunus devriminin yani Yasemin Devriminin ilk günlerinde desteğimizi dile getirdik. Bir değerlendirme yapmak için düşünmedik bile. Peki, neden hemen destekledik? Çünkü şuna kalpten inanıyorduk ki Tunus halkı taleplerinde ve söylediklerinde haklıydı, Tunus halkının eğitim özgeçmişi gelecek vaat ediyordu ve Tunus, değişimi gerçekleştirip başarıya ulaşabilecek güçteydi. Bence şu an bir karşılaştırma yapabiliriz: Tunus bir yıl içinde bir mucize gerçekleştirdi.

Bu mucizeyi gerçekleştirdikleri için ve onur adına böyle bir mücadele verdikleri için Tunus halkına ve gençlerine minnettarız. Birçok toplantıda bana Arap Baharını tetikleyen asıl şeyi sorduklarında verdiğim cevap hep onur oldu. Fakirlik cevabını vermedim; fakirlik çözülebilir ama onur hem fakirliği hem de diğer konuları çözebilir.  Değerli meslektaşım, Dr. Refik ‘in de belirtmiş olduğu gibi, kendisini son yirmi yıldır tanıyorum, Oxford’da İslam Araştırmaları Merkezinde ve diğer birçok kurumda bir entelektüel olarak çalışırken hep onu yakından takip etmişimdir, bugün Tunus hükümetinde bulunan Tunuslu liderlerin çoğu yaşamlarını hapislerde ya da sürgünde geçirmiştir. Ancak bir gün Tunus tarihinin ve bölgenin tarihinin değişeceği konusundaki umutlarını kaybetmemişlerdir. Onlar bu mucizeyi gerçekleştirmişlerdir. Buna minnettarız. Bugün Tunus’un elde ettiği bu başarı büyük bir önem arz ediyor. Bu sadece ulusal bir başarı olmayacak ya da şuan ki hükümetin bir başarısı olmayacak; bugün Tunus’un başarısı, bölgenin başarısı için çok önemli. Tunus bir süreci başlattı ve bölgeye değişimin mümkün olduğunu kanıtladı.  Şimdi ise yeni Tunus hükümeti bölgeye yapıcı bir yaklaşımın, politikanın mümkün olduğunu ve yeni temsili hükümetin, yeni bir anlayışın, yeni yönetişim felsefesinin bölgemizde kurulabileceğini gösterecek.

Değerli dostum, yine belirtmek isterim ki Türkiye hükümeti, Türk halkı, Türk sivil toplum kuruluşları bu uzun yolda sizin yanınızda olacaktır. Bizler Tunus hükümetinin attığı her adımı, başlattığı her girişimi, her projeyi destekleyeceğiz çünkü bugün Tunus’un başarısı Türkiye’nin başarısıdır. Tunus’ta mağlubiyete izin veremeyiz. Dün çeşitli devlet kurumlarıyla farklı konularda birkaç toplantı gerçekleştirdik. Bu bağlamda, Türkiye ile Tunus arasında 2012 yılı için bir eylem planına karar verdik ve bu eylem planını imzaladık. Ancak tüm bu anlaşmaların arkasında yatan Türkiye’nin, işleyen bir demokrasi, etkin bir ekonomi ve etkili bir dış politikaya sahip olmak için göstermiş olduğu mücadelede Tunus’un yanında olacağıdır. Dün değerli meslektaşıma bütün elçiliklerimizin Tunus hükümetinin emrinde olduğunu söyledim. Deneyim ve kurum anlamında bütün varlığımız hizmetinizde olacak.  Çünkü sizin başarınız bizim için o kadar önemli ki bu başarı bölgeye başarı getirecek. Bölgemizdeki herkes Tunus’ta olan biteni izliyor. Mısır, Libya, Suriye ve Yemen halkı Tunus’ta olanları takip ediyor. Biz de Tunus’ta olanları yakından takip ediyoruz.

