Soğuk Savaş nükleer rejiminin en çarpıcı eleştirilerinden biri, sinemanın dâhi yönetmenlerinden Stanley Kubrick’in kara komedisi Dr Strangelove’da ironik bir şekilde ortaya konmuştur. General Jack D. Ripper şizofrenik vehimleri ve teorileri nedeniyle Sovyetlere nükleer saldırı emri verir. Durumdan haberdar olan Amerikan başkanı, Sovyet liderini yanlışlıktan haberdar etmek üzere arar.
Ancak Sovyet mühendisleri tarafından imal edilen kıyamet makinesinin Sovyetlere nükleer bomba düşmesiyle otomatik ve geri dönülmez bir şekilde dünyayı yok etmeye programlandığını öğrenir. Savaş odasında başkan, askerler ve siyasetçiler arasında geçen konuşmalar, rasyonel ön kabullere dayanan ve mekanik bir kurguya sahip şekilde geliştirilen nükleer caydırıcılık sisteminin şizofrenik ve irrasyonel bireyler tarafından ne şekilde altüst edebileceğini alaycı bir dille hicveder.
Soğuk Savaş iki süper gücün dünya sathında üstünlük mücadelesiydi ve bu rekabetin siyasi, sosyal, askeri, kültürel ve psikolojik boyutları vardı. Rekabetin temel hedefi küresel hâkimiyetti, dolayısıyla bu rekabetin araçları da oldukça gelişmiş olmak zorundaydı. Nükleer silahlar bu kıyasıya rekabet sürecinde geliştirildiler ve yalnızca askeri-stratejik enstrümanlar olarak görülmediler. Nükleer silahlar Soğuk Savaş boyunca hiç kullanılmamalarına karşın çok konuşuldular ve süper güçler arasında korkuya dayalı görece istikrarlı bir düzen ortaya çıkmasına vesile oldular. Soğuk Savaş döneminde stratejik analiz ve hesaplarda ön plana çıkan ve rasyonel ön kabullerle işleyen oyun teorisi ve caydırıcılık stratejileri, güvenlik konusundaki belirsizlikleri ve riskleri kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Bu sistemin tahammül edemeyeceği tek şey belirsizlik ortamı ve kontrol edilemeyen risklerdi. Nükleer rejimin korkuya tahammülü var, ancak belirsizliğe asla.
Günümüzde Soğuk Savaş mantığı ve rasyonalitesi ortadan kalktı; ancak dünyayı birkaç kez yok etmeye yetecek kadar nükleer silah hâlâ varlığını sürdürmekte ve bu konudaki teknolojik birikim farklı devletlerin de eline geçmekte. Kıyamet makinesinin sahiplerini asıl rahatsız eden ise muhtemel düşmanlarının da bu silahlardan edinme ihtimalidir. İdeolojik eksenli Soğuk Savaş sona ermiş olabilir, ama kısa bir duraklamadan sonra yerini psikolojik yönü ağır basan bir savaş aldı. Sovyet tehdidi kadar inandırıcı gelmese de “haydut devletler”, despotik liderler, teröristler ve kitle imha silahları da bu yeni savaşın gözde kavramları haline geldi. Askeri endüstriyi desteklemeyi devam ettirmek için ortaya atılan irrasyonel davranabilecek “haydut devletler” miti, düşman konusundaki belirsizliği belli bir hedefe yöneltmeye yaramıştır. Haydut devletler arasından da başta nükleer silahlar olmak üzere kitle imha silahlarına sahip olmadığından emin olunan Irak’ın işgal edilmiş olması tesadüfî değildir.
Nükleer silahların asıl büyüsü ve caydırıcılığı yaygın olmayışları ve kullanılmamalarındaydı. Kimyasal ve biyolojik silahlar kolay üretilmeleri ve öldürücülükleri nedeniyle nükleer silahlar kadar tehlikeli sayılabilir, ancak nükleer silahlara sahip olmanın ayrıcalığı bir güvenlik psikolojisi yaratmaktadır. Şu an başka devletlerin de bu silahlara sahip olmasıyla bu silahların psikolojik üstünlüğe katkıları azalmaya başlamıştır.
