Türkiye’de genel olarak siyasal faaliyetin, özelde de merkez-saÄŸ siyasetin koordinatlarını belirleyen asıl unsur, 1961 Anayasası olmuÅŸtur.
1950–60 arasında gerçekleÅŸtirilen üç genel seçimde de toplumun DP’ye yönelimi, seküler elitleri, seçimlerin siyasal yapının ÅŸekillenmesindeki belirleyiciliÄŸi üzerine düÅŸünmeye sevketti. Bu nedenle 1960 darbesinin en önemli tartışma konusu, seçimlerin ve siyasi iradenin siyasal sistemdeki belirleyiciliÄŸinin ne olacağıydı. Bulunan çözüm, bürokrasinin siyasi iktidara denetleyici bir misyonla ortak kılınması oldu. Böylece, 1961 Anayasası’yla, rejim ve güvenlik gibi devletin uzun vadeli-kalıcı politikalarının belirlenmesi ve sürdürülmesi, atanmış bürokratların idaresindeki özerk kurumlara; gündelik hayatı kolaylaÅŸtırıcı hizmet-icraat gibi faaliyetler ise seçilmiÅŸ hükümetlerin tasarrufuna bırakıldı. Hükümetlerin hizmet-icraat-kalkınma alanındaki faaliyetlerinin rejim-güvenlik makasındaki anlamı da bürokrasi tarafından izlenip denetime tabi tutuldu.
Merkez-SaÄŸ Siyasetin Koordinatları Bu denklemin varlığını sürdürebilmesi, kendisine çizilen alanı sorgulamayacak merkez partilerin iktidarını gerekli kılıyordu. Merkez-saÄŸ partiler, rejimin Kemalist yapısına halel getirmeden toplumu devletle barıştırmanın yolunu, DP’nin siyasal algıya üç noktada yaptığı müdahalenin izinden ilerlemekte buldular. DP ve merkez saÄŸ partiler, devlet, din ve siyaset algılarını dönüÅŸtürerek toplumu devletle barıştırma yolunu benimsediler. Bu çerçevede toplumun ideolojik yönelimi, dolayısıyla devlete yönelik mesafesi bürokrasiye yönlendirilerek, bürokrasi toplumsal muhalefetin hedefine konuldu. Din meselesi, siyasi çatışmanın unsuru olmaktan çıkarılarak Türk toplum kimliÄŸinin kültürel bir kurucu unsuru olarak yeniden kurgulandı. Toplumun zihinsel dönüÅŸümünü amaçlayan siyaset anlayışı ise, toplumun refahını arttırmaya yönelik bir anlayışla deÄŸiÅŸtirilerek yeniden tanımlandı. Böylece merkez-saÄŸ partiler, DP’nin siyasal mirasının izinde, ekonomik, siyasal ve kültürel olarak çevrenin merkeze taşınmasına aracılık ederek toplumsal yapının dönüÅŸümüne ciddi katkılarda bulundular. CHP’nin tek parti iktidarında ötelenerek yok sayılan kırsal kesimlerin, merkez-saÄŸ partiler eliyle sürdürülen ÅŸehirleÅŸme, eÄŸitim seferberliÄŸi ve ekonomik entegrasyon gibi enstrümanlarla sisteme eklemlenmesi eÄŸitimli, dindar, yeni bir orta sınıfın doÄŸmasına yol açtı. Toplumsal DönüÅŸüm ve 28 Åžubat Süreci Büyük ölçüde merkez-sağın kendisini hizmet-icraat politikalarıyla sınırlayan iktidar stratejisinin ürünü olan bu orta sınıf, 1990’lı yılların başında siyasal bir kimlik edindi ve hizmet-icraatla sınırlanmış bir iktidar deneyimini yetersiz bularak kimlik bileÅŸenlerinin de iktidara yansımasını talep etti. SoÄŸuk savaşın güvenliÄŸi özgürlüÄŸe önceleyen siyasal ikliminde bastırılan Ä°slamcılık, Kürt, Alevi, vb. kimlik talepleri, yüksek sesle dile getirilmeye baÅŸlandı. Merkez-saÄŸ partiler, siyasal taleplerden öte kalkınma ve refah öncelikli siyasal formasyonları dolayısıyla bu taleplere cevap veremediler. Kimlik-hizmet dikotomisi çerçevesinde ÅŸekillenen seçmen eÄŸilimlerinde ibrenin kimliÄŸe kayması dolayısıyla, varlık sebebi hizmet olan merkez partiler zayıflarken, kimlik taleplerini karşılamaya yatkın duran milliyetçi ve Ä°slamcı partiler güçlendi. Kaldı ki, merkez partiler yolsuzluÄŸa bulaÅŸmışlıkları ve ekonomik programdan yoksunlukları dolayısıyla seçmenlerin hizmet taleplerine de cevap verecek durumda deÄŸillerdi. Merkez-sağın gittikçe zayıflayarak tek başına iktidar olma potansiyelini kaybetmesi ve RP’nin güçlenerek iktidar alternatifi olması, 1960’dan beri sürdürülen siyasal denklemi iÅŸlemez hale getirdi. Bürokratik elitler, bu toplumsal dönüÅŸümü 28 Åžubat süreci ile yönetmeye çalıştı. 