İşte bu yüzden Dr. Refik ilk resmi ziyaretini Türkiye’ye gerçekleştirdi. Tunus ile ikili ilişkilerimizin ve Türkiye’nin Tunus’a karşı benimsediği yaklaşımın iki boyutu var. İlk boyutu değerle ilgili. Biz uluslararası ilişkilerde Tunus ile aynı değerleri paylaşıyoruz.  Bu değerler temsili hükümet, hukukun üstünlüğü, şeffaflık, iç politikada insan haklarına saygı, onur, uluslararası ilişkilerde – dış politikada – aktif bir politika, geleneksel kimliğimizle gurur duyma ve aynı zamanda modern dünyayla yakın ilişkide olmaktan gurur duyma, geleneksel ve modern değerlerin sentezini savunma, ulusumuz ve bölgemizin ve aynı zamanda insanlığın geleceği için bir vizyona sahip olma. Tüm bunlar bizim paylaştığımız değerler ve biz Tunus’taki meslektaşlarımız ve dostlarımızla bugünün dünyasında bu değerleri hayata geçirmek için birlikte çalışmaya devam edeceğiz. İkincisi ise stratejik boyut. Çünkü Tunus birçok açıdan Akdeniz’deki, Afrika’daki, Arap dünyasındaki en önemli stratejik aktörlerden biri ve Türkiye-Tunus arasındaki stratejik ilişkiler birçok sorunun üstesinden gelinmesine yardımcı olacak. Bu değerlere ve stratejik perspektife bakacak olursak, eminim ki önümüzdeki yıllarda bir Tunus modelinden, Tunus mucizesi ve başarısından bahsediyor olacağız. Ayrıca Tunus, bugün aynı değerler uğruna sokaklara dökülen diğer ulusların yoluna ışık tutacaktır. Değerli kardeşim bugün bizimle olduğun için çok teşekkür ediyorum. Biz her konuda her zaman el ele beraber yürüyeceğiz. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Taha Özhan:Çok teşekkürler. Sanıyorum biraz geç başladığımızı da göz önüne alarak artık soru cevap kısmına geçebiliriz.  Umarım istediğimiz kadar çok soru sorabiliriz.

Soru: İlk soru Dr. Abdüsselam’a. Laikliği örnek olarak almadığınızı düşünecek olursak Türkiye ne açıdan bir örnek teşkil ediyor?

Cevap (Refik Abdüsselam):Elbette Türkiye’yi örnek alıyoruz çünkü Türkiye Ortadoğu’da demokratikleşmeyi gerçekleştiren ilk ülke. Tabii ki benzerliğin farklı yorumları vardır. Tabii ki Türkiye laik demokratik bir ülke, bunu çok iyi biliyoruz. Tunus’ta anayasamızın ilk yasalarını oluşturduk, Tunus’un Müslüman bir Arap ülkesi olduğunu söyledik. Biz ulusal kimliğimizi korumak istiyoruz ancak aynı zamanda demokratik de olmak istiyoruz. Sanıyorum Türkiye’nin bize verdiği asıl mesaj bu kimliğimizle demokrasiyi birleştirmek. Türk ulusunun kimliğiyle iç içe geçmiş bir demokrasi var. İşte Tunus’a getirmek istediğimiz de bu. Bence Türkiye ilgi çekici bir model çünkü Türkiye’de doğal bir laiklik var. Devlet siyasi işlere ve insanların tercihlerine karışmıyor. Bizler de Tunus’ta İslam ve demokrasiyi birleştirmek istiyoruz. Bizler Türk deneyimini ve onun tarihi bağlamını çok iyi anlıyoruz.

S:Sıradaki sorumuz Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na. Demokratikleşme sürecinde ve siyasi dönüşümünde Türkiye sizce uygulamada Tunus’a nasıl yardım edebilir, bu konuda işbirliği yapılacak alanlar nelerdir?

C (Ahmet Davutoğlu):Bence Türkiye ile Tunus arasında üç seviyede bir işbirliği var. İlki hükümet ya da devlet arası ilişkiler. Dün biz bir eylem planı oluşturduk ve imzaladık. Bütün Türkiye bakanları ve Tunus bakanları birlikte çalışacağız. Önümüzdeki aylarda karşılıklı ziyaretler gerçekleştireceğiz. Bu bağlamda, cumhurbaşkanı, başbakan seviyesinde aynı zamanda önemli görevlere sahip bakanlar başta olmak üzere bakanlar seviyesinde ziyaretler gerçekleşecek. Bunlara ek olarak fakirlikle mücadele, bölgesel kalkınma gibi sorunlarla başa çıkabilmek için Türkiye devlet planlama teşkilatı Tunus’taki devlet kurumlarıyla yakın işbirliği içinde çalışacak.  Bu, Türkiye’nin Tunus’a katkıda bulunacağı önemli işbirliği alanlarından sadece biri. Önümüzdeki aylarda bakanlıklarımızın ve kurumlarımızın birlikte tıpkı tek bir kurum, tek bir bakanlık gibi çalıştığını göreceksiniz ve elimizde ne varsa Tunus hükümetinin hizmetine sunacağız. Bu bizim stratejik bir kararımızdır.