Soğuk Savaş’ın sona erdiği ve dünya siyasetinde devletlerarası çatışma ihtimalinin oldukça azaldığı bir ortamda nükleer silahlara yeni bir anlam yüklenmeye çalışılmıştır. Şu an uluslararası ilişkilerdeki temel sorunlar, iç savaşlar, etnik bölünmeler, bölgesel krizler ve terör eylemleridir ve kitle imha silahlarını bu krizlerin hemen hiçbirinde kullanmak makul değildir. Nükleer silahlar günümüzde askeri ve stratejik üstünlük ve işlevsellikten ziyade siyasi müzakerelerde eli güçlendiren bir kart, bunun da ötesinde psikolojik ve ideolojik üstünlük ve baskı aracı haline gelmiş durumda. Nükleer silahlar konusu gündeme geldiğinde ABD veya Rusya gibi dünyanın en gelişmiş nükleer silahlarına sahip ülkeleri değil de İran gibi henüz nükleer silahlara sahip olduğuna dair herhangi bir bulgu olmayan bir ülkeyi tartışıyor olmak, meselenin ideolojik ve psikolojik boyutunu açıkça ortaya koymaktadır.Nükleer silahlar konusundaki söylemler ve üretilen korku miti, nükleer apartheid rejimini, yapısal şiddeti ve zorba devletlerin faaliyetlerini örtmeye yaramaktadır. İran, Kuzey Kore gibi ülkeler de küresel hegemonyaya karşı tavırlarını ve Amerikan karşıtlıklarını nükleer çalışmalarına hız vererek göstermektedirler. Her iki ülke de nükleer silahlarının kendilerini daha güvende hissetmelerini sağlamayacağının farkındadırlar; ancak sisteme karşı tavırlarını nükleer çalışmalarıyla ifade etmektedirler.
Kuzey Kore, nükleer çalışmalarının meyvelerini ABD, Güney Kore ve Japonya’dan yüklü rüşvet alarak toplamıştır. Kuzey Kore lideri Kim Jong İl, irrasyonel bir görüntü çizerek nükleer çalışmalarını kârlı bir yatırım haline dönüştürmüştür. Bu gelişme başta nükleer silahlar olmak üzere kitle imha silahlarını daha da çekici hâle getirebilir. Kontrol edilemez bir lider portresi çizen İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecad ise gerginlik ve kriz sürecini bir süre daha devam ettirip belli kazanımlar elde etmek istemektedir. İran’ın kendi içerisinde reformcu, muhafazakâr ve pragmatist yaklaşımları benimseyen gruplar vardır; ancak nihai düzeyde nükleer planlar İran’ın uzun vâdeli stratejisiyle ilgilidir. İranlı liderler zaman zaman tehditkar çıkışlar yapsalar da köklü devlet geleneğine sahip İran diplomasisinin bu konuda belli bir konsensüs olmadan somut adımlar atılması beklenmemelidir. İran’ın uluslararası arenadaki temel sorunsalı nükleer silahlara sahip olup olmamasından ziyade, uluslararası camiânın meşru ve etkin bir oyuncusu olabilme yönündeki isteğidir. İran da nükleer kartı bu konuda kapsamlı kazanımlar elde etmek için kullanmaktadır. İran ile Amerika arasında tüm bu fırtına koparken, İran Ortadoğu’da Amerikan karşıtlığı ve mezhepçilik üzerinden etki alanını genişletmektedir.
Yeni tehdit ve güvenlik algılamalarında nükleer silahlara fazla bir görev düşmemektedir. Büyük güçlerin düşmanlarını caydırmak ve kendi güvenliklerini tesis için gelişmiş konvansiyonel silahları vardır. Taktik nükleer silahların tek fonksiyonel kullanım alanı yer altı sığınaklarına karşı saldırılardır. Ancak nükleer silahlar bugün hegemonyanın sürdürülebilmesi ve bu hegemonyaya başkaldırının sembolü gibi algılanmaktadır. Bundan dolayı nükleer silahlar ve bu konudaki siyasi tartışmalar ve gerilimler psikolojik savaşın cephanesi haline gelmiştir. Tehdit ve güç kullanımının kitle imha silahlarının yayılmasını engelleme konusunda etkili olmayacağı daha önce birçok örnekte görülmüştür. Psikolojik ve ideolojik gerilimlerden faydalananlar olduğu sürece nükleer silahlar konusuna köklü bir çözüm bulmak mümkün görünmemektedir.