11-12 Temmuz arasında Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta gerçekleşecek olan NATO zirvesi geçtiğimiz yılki Madrid zirvesi gibi tarihsel bir önem taşıyor. Avrupa güvenlik mimarisi ve uluslararası güvenlik ortamını derinden sarsan Rusya’nın Ukrayna saldırısının ikinci yılında zirvede birçok önemli gündem maddesi bulunuyor. Bu kapsamda NATO’nun aldığı tedbirler, Ukrayna’ya verilen askeri destek ve bu ülkenin gelecekteki muhtemel NATO üyeliğinin yanı sıra İsveç’in üyelik başvurusu ve Türkiye’nin İttifak içindeki rolü gibi hususları konunun uzmanlar cevapladı.
Sorular
- NATO, doğu kanadını güçlendirmek adına ne tür tedbirler aldı? Bu tedbirler yeterli mi?
- Ukrayna’ya verilen askeri desteğin geleceği için ne söylenebilir? Ukrayna NATO üyesi olabilir mi? Ukrayna’ya çeşitli güvenlik garantileri sağlanabilir mi?
- NATO müttefiklerinin askeri harcamalarını daha fazla artırmaları istenmekte, GSYH’nin yüzde 2’sinin alt taban olması gerektiği belirtilmektedir. Bu hedef ulaşılabilir midir? Önündeki engeller nelerdir?
- Çin’in Ukrayna’daki savaşa karşı tutumu ve Rusya ile ilişkileri yakından takip edilmektedir. Bu anlamda Ukrayna’daki savaşla birlikte düşünüldüğünde NATO’nun Amerikan-Çin rekabetindeki rolü nasıl tanımlanabilir?
- Türkiye’nin NATO Vilnius zirvesinde İttifaka katkısı, öncelikleri ve beklentileri nelerdir? İsveç’in üyeliği meselesi ne durumdadır?
Hazırlayan
Uzmanlar Murat Yeşiltaş Kemal İnat Murat Aslan Rıfat Öncel Aylin Ünver Noi
Kemal İnat Sakarya Üniversitesi
Ukrayna’ya verilen askeri desteğin sürdürülmesi ve bu ülkenin NATO üyeliği meselelerini ayrı ayrı ele almak gerekir. Zira Ukrayna’ya askeri destek verilmesi konusunda İttifak üyeleri arasında neredeyse tam bir fikir birliği söz konusudur. Almanya gibi bazı NATO üyeleri bu konuda başta tereddütlü davransalar da gerek iç kamuoylarından gerekse Avrupa ve ABD’den gelen baskılarla bu meselede Washington’ın çizgisine uyum sağladılar. Rusya-Ukrayna savaşının ilk aşamasında Ukrayna’ya sadece asker mihverleri vermeye razı olan Berlin yönetiminin gelinen noktada bu ülkeye Leopar 2 tankları ve gelişmiş hava savunma füzeleri teslim ettiği görülüyor. Bu açıdan bakıldığında Ukrayna’nın askeri olarak desteklenmesi konusunda oldukça hızlı ve kararlı bir şekilde organize olan NATO’nun Rusya’ya dair hedeflerine ulaşana kadar bu desteği sürdüreceği söylenebilir. Ukrayna cephesinde yoğun mühimmat kullanımına bağlı olarak bazı silahlara ait cephane üretiminde sorunlar yaşansa da Rusya’nın da benzer sorunları çok daha sert bir şekilde yaşadığı düşünüldüğünde NATO ile Rusya arasındaki bu mücadelenin seyrini belirleyecek en önemli unsurlardan birinin silah ve cephane üretimi olacağını ileri sürmek yanlış olmayacaktır.