İkinci seviye sivil toplumlar arasındaki ilişkiler. Yani düşünce kuruluşları, üniversiteler arasındaki ilişkilerdir. Sivil toplum kuruluşları arasındaki ilişkiler geliştirilecek ve bizler laikleşme, modernlik, modern toplumda geleneksel değerlerin nasıl korunması gerektiğine dair bütün bu entelektüel soruları paylaşacağız. Bu konuların hepsi her yerde tartışılan konular. Refik kardeşimle bir araya geldiğimde onu sadece bir meslektaşım bir Dışişleri Bakanı olarak görmüyorum; onu benim gibi aynı sorunlarla uğraşan bir entelektüel olarak görüyorum. Biz onunla aynı kaderi paylaşıyoruz. Tunus’un başarısı Türkiye’nin başarısı olacak. Buna minnettarım, Refik’in de belirttiği gibi Türkiye’nin başarısı Tunus halkı için iyi bir örnek oldu. Türkiye demokratik bir toplumun, temsili hükümetin, şeffaf ekonominin, aktif dış politikanın bölgemizde onurlu bir şekilde mümkün olabileceğini gösterdi.

Üçüncü seviye ise bakanlık arası ilişkiler. Bizler uluslararası sorunlar konusunda birlikte çalışacağız. Sadece sivil toplum ya da hükümet seviyesinde ülke içindeki dönüşüm konusunda değil aynı zamanda uluslararası alanda da aynı soruları soracağız. Bölgemiz için yeni iyi bir modeli nasıl temsil edeceğiz? Uluslararası seviyede aynı değerleri nasıl savunacağız? Eğer adaletsizlik söz konusuysa,  Türkiye ve Tunus ortak bir pozisyon benimsemeli. Bu yarın belki de Mısır, Libya’nın da benimsediği ortak bir pozisyon olur. Demek istediğim uluslararası arenada bölgemizden çıkan tek bir ses olacak. Bayraklarımıza baktığınızda bile birbirlerine ne kadar benzediğini görebilirsiniz. Dün kardeşim Refik’e, Uzak Doğu’daki bir ülkeye yaptığım ziyarette protokolün, Cumhurbaşkanı Resepsiyonunda yanlışlıkla Tunus bayrağı koyduklarını anlattım. Farkına vardıklarında büyük bir panik içerisine girdiler. Ben de panik yapmamalarını söyledim. O bayrak benim bayrağım. Ben o bayrağı temsil edebilirim, bunda hiçbir sakınca yok.  Çünkü bizim sembollerimiz aynı, özümüz aynı. Bu anlamda gerek devletlerarası gerek sivil toplum arası işbirliği ile Tunus halkı için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Teşekkürler.

S:  Şuan elimde yedi soru var. Hepsi de aynı şeyleri soruyor. İlk olarak Arap Baharından sonra meydana gelen gelişmeler, engeller ve fırsatlar neler? İkinci olarak, Suriye sorunuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

