İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Almanya’da hükûmetin kurulamadığı en uzun dönem yaşandı. 24 Şubat 2017’de yapılan seçimlerin üzerinden beş ay geçtikten sonra, çok uzun pazarlıkların sonucunda ancak koalisyon anlaşması yapılabildi. Daha hükûmet tam olarak açıklanmış da değil.
Sosyal Demokrat Parti, Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) ile büyük koalisyonun kurulması için kendi üyeleri arasında referandum niteliğinde bir seçime gitti. Parti üyelerinin koalisyona “evet” demesiyle de, daha önceden koalisyonun ortağı olmayacağını açıklayan Sosyal Demokrat Parti bu kararından vazgeçti.
Seçimlerden, Angela Merkel’in merkez sağ Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) ile merkez sol Sosyal Demokrat Parti (SPD) son 50 yılın en kötü sonuçlarıyla çıkmıştı.
Yine İkinci Dünya Savaşı sonrasında ilk defa, Federal Meclis’e aşırı sağcı bir parti olan Almanya için Alternatif (AfD) yüzde 13’lük oy oranıyla girmeye hak kazanmıştı.
Geçen yıl 15 Mart’ta seçimlerin yapıldığı Hollanda da Almanya’ya benzer bir süreç geçirmiş ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında hükûmetin kurulamadığı en uzun süreci yaşamıştı. Koalisyon ancak 209 gün devam eden pazarlıkların sonucunda kurulabilmişti.
Bu ülkede de seçimlerden, İslam ve yabancı karşıtı söylemleri ile oy isteyen aşırı sağcı Özgürlükler Partisi ikinci sırada çıkmıştı.
Avrupa’da, hükûmetin en uzun kurulamama rekoru hâlâ Belçika’ya ait. 2010’da yapılan seçimlerin ardından 540 gün hükûmet kurulamamış, benzer bir süreç 2014 seçimleri sonrasında da yaşanmıştı.
Avrupa’da yapılan seçimlerde birbirini tekrarlayan ve takip eden bir trend yaşanıyor.
Geçen hafta seçimlerin yapıldığı İtalya’da benzer bir süreç yaşandı. Avusturya, Macaristan, Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerin ardından İtalya’da da aşırı sağ, seçimlerden güçlenerek çıktı. 2013’te ilk defa seçimlere giren “5 Yıldız Hareketi”, her ne kadar seçimlerden hükûmeti kuracak çoğunluğa ulaşamasa da, tek başına yüzde 32,6 oy oranına ulaştı.
69 yılda 63 hükûmetin kurulduğu İtalya’da, siyasi istikrarsızlıktan kurtulmaya yönelik çabalar son yıllarda artsa da siyasi bölünmüşlük böylece daha da derinleşti. Bu bağlamda son dönemlerde İtalyan seçim sisteminde yapılan iyileştirmeler de siyasi bölünmüşlüğe çare olamadı.
Avrupa siyasal sistemlerinde olan şu: Aşırı sağ ve sol partilerin İslam ve yabancı düşmanlığı, küreselleşme ve AB karşıtlığı üzerinden yükselen popülist siyaseti giderek merkez siyaseti eritiyor.
Aşırı uç partilerin oy oranlarının yükselmesi de merkezdeki partilerin siyasal söylemlerinin onlara yaklaşmasını doğuruyor. Böyle bir durumun sonucunda da merkez partilerin seçmenlerinin kendi partileri ile aralarındaki bağ, bu ikilem üzerinden zayıflıyor.
Son dönemde, bu gidişten kaygı duyan Avrupalı bazı entelektüeller söz konusu durumu demokrasinin yeni bir krizi olarak yorumluyorlar. Demokratik olduğunu söyleyen partilerin bizzat demokrasinin ölümünden sorumlu olduğu sonucuna varıyorlar.
Avrupa’da geleneksel merkez siyasi partilerin erimesine karşılık, Türkiye’de son 15 yıllık dönemde, Avrupa’nın tam tersi bir trend yaşandı. Siyasetin merkezi giderek güçlendi. Bu bağlamda, büyük partilerden bölünerek kurulan hiçbir parti sistemde kalıcı olamadı.
Türkiye’de merkez siyasetin hem söylem anlamında, hem de seçmen eğilimleri anlamında güçlenmeye devam edip etmeyeceği önümüzdeki süreçte belli olacak.
İttifakların siyasi sisteme etkisi ve CHP’nin özellikle tüzük kurultayı sonrası söylemini ve siyasetini hangi yöne doğrultacağı bize bu konuda yeterince ipuçları verecek...
[Türkiye, 10 Mart 2018].