Ukrayna’nın NATO üyeliği konusuna gelince, Vilnius’daki zirvenin ana gündemlerinden biri olacak bu meselede İttifak üyeleri arasında ciddi görüş ayrılıklarının olduğunu belirtmek gerekir. Başta Baltık ve bazı Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere bazı İttifak üyeleri Ukrayna’nın hızlı bir şekilde NATO’ya üye olması gerektiğini söylerken bu konuda yoğun iç tartışmaların yaşandığı ABD ve Almanya gibi üyeler ise o kadar hızlı karar verilmesine karşı çıkmaktadır. Ukrayna’nın savaş devam ederken gerçekleşecek muhtemel NATO üyeliğinin kendilerini Rusya ile doğrudan bir silahlı çatışmaya sürükleyeceği ve böyle bir üyeliğin Rusya ile barış müzakerelerini zorlaştıracağı gibi endişelerle bu konuda karar vermek için savaşın sonunu bekleme eğilimindeler. Savaşın sonunda Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşı çıkamayacak derecede zayıflamış bir Rusya söz konusu olursa üyeliğin gerçekleşebileceği düşüncesiyle bu konuda verilecek kararı ertelemeyi düşünüyorlar.
Bu nedenle Vilnius zirvesinde Ukrayna’nın NATO üyeliği yönünde bir kararın alınması çok zor görünüyor. Ancak bir NATO-Ukrayna Konseyi’nin kurulması ve yeni üye katılımına dair daha önce Bükreş zirvesinde alınan Üyelik Eylem Planı’nda (Membership Action Plan) söz konusu olan yolsuzlukla mücadele gibi ön koşulların Ukrayna’dan istenmemesi yönünde kararlar alınması ihtimalinin güçlü olduğu düşünüldüğünde, Ukrayna’nın üyeliği için orta vadede kapının açık bırakılacağı söylenebilir. Bu meselenin NATO’nun Rusya politikasının gelişimi ile yakından ilgili olacağı ve savaşın nasıl sonuçlanacağı ile Rusya’nın bundan sonraki süreçte Batı’ya karşı nasıl bir politika izleyeceği Ukrayna’nın İttifak üyeliği konusunda belirleyici olacaktır.
Zirvenin ana gündem maddelerinden biri de askeri harcamaların artırılması olacak. Bazı NATO üyeleri açısından bunun kolay bir hedef olmadığını ifade etmek gerekir. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının oluşturduğu şok, askeri harcamalar konusunda gevşek davranan bu ülkeleri silahlanma ihtiyacı konusunda motive etse de ekonomilerinin ve askeri altyapılarının uzun yıllar düşük askeri harcamaya ayarlanmış olması nedeniyle hızlı bir şekilde bu harcamaları artırmaları zor olacaktır. Bu konuda en büyük değişimin söz konusu olduğu düşünülen Almanya’nın bile askeri harcamalarını GSYH’sinin yüzde 2’si seviyesine taşıması konusunda tereddütler vardır. Şu anda iktidarda olan SPD-Yeşiller-FDP koalisyon hükümeti bu hedefe ulaşma konusunda ortak bir karara vardığını açıklasa da koalisyonun küçük ortakları Yeşiller ve FDP daha kısa sürede bu hedefin gerçekleştirilmesini isterken büyük ortak SPD’nin ise bunu zamana yaymak istediği görülüyor. Askeri harcamalarda on milyarlarca dolarlık artış gerektiren söz konusu hedefe ulaşmak için bütçe planlamasında radikal değişiklikler yapılmasının gerekecek olması 1949’dan beri kendisini bir “ticaret devleti” olarak inşa eden Almanya için birtakım yapısal sorunlara yol açabilir.
İtalya ve İspanya gibi Avro Krizi döneminden kalma ekonomik sorunlarını halen çözememiş NATO üyeleri için de yüzde 1,5’ler düzeyindeki askeri harcamalarını yüzde 2’nin üzerine çıkarmak, bütçe dengelerinde ek sorunlar anlamına gelecektir. Bunların yanında Kanada, Belçika, Hollanda, Çekya ve İrlanda gibi NATO üyelerinin askeri harcamaları İttifak hedefinin oldukça altında seyretmeye devam ediyor. Bu arada NATO’nun yüzde 2’lik sınırı asgari hedef olarak koyduğunu ve Genel Sekreter Jens Stoltenberg’in ziyaret ettiği üye ülkelerde askeri harcamalar için yüzde 2’nin de üzerinde pay ayrılması için ısrarlı taleplerde bulunduğunu hatırlamak gerekir.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, bir yandan NATO’da askeri harcamaların artırılması yönünde kuvvetli bir motivasyon oluştursa da diğer yandan enerji ve gıda tedarikinde ve fiyatlarında yol açtığı türbülans ve bundan kaynaklı ekonomik sorunlar nedeniyle birçok İttifak üyesinin askeri harcamalarını artırmak için gerekli finansal kaynakları bulmakta zorlanmalarına da sebep oldu. Bu nedenle özellikle ekonomik sorunları artan İttifak üyelerinin askeri harcamaların artırılmasına dair NATO hedeflerine uyum konusunda zorlanacaklarını ifade etmek gerekir.