C (Refik Abdüsselam):Elbette Tunus devriminden sonra bölgesel ortam sarsıldı. Modern tarihte ilk defa, modern bir devletin- sömürge sonrası bir devletin- kurulmasından sonra derin ve uzun bir siyasi değişim ve demokratikleşme süreciyle karşı karşıyayız. Bildiğiniz gibi demokratik süreçler riskli süreçlerdir; hiçbir zaman yüzde yüz garanti edilen süreçler değildirler. Ama inanıyorum ki biz bu sürecin başındayız. Tunus’ta olanların aynısı Mısır ve Libya’da da olabilir. Yerel olarak ve ülke açısından baktığımızda, Tunus’un kabaca Türk deneyimine benzediğini söyleyebiliriz. Tunus’un Türkiye’ye benzediği yanı ise İslam geleneğiyle modernliği birleştirmesi. Biz modernleşme sürecine Türkiye-Osmanlı anavatanı içinde çok önceleri, 18. Yüzyılın sonları 19. Yüzyılın başı gibi, başladık. Bizler o sorunların ve zorlukların bir parçasıyız; bizler dünyanın o bölgesinde yetiştik. Şu an Tunus devrimi sonrasında elbette birçok zorlukla, sorunla karşı karşıyayız. Eğer Tunus’taki yerel ortamdan bahsedecek olursak, bir başarı elde ettik. En azından barışçı bir devrim gerçekleştirdik. Sonra yeni bir sürecin başındayız; güç dengesinin sağlandığı, sivil toplumun bağımsız olduğu, özgür hukuk sisteminin olduğu, sivil toplumun özgür olduğu yeni siyasi kurumlar kuruyoruz. Ama henüz sürecin başındayız. Libya bu konuda biraz farklı bir durumda. Libya’daki komşularımız da bütün ülkeyi yeniden yapılandırma sürecinin başındalar. Uzun yıllar siyasi, toplumsal ve kurumsal boşluktan mustarip oldular. Şu an modern, temsili bir devlet kurma sürecinin başındalar. Elbette güvenlik sorunu burada da orada da devam ediyor. Ama eminim ki Libya toplumunda derin bir kutuplaşma ya da derin bir ayrım yok. İnsanların nerdeyse yüzde yüzünün Sünni, ılımlı Müslüman olduğunu düşünecek olursak, demokratik bir süreçte Libya’nın asıl ihtiyaç duyduğu şey de bu. Mısır’a bakacak olursak, Mısır’daki meslektaşlarımız ve kardeşlerimiz de doğru yoldalar. Elbette Mısır önemli, büyük bir ülke. Aynı zamanda bölgesel bir güç. Mısır hem bölgesel hem de iç zorluklarla kaşı karşıya. Faka t bence demokratikleşme sürecinden kaçış yok. Aynı şey Suriye için de geçerli, siyasi reform ve siyasi demokratikleşmeden kaçışı yok.  

C (Ahmet Davutoğlu):Ortadoğu’nun siyasi dönüşüm sürecinde Arap ülkelerinde birçok sorunla, zorlukla karşı karşıyayız. Fakat yine de eğer bu Ocak ayını geçen sene Ocak ayıyla karşılaştıracak olursak devrimin getirdiği değişimi görebilirsiniz ve bu değişim süreci devam ediyor.   

Geçen sene Yasemin Devimi devam ediyordu; Tahrir Meydanı’nda gösteriler yapılıyordu; Libya halkı harekete geçmeye başlamıştı; Fas’ta kral henüz anayasal reformu ilan etmemişti. Yani birçok kişinin bir sonraki sene neler olabileceği konusunda hiçbir fikri yoktu. Tüm bu olanların üzerinden bir sene geçtikten sonra bir değerlendirme yapabiliriz. Bence Kuzey Afrika’da bir senede gerçekleşen bu dönüşüm büyük bir başarıdır. Bugün bütün zorluklara rağmen Tunus ve Fas’ta seçimler yapıldı ve yeni hükümetler kuruldu. Özellikle Tunus’ta değişim öyle barışçıl bir şekilde gerçekleşti ki bugün Tunus’ta bir koalisyon hükümeti kuruldu. Farklı görüşteki üç siyasi grup bir fikir birliğine vardı.

Demokrasi siyasi görüşlerin özgürce ifade edilmesidir, uzlaşabilmektir. Demokrasi bir uzlaşma kültürüne dayanır. Siyasi özgürlüğünüz olacak ve bir uzlaşma kültürü geliştireceksiniz ki böylece insanlara faydalı olabilesiniz. Tunus halkı bunu başardı. Mısır’da bütün zorluklara rağmen üç tur seçim yapıldı. İnsanlar büyük bir katılım oranıyla bu seçimlere katıldı. Bütün zorluklara rağmen Mısır konusunda oldukça olumlu düşünüyoruz. Libya süreçlerin en zorunu en kanlısını geçirdi. Binlerce kardeşimizi kaybettik. Fakat rejimin değişmesinin ardından ülkeyi felakete sürükleyecek kötü senaryolar gerçekleşmedi. Süreç Libya’da, Fas’ta, Tunus’ta, Mısır’da devam ediyor. İnanıyorum ki buradaki halklar büyük başarılara imza attı.

