Siyasette sahici ihtilaflar nasıl doğalsa, sahici ittifaklar da o denli haktır. İhtilaflar ve ittifaklar fikirler, ideolojiler ve doktrinler sahasında olabilir. İki ideoloji birbiriyle çatışabilir. Yahut birbiriyle zıt görünen iki ideoloji belirli alanlarda ortaklaşabilir. Bu iki ideolojinin ittifakından yeni bir akım da ortaya çıkabilir.
Sahici ihtilafların ve ittifakların harcı sadece fikirler de değildir. Toplumsal ve siyasi aktörler de ihtilaflara düşer, yer yer ittifaklar kurarlar. Söz konusu ihtilaf ve ittifakları mümkün ve zorunlu kılan ana dinamik "toplumsal alanda varolabilmek"tir. "Toplumsal alanda varolabilmek" dediğimde basit bir varlık- yokluk meselesinden bahsetmediğimi de belirtmeliyim. Hayatiyetini sürdürmek, güç kazanmak, itibar sağlamak, etki etmek, iz bırakmak vb. anlamlarıyla muktedir olabilmekten bahsediyorum.
Bu nedenle siyaset, salt siyasi aktörler arası bir ilişki olarak okunamaz. Siyaset, toplumsal alanın içinde sahnelenen bir performanstır.
Her şeyden önce siyaset kurumu ve siyasi sistemler toplumsal bir varoluşa tabidir. Siyasetçiler, bir toplumsal yapı içinde sosyalleşir ve o yapı içinde var olma mücadelesi verirler. Başladığımız noktaya dönecek olursak sahici ihtilafların ve ittifakların var olma gerekçeleri tam da bununla ilgilidir.
***
Madem, siyaseti toplumsal alanın içinde sahnelenen bir performans olarak görüyoruz. Madem siyasetçileri de toplumsal yapı içinde var olma mücadelesi veren aktörler olarak değerlendiriyoruz, o takdirde siyasal alanın toplumsal alanı yansıtma ve temsil etme kapasitesi üzerinde durmamız gerekir.
Toplumsal alanın en kaba şekliyle gelir seviyesi, yaş grubu, cinsiyet, etnisite, dini aidiyetler, eğitim durumu üzerinden farklı katmanlara bölündüğünü varsayabiliriz. Yapı olarak siyasetin, aktör olarak da siyasetçinin başarısı bütün bu alanları temsil edebilmesidir. Yani, alt gelirlinin de, orta gelirlinin de, üst gelir grubuna ait olanların da, çocukların da, gençlerin de, orta yaşlıların da, geç orta yaşlıların da, ihtiyarların da, erkeklerin de kadınların da, farklı etnik ve dini aidiyetlere sahip olan kesimlerin de, okuma yazma bilmeyenin de, ilkokul mezununun da, ortaokul mezununun da, lise mezununun da, üniversite okuyanının da temsil edilebilmesi gerekir.
Hiçbir değer yargısı ifade etmeden rahatlıkla şunu söyleyebiliriz. Türkiye siyaset sahnesinde performans gösteren aktörler arasında bütün bu unsurları farklı düzeylerde de olsa bir arada temsil edebilen tek aktör AK Parti'dir. Onun dışındaki siyasi aktörlerin hiçbiri böylesi bir başarı gösterebilmiş değildir. Zannımca bunun nedeni AK Parti'nin ittifak ve ihtilaf stratejilerini "toplumsal alanda var olabilmek" amacına matuf biçimde kurgulamasıdır. AK Parti'nin ittifak stratejilerini belirleyen ana saik, toplumsal alandaki farklılıkları temsil edebilme hedefiyle ilişkilidir.
Bugün Türkiye'de "toplumsal farklılıkların temsil edilmesi" dendiğinde elitlerin aklına sadece "marjinal grupların temsiliyeti" meselesi geliyor. Bunun önemsiz olduğunu iddia edemeyiz. Ancak, AK Parti açısından farklılıkları temsil etmek, yukarıda ifade ettiğim alanlarda karşımıza çıkan çoklu karşıtlıkları ihata edebilmek anlamına gelmektedir. AK Parti'nin gözünde farklı gelir gruplarına ya da farklı eğitim düzeylerine sahip toplum kesimlerini temsil edebilmekle farklı dini ve etnik aidiyetlere sahip unsurları temsil edebilmek arasında mahiyet itibariyle bir fark yoktur. Bu, AK Parti sosyolojisinin en önemli unsurlarından biridir.
Muhalefet partilerinin sosyolojisi üzerinde de elbette söylenecek sözler var. Fakat müsaadenizle şimdilik muhalefet partilerinin hemen hepsinin ittifak ve ihtilaf stratejilerinin "toplumsal alanda var olmak" kaygısıyla değil, "siyaset sahnesinde tutunmak" kaygısıyla şekillendiğini söylemekle yetineyim. İmkânımız olursa devamını getirmeye çalışırız.
[Sabah, 23 Şubat 2015]