Diğer taraftan Amerikan yönetiminin, Rusya konusunda olduğu gibi Çin’e karşı mücadelede de NATO çatısı altındaki müttefiklerini yanında görmek istediği açıktır. Bu konuda tereddüdü olan İttifak üyelerinin varlığı da sır değil. Farklı motivasyonları olsa da Almanya, Fransa ve Türkiye bunlar arasında sayılabilir. Oldukça rahatsız edici politikalar izleyen Trump döneminin ardından Avrupalı NATO üyeleri ABD’ye güven konusunda sorun yaşıyor ve bu da onların özellikle Çin’e yönelik politikalar konusunda Washington’ın peşine takılmalarını zorlaştırıyor. Aynı tereddüt Rusya’ya karşı izlenecek politika konusunda da yaşanıyordu ancak Rusya-Ukrayna savaşı bu tereddüdün ortadan kalkmasına ve ABD’nin arkasında hizalanmalarına yol açtı. Şimdi Washington yönetimi bu şok momentumunu kullanmak ve Avrupalı müttefiklerini Çin’e karşı çizgisinde de arkasına almak istiyor.
ABD’nin Avrupalıları arkasına toplama konusunda, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının oluşturduğu şok etkisinin yanında bir başka avantajı daha var: Avrupa’daki “Amerikan dostları”. Genel olarak Atlantikçiler diye bilinen bu “Amerikan dostları” Avrupa’nın her yerindeler. Litvanya, Estonya ve Polonya gibi ülkelerde iktidardalar, Almanya gibi ülkelerde koalisyon hükümetine ortaklar. Ancak Çin’in Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısına benzer bir hata yapmadığı, daha çok ekonomik iş birlikleri üzerinden kendisine nüfuz alanı oluşturmaya çalıştığı ve bazı Avrupa ülkeleriyle yakın ekonomik ilişkileri düşünüldüğünde Washington’ın Pekin’e karşı mücadelesinde NATO üyesi ülkeleri arkasına almasının Moskova karşısındaki kadar kolay olmayacağını belirtmek gerekir.
Son olarak Türkiye’nin gerek NATO’nun genişlemesi gerekse NATO-Rusya ilişkileri konusundaki politikası açıktır. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılmasına prensip olarak karşı olmadığını ancak bu ülkelerin bir güvenlik ittifakının ruhuna uygun şekilde davranarak Ankara’nın terörle mücadele konusundaki kaygılarına uygun hareket etmelerini ve Türkiye’nin güvenliğine kasteden terör örgütlerine destek mahiyetindeki politikalarından uzak durmalarını istemiştir. Bu beklentilerine uygun adımlar atan Finlandiya’nın üyeliğine onay vererek bu konuda tutarlı politika izlediğini de göstermiştir. Ancak İsveç’in terörle mücadele konusunda daha önce Madrid zirvesinde kararlaştırılan adımların bir kısmını atmak istememesi, ülkesinde terör örgütü PKK gösterilerine izin vermesi ve buna ek olarak ülkesinde Kur’an-ı Kerim yakılmasına müsaade etmesi Ankara’nın bu ülkenin üyeliği konusunda onay vermek istememesine neden olmaktadır.