İkinci grupta yer alan Körfez ülkelerine gelecek olursak orada da elbette istikrar sürdürülüyor ancak Bahreyn’de bir araştırma komisyonu kuruldu ve süreç devam ediyor. Eminim ülkede bu konuda olumlu adımlar atılıyor. Yemen’de de değişim var.

En kritik bölge ise Irak, Suriye ve Lübnan’ın bulunduğu bölge. Bu üç ülke şu an birçok sorunla karşı karşıya. Irak’ın büyük avantajları vardı çünkü Irak Arap dünyasında serbest ve adil seçimleri gerçekleştiren ilk ülkeydi. Fakat ne yazık ki ülke içindeki tartışmalar ve gerilim devam ediyor. Yine terörist saldırıların devam etmesi ve uzlaşma kültürünün zayıflığı beraberinde bazı sorunlar getiriyor. Fakat bizler dayanışma içinde olmalıyız. Umarım Irak halkı başarıyla bunların üstesinden gelir.

Suriye hepimiz için en zor soru. Geçen sene Suriye’nin avantajı, bütün bu deneyimlerin ardından değişimin olumlu ve olumsuz sonuçlarını gözlemlemiş olmasıydı. Ayrıca Suriye’nin İsrail’e karşı benimsediği dış politikayı düşünecek olursak Suriye’de hükümetin meşruluğu Mübarek dönemindeki Mısır’ınkinden çok daha fazlaydı. Suriye’nin başında çok daha genç bir lider vardı. Fakat maalesef Suriye rejimi bu avantajları değerlendirmedi. Tunus, Libya ve Mısır deneyimlerinden doğru dersleri çıkarmadı. Buna hep “otokratların illüzyonu” derim. Otokrat liderler bir haftada, bir ayda, iki ayda bütün olayları kontrolleri altına alıp bastırabileceklerine ve sonrasında da üstünkörü kontrollü birkaç reform yapabileceklerini sanıyorlar. Eğer Suriye hükümeti mantıklı bir yaklaşım benimsemiş olsaydı ve eğer geçen sene Mart’ta, Nisan’da hatta Haziran’da halkın taleplerine saygı duyduklarını ve seçime gitmeye hazır olduklarını söylemiş olsalardı, bugün karşımızda bambaşka bir Suriye olurdu.

Türkiye olarak biz fikirlerimizi, deneyimlerimizi paylaşma konusunda Suriye’ye bir yol haritası göstermek adına elimizden gelenin en iyisini, hatta her şeyi yaptık. Fakat Suriye farklı bir yolu tercih etti. Bugün hepimiz gerçekten büyük bir hayal kırıklığına uğradık ve Suriye’de bütün o sivillerin, kardeşlerimizin ölmüş olması gerçekten üzücü. Arap Birliği girişimi Suriye’ye sunulan başka bir fırsattı. Fakat Suriye rejimi bu şansı da düzgün bir şekilde değerlendirmedi. Biz Suriye’yi yakından takip edeceğiz. Fakat tarih akıp geçiyor ve kimse tarihin akışına karşı koyamaz. Kimse çoktan başlamış bir süreci durduramaz. Eminim ki bir gün Suriye de serbest seçimlerle kendi meclisini seçecek.

S (Taha Özhan):Sanırım SETA olarak bizim de en azından bir soru sorma hakkımız var ve ben bu soru hakkını kullanmak istiyorum. Türkiye’nin bölgeyi etkilediği konusunda her zaman bir tartışma olmuştur. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Arap Baharı dönüşümünün de Türkiye’yi etkilediği konusunda tartışmalar var. Konuşmamızın ilk kısmıyla başlayacak olursak, sizce Türkiye bu bölgeleri nasıl etkiliyor? Anayasal değişiklikler Tunus’tan Türkiye’ye Türkiye’den Irak’a, Irak’tan Mısır’a bölgede çok konuşulan konulardan biri hatta gündemin ana maddesini oluşturuyor. Sizce Türkiye’nin nasıl bir etkisi var ya da herhangi bir etkisi olabilir mi? Bakan Ahmet Davutoğlu’na ise sorum şu: Bölgeyle olan yoğun temaslar sonrasında Türkiye içinde de dönüşümler yaşanmakta, sizce Türk hükümeti, bürokrasi, sivil toplum, üniversiteler ve medya Arap dönüşümünden nasıl etkilendi?

