1. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan katıldığı bir televizyon programında çok başlılığın ortadan kalkması için başkanlık sistemine ihtiyaç olduğunun altını çizdi. Öncelikle sistem değişimi niçin gerekli?
Türkiye’de sistem değişimi ihtiyacının teknik ve siyasi nedenleri bulunmaktadır. Teknik nedenlerine baktığımızda ilk olarak, Türkiye parlamenter hükümet sistemi ile yönetilmektedir ancak 2007’de cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönünde yapılan anayasa değişikliği ve Ağustos 2014’te mevcut cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle bu sistem önemli bir dönüşüme maruz kalmıştır. Cumhurbaşkanlığı makamının sembolik olma durumu, elinde bulundurduğu yetkiler de hesaba katıldığında önemli ölçüde ortadan kalkmıştır. Bu durum yürütme erkinde birbiriyle eşit derecede demokratik meşruiyete ve neredeyse aynı oranda yetkiye sahip iki aktörün bulunmasını getirmiştir. Bu, yürütmede iki başlılığı daha da pekiştirmiştir.
Böylece, mevcut fiili durum artık parlamenter sistemin tanımı dışına taşmış durumdadır. Dolayısıyla mevcut şartlar, çatışma ve yetki kargaşası doğurma tehlikesi taşımaktadır. İstikrarsızlığa çanak tutacak bu durumun önünün alınması için sistemin yeniden tanımlanması ve hukuki bir çerçeveye oturtularak baştan düzenlenmesi gerekmektedir.
İkincisi, parlamenter sistemin, sadece Türkiye ile de sınırlı olmayan, bir krizi söz konusudur. Parlamenter sistem, yürütmenin yasama içerisinden çıktığı ve yasama içerisinde kaldığı bir sistemdir. Bu da toplum ve devlet ile ilgili kararların her defasında taraflar arasındaki müzakereler sonucunda alınacak olması demektir. Yani yasama ile yürütme arasında kesin bir çizgi yoktur. İkisi birbirinin içerisine çok sıkı bir şekilde geçmiş durumdadır. Bu sistemin muntazam bir şekilde işleyebilmesi için parlamentodaki tarafların fikir mücadelesi veren ve fikirlerini değiştirmeye açık rasyonel aktörler olması gerektirmektedir. Ancak ne yazık ki siyasi hayatın pratikleri, Aydınlanma’nın bir otorite merci olarak idealize ettiği insanın bu tanımlamayı çoğu zaman doğrulamadığını göstermektedir.
Modern topluma sorunlu bir geçiş yapan, kültürel olarak parçalanmış ve kutuplaşmış Türkiye gibi toplumlarda parlamenter sistemin yaslandığı sosyal ontoloji, uzlaşıdan daha çok çatışmayı kural haline getirmiştir. Bu da yürütme ile yasamanın bu kadar iç içe olmasının ne kadar sağlıklı olduğu sorusunu doğurmakta ve parlamenter sistemin sınırlarını göstermektedir.
2. Türkiye’de başkanlık sistemine geçmek ne kadar gerçekçi, toplumda bir karşılığı var mı?
Türkiye siyasi tarihine baktığımızda, siyaset-dışı bir müdahale olmaması ve toplumun ağırlık merkezine hitap eden bir siyasi hareketin varlığı durumunda, halkın sandığa gittiğinde yürütmede güçlü ve tek bir partinin olması yönünde bir tercihte bulunduğunu görürüz. 1950’lerde Demokrat Parti, 1980’lerde Anavatan Partisi ve 2000’lerde Adalet ve Kalkınma Partisi tecrübeleri bu durumu açık bir şekilde yansıtmaktadır. Buradan hareketle, başkanlık sisteminin Türk siyasi kültürüne hiç de yabancı olmadığını ve halkta bir karşılığının olduğunu belirtmek gerekir.