28 Åžubat süreci, Ä°slamcılığın yükseliÅŸi ve merkez-sağın çözülmesi olarak belirginleÅŸen sosyolojik dönüÅŸümün arkasındaki yerel ve küresel dinamikleri gözardı ederek hukuki ve psikolojik enstrümanlarla merkezi tekrar tahkim etmek istedi. Merkez-saÄŸ partiler, bu sürece katkıda bulundukları ölçüde hem toplumun devletle barışmasını saÄŸlayıcı iÅŸlevlerini yitirdiler hem de toplumsal desteklerini kaybederek siyasal hayattan silindiler. Böylec, merkez partileri güçlendirmek için uygulanan strateji onları yok etme iÅŸlevi gördü. Yeni Sosyoloji ve AK Parti 2002’de iktidara gelen AK Parti, kendi kültürel ve ekonomik sermayesini oluÅŸturan sessiz-muhafazakâr çoÄŸunluÄŸun süregelen bürokratik hegemonyaya itirazının sözcülüÄŸünü yaparak merkez-saÄŸ partilerin misyonunu devraldı. AK Parti, bir yandan 1960’tan beri uygulanan siyasal denkleme sadık kalarak, hizmeti ve icraatı ön plana çıkarırken, öte yandan 1990’larda bir güç olarak ortaya çıkan ve klasik merkez-saÄŸ politikayı yetersiz bulan orta sınıfın kimlik taleplerini AB süreciyle iliÅŸkilendirerek demokratikleÅŸme alanında birçok adım attı. 22 Temmuz 2007’de, 28 Åžubat sürecinin ertelediÄŸi kimlik taleplerinin tekrar gündeme gelmesine kayıtsız kalamayan AK Parti, bu taleplere çözüm bulma yollarını aradıkça geleneksel bürokratik koalisyonla ters düÅŸmeye baÅŸladı. Son bir buçuk yıldır cumhurbaÅŸkanlığı seçimi, yeni anayasa yazımı, baÅŸörtüsü düzenlemesinin iptali ve AK Parti’ye yönelik kapatma davası çerçevesinde yaÅŸanan krizler, partinin kimliÄŸine ve politikalarının sınırlarına yönelikti. Ä°ktidarının ilk beÅŸ yılında faaliyetlerini hizmet-icraatla sınırlayan, merkez-sağın iktidar denklemine riayet ettiÄŸi ölçüde razı olunan AK Parti, siyasal alanın kronikleÅŸmiÅŸ problemlerine çözüm bulmayı gündemine aldıkça dirençle karşılaşıyor. Bu krizlerle bürokrasi, AK Parti’nin merkez-sağın klasik sınırlarına geri çekilmesi gerektiÄŸi mesajı veriyor. AK Parti, kapatma davasından beri toplumsal talepler-bürokratik sınırlar gerilimini aÅŸmasını saÄŸlayacak yeni bir siyasal dilin inÅŸası için arayışını sürdürüyor. Bu çerçevede AK Parti, toplumun kimlik taleplerini içeren Kürt sorunu, Alevilik meselesi, baÅŸörtüsü vb. acil ve kronik sorunlarda bürokratik elitle uzlaÅŸma yollarını arıyor. Elbette uzlaÅŸma çabasının sorunların çözümündeki iÅŸlevi ve maliyeti AK Parti’nin kaderi üzerinde etkili olacak. Aslında merkez saÄŸ partiler, bürokratik elitin çizdiÄŸi sınırlara riayet ederken toplumsal destekten yoksun kalma riskini bertaraf edecek enstrümanlara sahipti. Ancak, 1990’lardan beri deÄŸiÅŸen sosyolojinin en önemli özelliÄŸi, seçmen eÄŸilimlerinin ÅŸekillenmesinde kurucu bir iÅŸlev yüklenen kimlik-hizmet çatallanmasında, kimliÄŸin ertelenemez bir önceliÄŸe sahip olması. Bürokratik elitlerin çizdiÄŸi sınırlara uymakla toplumun kimlik taleplerini öncelemek arasındaki gerilimde, AK Parti kendisinden önceki merkez-saÄŸ partiler kadar ÅŸanslı olmayabilir. DeÄŸiÅŸen sosyoloji dolayısıyla 1950’den bu yana seçmenlerin devlet-toplum ve devlet-Ä°slam iliÅŸkilerinde siyasal partilerin takındığı tutumları deÄŸerlendirme kriterlerinde azımsanmayacak deÄŸiÅŸiklikler vuku buldu. Bu deÄŸiÅŸikliklerin AK Parti’yi de etkilemesi kaçınılmaz. Yine de AK Parti’nin inÅŸa etmeye çalıştığı yeni siyasal dilin maliyetini çözümlemede aceleci olmamakta yarar var.