C (Refik Abdüsselam):Bana göre Türkiye de bu sürecin bir parçası. Belki de on yıldan fazla bir süredir bölgedeki çoğu insan İstanbul’u ve Ankara’yı model olarak alıyor. Daha önce de belirttiğim gibi, bölgenin jeopolitik koşulları birbirine bağlı; bu yüzden çoğu insan eğer Türkiye geçmişte bunu başardıysa neden Tunus, Mısır ve diğer bütün Ortadoğu ülkeleri de başaramasın diye düşünüyor. Türkiye’nin yeni ve başarılı, siyasi ve ekonomik bir model üreterek bölgedeki siyasi süreci ve siyasi dönüşümü etkilediğini düşünüyorum. Herkesin bildiği gibi Türkiye şu an dünya ekonomisinde 16. sırada. Ekonomik ve siyasi başarılar elde etmek için büyük bir hızla yoluna devam ediyor. Bu durum insanları cezbediyor. Böyle bir başarı Türkiye’de yakalandıysa neden bölgenin diğer kısımlarında da elde edilemesin? İlk neden bu. Diğer bir etken ise Türkiye şu anda bir başarı modeli ve aynı zamanda kurumsal yapı açısından bir model teşkil ediyor. Türkiye’nin demokrasisi, yeni bir sivil toplum oluşturması, güç dengesini sağlaması, bağımsız bir yargı sistemi oluşturması, halkın iradesinin temsil edildiği sivil bir hükümet kurması, işte tüm bunlar bölge için gerçek ve çekici bir model oluşturmakta. Bana göre diğer bir unsur, bölgedeki gelişmelerde Türkiye’nin aktif bir rol almasıdır. Yalnızca komşu ülkelerde değil Müslüman dünyası olarak adlandırdığımız Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın tamamında da aktif bir rol üstlenmiştir. Türkiye büyüyen ekonomik ve siyasi bir güç ve sanırım ekonomik kalkınmada olduğu kadar kurumsal yapılaşmada da kritik bir rol oynaması hem Türkiye’nin hem de bölge halkının görmek istediği şey. Bizim Tunus’ta, Ankara’daki meslektaşlarımızdan sosyal ve ekonomik kalkınma, kurumsal yapılaşma ve sanayi alanlarında öğrenmek istediğimiz çok şey var. Bence bu hem bölgenin hem de Türkiye’nin yararına olacaktır. Biz Türkiye ile bölgesel bir ortaklık kurmak istiyoruz. Türkiye bizim için çok önemli, Türkiye’nin bölgede aktif bir rol oynaması Kuzey Afrika için hatta bütün Afrika için çok önemli. İşte bu yüzden bizler Türkiye’deki meslektaşlarımızla başarılı bir ortaklık kurmayı istiyoruz.