Siyasi partilere baktığımızda başkanlık sistemini destekleyen ve uygulanması konusunda sıkıntı yaratmayacak bir tabloyla karşılaşırız. Türkiye’deki siyasi partiler lider odaklı ve karar alma mercilerinin olabildiğince tek elde toplanmış olduğu bir siyasi yapıya ve kültüre sahiptir. Buradan hareketle, ülkedeki partilerin parlamenter sistemin rasyonel müzakereci zihin yapısından daha çok, sonuç ve karar odaklı hiyerarşik yapılara yatkın olduğunu görürüz. Hem toplumun hem de siyasi partilerin, siyasi kültür ve zihin yapısı açısından birliği ve istikrarı önceleyen başkanlık sistemine bir yatkınlığı ortaya çıkmaktadır. Bu durum başkanlık sisteminin Türkiye’de işlerliği konusunda şüpheye mahal bırakmamaktadır.
3. Başkanlık sisteminin farklı ülkelerde pek çok örneği bulunuyor. Peki, "Türk modeli" başkanlık sistemi nasıl geliştirilecek?
Hükümet sistemi meselesini donuk bir siyasi olgu olarak görmemek gerekir. Ülkelerin hükümet sistemleri sosyoloji ve siyaset alanı ile olan ilişkileri sonucunda şekil almaktadır. Örneğin, 20. yüzyıla kadar birçok devlet monarşi ile yönetilmekteydi, çünkü halkın yönetime etki etme gücü oldukça sınırlıydı. Sosyoloji ve siyasetteki değişimler sonucunda monarşiler yerini parlamenter sistem ve başkanlık sistemi gibi demokratik hükümet sistemlerine bıraktı. Aynı şekilde, demokratik hükümet sistemleri arasında da geçişler yaşandı. Örneğin, dördüncü cumhuriyetin yıkılmasıyla Fransa 1960’larda parlamenter sistemden yarı-başkanlık sistemine geçiş yaptı. Bu değişimin ardındaki ana saik İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kısa dönemli koalisyon hükümetleriyle yönetilen Fransa’nın bir türlü toparlanamaması, siyasetin daha istikrarlı bir hükümet sistemini gerektirmesiydi.
Türkiye’de de sosyolojik ve siyasi değişimlere bağlı olarak 1920’lerde monarşiden cumhuriyete, 1950’lerde otokrasiden parlamenter demokrasiye geçildi. Günümüzde Türkiye’de sosyoloji ve siyaset yeniden bir değişimi, demokratikleşmenin ve kalkınmanın hız kazandığı bir dönüşümü talep etmektedir. 2002’den beri AK Parti’nin bütün seçimleri kazandığı göz önüne alındığında, aynen Fransa da olduğu gibi hızlı, güçlü, istikrarlı ve uzun vadeli projeler üretmeyi mümkün kılacak ve demokratik siyaseti sağlama alacak bir yürütme mekanizmasına sahip bir sistemi arzuluyor. Bu da başkanlık sisteminde mevcut.
Bu sistemin nasıl olacağı yine ülkenin kendi değer ve şartlarınca belirlenecektir. Bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’deki sistemin tek meclisli olması daha muhtemeldir. Çift meclisli yapı daha çok hem halkın hem de eyaletlerin temsilini aynı anda sağlamak zorunda olan federal devlet yapısına sahip ABD gibi devletlerde görülmektedir. Aynı zamanda, çift meclisli yapı toprak sahibi seçkinlerin demokratikleşme ile birlikte mal varlıklarını ve ayrıcalıklarını, çoğunluğu oluşturan halk kitlelerinden korumak için geliştirdiği Avrupai bir yapıdır.
4. Başkanlık sistemine geçilmesi halinde siyaset ve yönetimde nasıl bir dönüşüm meydana gelir? Başkanlık sistemi siyasi istikrar mı getirir yoksa parçalanma mı?