Bu konuda Türkiye’yi ikna etmek için zirve öncesinde birçok girişim söz konusu ancak bu ikna çabalarının İsveç nezdinde yürütülmesi gerekiyor. Türkiye’nin prensip olarak İsveç’in üyeliğine karşı olmamasına rağmen baskıların bazı adımlar atması gereken İsveç değil de Türkiye üzerine yoğunlaşmasının nedeni başta ABD olmak üzere bazı NATO üyelerinin bu meseleyi bahane ederek Ankara’ya karşı yıllardır uyguladıkları baskı ve yaptırım politikasını yoğunlaştırmak istemesi olabilir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin İsveç’in üyeliğini bloke etmesinin Ankara açısından birtakım riskleri barındırdığı söylenebilir ancak daha yakından bakıldığında meselenin Batılı ülkelerin küresel güç mücadelesinde Türkiye’yi nasıl konumlandırdıklarıyla yakından ilgili olduğunu ifade etmek gerekir. Türkiye’de yeni yapılan seçimlerle beş yıl daha ülkeyi yönetme hakkını kazanan Recep Tayyip Erdoğan yönetimine karşı yakın geçmişte uyguladıkları baskı politikasını sürdürerek Ankara’yı daha fazla kendilerinden uzaklaştırmayı mı yoksa halkın tercihiyle iktidarını sürdüren Erdoğan yönetimindeki Türkiye’yi egemen ve eşit ortak olarak kabul edip küresel güç mücadelesinde Ankara’yı yanlarına almayı mı tercih edecekler? ABD ve Avrupa ülkelerinin bu sorunun cevabına göre tercih edecekleri politikalar Türkiye-NATO ilişkilerinin geleceğini belirleyecek. Onların bu konudaki tercihleri Türkiye’nin NATO-Rusya ilişkilerine yönelik politikalarının geleceğini de belirleyecektir.
Murat Aslan Hasan Kalyoncu Üniversitesi
Avrupalı müttefikler –Soğuk Savaş dönemi dahil– Rusya’nın Ukrayna saldırısına kadar güvenliklerini Amerikan garantilerine endeksleyerek refah devleti olmaya çalıştı. Savunma sanayilerini ve teknolojilerini geliştirirken kendi ordularını donatmak yerine savunma ihracına odaklandılar. Bu anlayışı rayından çıkaran iki gelişme oldu. Birincisi Fransa’nın Avrupa’yı NATO’dan “kurtarma” ve Kara Avrupası’nı domine etme hırsı, ikincisi de ABD Başkanı Trump’ın Avrupa devletlerine Amerikan silahlarını ithal etme diktesiydi. Rusya’nın Ukrayna saldırısı ile hem Fransa ütopyasının yanlışlığı idrak edildi hem de Almanya 100 milyar dolarlık ek savunma bütçesi oluşturdu. Böylece Trump’ın ısrarı Biden yönetimine “kısmet yolu” açmış oldu. Dolayısıyla Avrupalılar refah devleti olma tercihini “güvenlik devleti” olma istikametinde değiştirmek zorunda kaldı.
Böyle bir “zorunlu” güvenlikleştirme yönelimi NATO’nun muharebe yeteneğinin artırılması ve her üyenin karşılıklı çalışabilirlik prensibine uygun kabiliyetler kazanması açısından gerekli. NATO ülkelerinin GSYH’lerinin yüzde 2’lik bölümünün savunma sektörüne ayrılması gerçekleştiğinde İttifakın savunma planlarının ABD, Türkiye ve Birleşik Krallık muharebe kapasitelerine havale edilmesi lüksünden de uzaklaşılabilecek. Öte yandan artan savunma harcamalarında dikkate alınması gereken iki konu bulunmakta. Öncelikle Avrupa ordularının sadece Amerikan silahlarıyla donatılması başta Fransız ve İtalyan olmak üzere Avrupalı savunma sanayi şirketlerini rahatsız ediyor. Nitekim Alman savunma firmaları da bu konuda net açıklamalar yapıyor. İkinci konu ise personel harcamaları ile ilgili. Tüm silahlı kuvvetlerde en büyük harcama kaleminin personel gideri olduğu dikkate alındığında NATO ülkelerinin yüzde 2 ile ifade edilen savunma payının ne kadarını silahlanmaya ayırdığı da önemli. O halde NATO’nun yüzde 2’lik savunma harcaması anlayışını detaylandırması ve tüm üye ülkelerini belirgin parametrelerle yönlendirmesi gerekmekte. Amerikan menşeli silahların satılması veya personel giderlerinin savunma meblağına dahil edilmesi yoluyla temennilerin istismarının önüne geçilmesi gerekir.
