Yeni bir moda türedi şimdilerde. Türkiye'yi "nefret Cumhuriyeti" olarak nitelemek ve uluslararası alanda her platformda bunun yaygarasını yapmak.
Kutuplaşma masalının radikal bir versiyonu ile karşı karşıyayız aslında. Elbette Türkiye'de gün gibi bir kutuplaşma var. Fakat mühim olan bu kutuplaşmanın nereden beslendiği, ne vakit gün yüzüne çıkmaya başladığı, ne zamandan itibaren adının konduğu ve elbette hangi sahada karşımıza çıktığı.
Türkiye'de bahse konu "kutuplaşma", siyasal alanda karşımıza çıkan bir konu ve yeni bir durum da değil. Türkiye'nin yakın tarihini yanlı okuyanların bu tarihten bihaber olanlara attığı onlarca kazıktan biri de söz konusu kutuplaşmayı yeni diye yutturmaktır.
Ne zaman ki AK Parti kendisini muktedir hissedip, başından beri açıkça savunduğu siyasal ajanda çerçevesinde politika üretmeye başladı, o andan itibaren birileri "kutuplaşma" söylemine sarıldı. Burada milat, görünemeyenin görünür hale gelmesidir. Batılılaşma döneminden itibaren gün yüzüne çıkan ama en çok II. Meşrutiyet'ten sonra siyasal hayatımıza tutunmuş bir gerçeklikten bahsediyoruz oysa.
***
Evet bu kutuplaşmanın sahneye çıktığı alan siyasal bir alandır. Toplumsal alanda, bir kutuplaşma olduğundan bahsetmek, siyasal hokkabazlıktan öte bir şey değil. Toplumsal alanda tabakalaşmadan, iç içe geçen yahut birbirini dışlayan kültürel gerçekliklerden, ekonomik farklılaşmalardan ve benzeri süreçlerden söz edebiliriz. Ki bu da gayet doğal. Toplumun olduğu her yerde bunlar olur.
Kutuplaşmayı toplumsal alanın bir mevzusu olarak yansıtanlar toplumun ikiye bölündüğünü ve bu iki kesimin birbirinden nefret ettiğini ifade ediyorlar. Lafı dolandırmadan söyleyeceğim. Türkiye toplumunun yüzde elli yüzde elli bölündüğünü savunmak tam bir cehalet örneğidir. Ucuz siyasetin, ucuz slogan atmanın bir yoludur.
***
Siyaset, toplumdaki farklı tutum alışları, pozisyonları temsil etme çabasıdır. Bir siyasi hareketin başarısı, toplumdaki tutum alışları en üst seviyede ve en karmaşık düzeyde temsil edebilmesindedir.
ABD siyasi vasatını düşünelim. Siyasal alan Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında bölünmüştür. Ama hiçbir ciddi entelektüel ABD toplumunun Cumhuriyetçiler ve Demokratlar arasında bölündüğünü iddia etmez. Birçok kompleksli yerli oryantalist için bunun cevabı bellidir: "Onlar Amerikalı." Ama doğru cevap o değil.
Cumhuriyetçilerin "birey çıkar"ı tanımı ile Demokratlarınki farklıdır. "Ahlaki gerçeklik" tanımları da öyle. Cumhuriyetçiler ekonomide "birey çıkarı"ndan, kültürel alanda "grup çıkarı"ndan yanadırlar. Demokratlar içinse tam tersi geçerlidir. Siyasal alandaki mücadele, toplumdaki tutum alışları dinamik biçimde temsil edebilmeye ilişkindir. Siyasetin dinamizmi, toplumsal alanı da rahatlatan bir unsurdur.
Türkiye, bütün problemlerine rağmen modern siyasetin dinamiklerinin işlediği bir ülkedir. AK Parti'yi diğer partilerden ayıran en önemli unsur, toplumdaki farklı tutum alışları, aralarındaki bütün çelişkilere rağmen en üst seviyede temsil edebilmeye çalışmasıdır. AK Parti, desteğini aldığı toplumsal kesimlerin "kültürel değer", "ahlaki değer" ve "ekonomik değer" anlayışları arasındaki çelişkileri bilerek politika yapmaktadır.
Türkiye toplumunu yatay kesebilmesi bununla ilgilidir. Toplumun özgürlük, yenileşme ve modernleşme talebine cevap verebilmesi de öyle.
Türkiye toplumunda bugün yaygarası yapıldığı gibi bir kutuplaşma, bir bölünme yok. Evet bazı kesimlerde mevcut iktidara ve yarattığı fırsat alanlarına ilişkin kültürel ve ekonomik rahatsızlıklar söz konusu. Fakat bu bir bölünme kaynağı değil. "Türkiye, nefret Cumhuriyetine döndü" diye felaket tellallığı yapmayı bırakın. Onun yerine oturun söz konusu rahatsızlıkları yaşayan toplum kesimleri için siyasal temsil kanallarını nasıl açabiliriz onu düşünün.
Biraz zaman alır ama hemen sıkılıp bırakmayın olur mu?
[Sabah, 12 Şubat 2015]