Yazının başına, Türkiye'deki muhalefet partilerinin sosyolojisi üzerine birkaç not düşmek saikiyle oturdum. Muhalefet, sosyoloji vs. derken aklıma birden Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam romanında yaptığı ilginç bir "sosyolojik tespit" geldi. Zihnim, "evreka, evreka!" haykırışlarıyla adeta sarsıldı. "Analize lüzum yok" dedim kendi kendime. Sanırım çözümü buldum.
Çözümüm oldukça basit. Ve maliyeti de son derece düşük. Muhalefet liderlerini aynı anda sinemaya göndermek. Hangi filmi izleyeceklerine, hangi sinemayı seçeceklerine elbette kendileri karar verecek. Fakat aynı saatlerde sinemaya girmeleri, filmi izleyip aynı saatte sokağa çıkmaları gerekiyor.
Bakın ne diyor Yusuf Atılgan: "Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar." Evet, muhalefet liderlerini aynı anda sinemaya göndermek. Muhalefetle ilgili çözümüm bu.
Mübalağa yapıyor olabilirim, ama şaka yapmadığımdan emin olabilirsiniz. Geçen yazımın sonunda, "şimdilik muhalefet partilerinin hemen hepsinin ittifak ve ihtilaf stratejilerinin 'toplumsal alanda var olmak' kaygısıyla değil, 'siyaset sahnesinde tutunmak' kaygısıyla şekillendiğini söylemekle yetineyim" demiştim.
Birkaç gün önce bir muhalefet partisi milletvekili, "ilk defa bir yasa tasarısı ile ilgili üç muhalefet partisi de iktidar karşısında aynı pozisyonda duruyor, bunun bir anlamı olmalı" mealinde bir söz etti. "İlk defa" ibaresi ya heyecandan ya da toplumun hafızasızlığına ilişkin o üsttenci kanaatten neşet etmiş olmalı. Kaynağı ne olursa olsun, yanlış tabii. Zira AK Parti iktidarı sonrasında muhalefet partilerinin yürüttüğü siyasetin merkezinde iktidar karşısında mümkün mertebe blok hareket etmek var. Ve buradaki ittifakın varoluş nedeni de siyaset sahnesinde tutunabilmek.
Toplumsal alanda var olabilmek değil.
Siyasal bir aktör için toplumsal alanda var olabilmek, iktidarının kaynağını topluma dayandırmak, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak, çeşitli düzlem ve katmanlarda kendisini gösteren farklılıkları aynı anda temsil edebilmeye çalışmak ve toplumsal alanda itibar görmek anlamına gelir.
2002 sonrasında Türkiye'de iktidar partisiyle muhalefet partilerini ayıran sosyolojik sınır çizgisi de burada kendini gösteriyor.
Siyaset sahnesinde tutunma çabasının ise iki boyutu var. Birincisi, partiyi sahnede tutmak, her ne olursa olsun sahneden inmemesini temin etmeye çalışmak. İkincisi ise, partinin yönetici elitini, "yönetici elit" olarak tutmaya gayret etmek. Bu noktada CHP'nin de MHP'nin de HDP'nin de stratejileri aynıdır. Benzerdir demiyorum, aynıdır diyorum. Kılıçdaroğlu, CHP'yi "ana muhalefet partisi" olarak siyaset sahnesinde, kendisini de partinin başında tutmak üzere performans sergilemektedir. Aynı şeyi, Bahçeli için de Demirtaş için de söyleyebiliriz. Hiç kuşkusuz bu noktada en mahir muhalefet partisi lideri sayın Bahçeli'dir.
Muhalefet partisi liderlerinin toplumsal alanın yolunu sormam aları ve toplumsal alanda var olmak için değil, siyaset sahnesinde tutunmak adına politika yapmaları elbette pek çok maliyet üretiyor. Ama bana göre bu durumun en büyük maliyetlerinden biri, sahnedeki kaotik iletişim(sizlik) ortamı. Gürültünün sesi ve anlamı boğduğu bir siyasal iletişim ortamından bahsediyorum. Ve bunun müsebbibi sahnede aynı anda bağıran ve seyirci koltuğuna oturmayı hiç aklına getirmeyen siyasetçiler.
O nedenle, ciddiyim. O siyasetçileri bir kereliğine sinemaya gönderelim. Seyirci koltuğuna en azından orada otursunlar. Ve sahneye oradan baksınlar.
[Sabah, 26 Şubat 2015]