C (Ahmet Davutoğlu):Mükemmel bir soru. Öncelikle bu durum sadece Arap toplumunun Türkiye’den nasıl etkilendiğinden veya Türk toplumunun Arap toplumlarından ya da bölgeden nasıl etkilendiğinden ibaret değil. Kaderlerimizi ayrı tutmak mümkün değil; aynı kaderi paylaşıyoruz. Aynı tarihi geçmişimiz ve gelecek konusunda benzer kaygılarımız var. Siyasi açıdan değil de entelektüel açıdan bakacak olursam bence 20. yüzyıl tarihte bir parantezdi. Tarihe büyük bir etkisi olmadı. Bu insanlar yüzyıllarca bir arada yaşadılar. İbn Haldun örneğini zaten vermiştim. Şimdi ise Muhyiddin İbn Arabi’yi örnek olarak vermek istiyorum. Kendisi 13. yüzyılda İspanya’da doğmuş, Kuzey Afrika’ya kadar seyahat etmiş, Şam’da kalmış sonra Anadolu’da Kayseri’ye gelmiş ve gezdiği tüm bu yerlerde öğrencileri olmuştur. O zamanlar uçağı bırakın tren, araba yoktu, internet yoktu. Endülüs’te doğan biriyle Anadolu’da doğan biri arasında nasıl bu kadar yakın bir etkileşim oluyor? Üniversitede ders verdiğim zamanlarda öğrencilerime, her yerde öğrencisi olan Muhyiddin İbn Arabi ve İbn Haldun kadar şu modern zamanlarda öğrencim olmadığı için kendimi ne kadar suçlu hissettiğimi dile getirirdim.  Asıl soru bu. Neden bu kadar mesafe vardı? Tunus’ta doğan, Abdülhamit döneminde vezir-i azamlığa yükselen ve yazdığı kitaplarla bizim kadar Tunuslu Arap âlimlerini de etkileyen Tunuslu Hayrettin Paşa’yı örnek olarak vermek istiyorum. Hayrettin Paşa’nın yaşamını araştırdığım zaman ya da yaşamı hakkında okuduğum zaman, onun hayatının teori ile pratiği nasıl birleştirebileceğimizi gösteren ilginç örneklerden biri olduğu kanaatine vardım. Islahat teorisini uluslararası ortama uyum sağlamada pratiğe dökmüştü. 20. yüzyıl doğal olmayan bir parantezdi. Bu parantez sömürgeciliğin ve Soğuk Savaş’ın bir eseriydi. Artık sömürgecilik ve Soğuk Savaş bitti.  Artık tarihin olağan akışı yeniden başladı. Tarihin bu doğal akışında bizler Türkiye’nin Ortadoğu’yu nasıl etkilediğini ya da Ortadoğu’nun Türkiye’yi nasıl etkilediğini sorgulamayacağız. Aynı kaderi paylaştığımızı söyleyeceğiz ve birbirimizi etkilemeye devam edeceğiz.  Aynı şey Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra Balkanlar ya da Orta Asya için de geçerli. Soğuk Savaş’ın izleri kayboldukça tarihin olağan gücü eski haline geliyor. Yasemin Devrimi’ne Tunus’ta, Mısır’da ya da Suriye’de karşı çıkanlar aslında toplumlar arasına mesafeler koyan Soğuk Savaş’ın izlerini halen korumaya çalışanlardır. Entelektüel özgürlük çağında birbirimizi etkilemeye devam edeceğiz. Siyasi diyalogun olduğu, ülkelerin ekonomik açıdan birbirlerine bağımlı olduğu bir dönemde birbirimizi etkilemeye devam edeceğiz. Bu çok doğal. Arap Baharı Türkleri de etkiledi.  Bizler, en azından toplumumuzun bazı sektörleri, bugün bu entelektüel ve siyasi olarak birbirine bağlı olma durumunun ne kadar doğal olduğunun, çok kısa bir sürede nasıl görünür hale geldiğinin farkına vardık. Sömürgecilerin saldırısı nedeniyle terk etmek zorunda kaldığımız Trablusgarp Savaşı’ndan 100 yıl sonra bile Başbakanımızın Bingazi, Misrata, Tajura ve Trablus’ta binlerce Türk bayrağıyla karşılanmasına olumlu anlamda hem çok şaşırdım hem de hayran kaldım. Bu psikolojik benzerliğimiz ve kültürel hafızamız karşımıza olumlu bir işbirliği olarak geri dönüyor. Bizler birbirimize baskı kurmayacağız ya da tek taraflı birbirimizi etkilemeyeceğiz.  Bizler birbirimizi etkilemeye ve tarihimizi karşılıklı olarak şekillendirmeye devam edeceğiz. Bu tarih onurun ve saygının tarihi olacak.

C (Refik Abdüsselam):Bu noktada sevgili meslektaşım Prof. Dr. Ahmet’in düşüncelerine ilaveten bölgenin entelektüel bütünlüğünü doğrulamak adına bir şeyler eklemek istiyorum. 18. yüzyılın sonları, 19. yüzyılın başlarında Türkiye’de, İstanbul’da, modernleşme süreci başladığından bu yana bölgedeki farklı başkentlerde Şam’da, Kahire’de, Tunus’ta, Beyrut’ta aynı soruların, aynı cevapların ve aynı yaklaşımların olduğunu göreceksiniz. Yani biz entelektüel ve ahlaki olarak bir bütünlüğü olan bir bölgede yaşıyoruz. Bu günlerde bile Türkiye’de üretilen şeyler farklı Arap ülkelerinde öğreniliyor, çeviriler yapılıyor. Aynı şekilde Arap ülkelerinde üretilenlerin çoğu da Türkçeye tercüme ediliyor. Tek bir örnek vereceğim: Prof. Dr. Ahmet’in Stratejik Derinlik adlıkitabı Türkiye’de yayımlandı ve burada öğrenildi; fakat aynı zamanda devrimi de etkiledi.  Öyle ki Kahire’de, Tunus’ta ve Rabat’ta ve diğer her yerde okundu. Bu durum bölgenin entelektüel bütünlüğünü temsil etmektedir.