Başkanlık sisteminin siyasete getireceği en önemli değişiklik siyaset-dışı yollarla iktidar olma yoluna bir son verecek olmasıdır. Siyaset-dışı güçler elbette yine etkili olmaya çalışacaklardır. Ancak bu aktörleri etkili kılan siyaset kurumunun ve özellikle de yürütmenin zayıf olması durumu, başkanlık sistemi ile daha az muhtemel hale gelecektir. Türkiye siyasi tarihine baktığımızda siyaset kurumunun işlemediği ve siyasi otorite boşluğunun ortaya çıktığı zayıf koalisyon hükümetleri dönemlerinde askeri ve sivil bürokrasi gibi siyaset-dışı güçlerin etkinliğinin ve hatta dış müdahalelerin arttığı görülmektedir. Güçlü ve yetkin başkanların seçilmesi şartıyla bu sistem siyaset kurumunu ideal bir şekilde işletip siyasi otorite boşluğuna fırsat vermeyerek siyaset-dışı aktörlere geçit vermeyecektir. Dolayısıyla, başkanlık sistemi en temelde demokratik siyaset ile siyaset-dışı güçler arasındaki dengeyi demokratik siyasete doğru kaydıracaktır.
Bu da özellikle toplumun geneline seslenme konusunda etkisiz ve gönülsüz muhalefet partilerinin siyasi söylem ve siyaset yapış tarzlarını önemli ölçüde değiştirmelerini getirebilir. Ancak iktidara gelme konusunda umutları daha da azalan muhalefetin kutuplaşmayı körükleme ihtimali olduğunu da bir kenara not etmek gerekir. Yine de, siyaset-dışı müdahalelerle iktidar olmaya yönelik umutların azalmasının son dönemde bazı muhalefet partilerini, mesela CHP gibi, daha popülist ve toplumun geneline yönelik siyaset yapmaya zorladığı da ortadadır. Başkanlık sistemi muhalefet partilerinin daha da merkeze doğru kaymasını ve hatta yepyeni siyasi oluşumların ortaya çıkmasını getirebilir. Muhalefetin merkeze yönelmesiyle de siyasetin ideolojik gerilim dozajının azalması, marjinal siyasi grupların daha da marjinalleşmesi, demokratik siyaset zemininin güçlenmesi ve zihniyet yapılarının daha demokratik bir çizgiye gelmesi mümkün olabilir. Özetle, başkanlık sisteminin hem güçlü yürütmeyle istikrarın sağlanmasına hem de demokratik siyaseti güçlendirerek siyasetin normalleşmesine hizmet etme potansiyeli vardır.
5. Özal ve Demirel dönemleri de dâhil olmak üzere, muhalefet neden her gündeme geldiğinde başkanlık sistemine karşı çıkıyor?
Parlamentodaki siyasi partilerin devlet ve toplumsal alandaki tikel çıkarları savundukları ve buralarla organik bağları olduğunu unutmamak gerekir. Türkiye’de muhalefet, özellikle de CHP çizgisi, 19. yüzyılda Tanzimat döneminden itibaren önemli bir siyasi aktör haline gelen ve 1920’lerden itibaren de siyaseti tamamıyla ele geçiren askeri-sivil bürokrasinin siyaset kurumu içerisindeki uzantısı ve temsilcisi konumundadır. Başkanlık sistemi bürokrasinin gücünü tırpanlama ve uzun yıllardır süren iktidarını sona erdirme potansiyeli taşımaktadır. Çünkü başkanlık sistemi üst düzey bürokratların dinamik bir şekilde seçimden seçime değiştirilmesini öngördüğünden bürokrasinin değişime açılmasını ifade etmektedir. Böylece, bürokratik vesayet karşısında seçilmişlerin ve dolayısıyla da halkın daha fazla söz sahibi olmasına imkân tanımaktadır. Bu sebeple, Türkiye’deki sistem değişimini yalnızca teknik bir mevzu olarak değil, ülkenin uzun siyasi tarihinde önemli bir kırılma noktası olarak da görmek gerekir. Tam da bu yüzden muhalefet, bürokrasinin egemen olduğu statükoyu korumak ve sınıfsal imtiyazlarını devam ettirebilmek için başkanlık sistemine karşı çıkmaktadır. Bu değişim, muhalefetin siyasetini dayandırdığı zemini kaybetmesi ve yeni bir siyaset dili kurmak zorunda kalması anlamına gelecektir.
[Söyleşi: Zeynep Berre Özçelik]