Taha Özhan:Sizlere özellikle panel sonundaki bu zengin ve canlı sohbet için teşekkür ederim. Panelimize katıldığınız için teşekkürler.

Refik Abdüsselam:Davetleri için SETA’ya teşekkürlerimi sunuyorum. Bu deneyimden faydalanmak ve birlikte başarı dolu zamanlar geçirmek dileğiyle.

 Ahmet Davutoğlu

 Ahmet Davutoğlu Boğaziçi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Ekonomi bölümlerinden mezun oldu ve Boğaziçi Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümünde yüksek lisans, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde de doktorasını yaptı. 1990 yılında, Malezya International Islamic University’de yardımcı doçent unvanı ile çalışmaya başladı. Üniversitenin Siyaset Bilimi bölümünü kurdu ve 1993 yılına kadar bu bölümün başkanlığını yürüttü. Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler, Ortadoğu Çalışmaları, Bankacılık ve Finans ile Siyaset Bilimi bölümleriyle Silahlı Kuvvetler Akademisi ve Harp Akademilerinde öğretim üyesi olarak ders verdi.  1999–2004 yılları arasında Profesör unvanı ile Beykent Üniversitesi’nde, üniversite yönetim kurulu üyeliği, senato üyeliği ve uluslararası İlişkiler bölümü başkanlığının yanı sıra, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde de misafir öğretim üyeliği yaptı. 58. Cumhuriyet Hükümeti döneminde, Başbakan Baş müşavirliği ve Büyükelçilik görevine atanan Davutoğlu, 59. ve 60. Cumhuriyet Hükümetleri döneminde de bu görevlerini sürdürdü. Mayıs 2009 tarihinde 60. T.C. Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı olarak atandı.  2011 Genel Seçimlerinde Ak Parti’den  Konya milletvekili olarak seçildi ve 61. Hükümete Dışişleri Bakanı olarak atandı. Türkçe ve İngilizce olmak üzere dış politika ve uluslar arası ilişkiler konularında pek çok kitap ve makale yazdı. Kitapları ve makaleleri Japonca, Portekizce, Rusça,  Arapça, Farsça, Yunanca ve Arnavutça dahil pek çok dile çevrildi. 

Refik Abdüsselam Refik Abdüsselam Ennahda partisi üyesidir. Hamadi Jebali’nin koalisyon hükümetinde Dışişleri Bakanı olarak görev yapmaktadır. El-Cezire Araştırma Merkezinde araştırmacı ve araştırma merkezi müdürü olarak çalışmaktadır. Rabat ve Fas’ta Muhammed V Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünde lisans eğitimini tamamladı ve Birleşik Karalık’taki Westminster Üniversitesi’nde Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünde doktorasını yaptı.

Taha Özhan 

SETA’da başkanlık görevini üstlenen Taha Özhan, New York Institute of Technology’de üniversite eğitimini tamamladı. New School for Social Research’de Küresel Ekonomi-Politik alanında yüksek lisans yaptı. Aynı okulda doktora çalışmalarına başladı. Özhan, 2003 yılında Colombia Üniversitesi’nde, 2004 ve 2005 yıllarında New York Devlet  Üniversitesi’nde ders verdi. Siyaset, ekonomi ve uluslararası ilişkiler alanlarında yayınları bulunmaktadır. Birçok araştırma raporu, akademik makaleleri, yer alan Özhan, uluslararası konferanslara konuşmacı olarak katılmaktadır.  SETA yayınlarında ve Insight Turkey’de düzenli olarak yazıları yayınlanan Özhan, çeşitli Türk gazetelerinde köşe yazarlığı yapmaktadır. 

İlgili Yazılar
Hassas Bir Süreç
Yorum
Hassas Bir Süreç

Aralık 2024