Diğer taraftan ABD ve Avrupalı müttefikler Çin’i açıkça “rakip” olarak tarif etmiş durumda. Ayrıca NATO’nun sadece Transatlantik bölgesinde değil kürenin herhangi bir yerinde aktif hale getirilmesinin önü açık. Bu nedenle Washington-Pekin gerginliği artık NATO’nun da bir meselesi. Öte yandan büyük resmin bir parçası olarak ABD, NATO üyesi olmayan Pasifik ve Uzak Doğu ülkelerini dolaylı yollardan NATO’nun şemsiyesi altına çekiyor. NATO, Çin ile rekabeti yöneten ve yürüten bir örgüt olmamakla birlikte ABD’nin bir aracı haline dönüştü. O halde Vilnius zirvesinde Çin meselesinde açıkça durum tespiti yapmak, Afganistan’da düşülen hataya kapılmadan NATO’nun limitlerini ve çizgilerini tespit etmek gerekiyor.
NATO üyesi ülkelerin her birinin farklı gündemleri ve çıkarları olduğunu da hatırlatmak gerek. Fransız Cumhurbaşkanı Macron’un Çin gezisi sonrasındaki beyanları dikkate alındığında Çin ile ilgili ortak bir payda halen mevcut değil.
Ayrıca Pasifik’e odaklanırken Afrika, Orta ve Güney Asya coğrafyalarında Çin’in belirgin bir ticari ve siyasi üstünlüğü var. Sonuçta sadece Pasifik üzerine odaklanan bir stratejinin tek ayak üzerinde dengede kalması pek mümkün görünmüyor.
İsveç’in muhtemel NATO üyeliği hususunda ise Global Firepower isimli düşünce kuruluşuna göre İsveç’te 10,5 milyon nüfus ve 270 bin civarında göçmen mevcut. Askerliğe uygun ve seferber edilebilecek insan sayısı 3,5 milyon civarında. Ayrıca İsveç Silahlı Kuvvetlerinin personel mevcudu 38 bin ancak aktif askerlik yapanların sayısı ise 16 bin. Geri kalanı paramiliter olarak nitelendiriliyor. Kişi başına düşen milli gelir ise 55 bin ABD dolarının üzerinde.
Askeri kapasitesi ele alındığında İsveç’in röntgeni daha net incelenebilir. Hava Kuvvetlerinde muharip savaş uçağı sayısı sadece 71 adet 4,5 nesil Gripen’dan oluşuyor. Kara Kuvvetlerinin 121 tankı ve 48 top/obüsü var; çok namlulu roketatar sistemi ise yok. Deniz Kuvvetlerinde ise 7 korvet ve 5 gelişmiş denizaltısı var. Bu rakamlardan şu sonuç çıkarılabilir: İsveç zengin bir ülke ama kendini savunabilecek askeri kapasitesi zayıf. Bu nedenle NATO’nun güvenlik garantilerini istiyor.
Belirtilen rakamlar dikkate alındığında İsveç, NATO için aslında bir savunma yükü olacak. İttifakın Avrupalı üyeleri ve ABD ise iki nedenden ötürü İsveç’i NATO’da görmek istiyor. İlki İsveç’in Batı kulübünün bir üyesi olması. AB’nin dayanışma ilkesi çerçevesinde Macaristan hariç AB ülkeleri, biraz da Amerikan kamu diplomasisi nedeniyle İsveç’e koşulsuz “evet” yanıtı verdi. Öte yandan ABD için İsveç, Baltık Denizi’nde stratejik öneme sahip değil. Asli amaç zengin ve ihtiyaç sahibi İsveç’e savunma ürünleri satmak. Yani Başkan Biden’ın İsveç başbakanı ile görüşmesinde Amerikalı savunma sanayii firmalarının etkisini dikkate almak gerek.
Türkiye açısından İsveç meselesi okunduğunda öncelikle NATO çatısı altında katlanılması gereken bir yükten bahsetmek gerekir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın 4 Temmuz’da basın toplantısında ifade ettiği üzere İsveç’in NATO’ya getireceği yük aslında savunma zafiyeti olan Avrupa devletlerinin değil Amerikan, Türk ve Birleşik Krallık askerlerinin omuzlarında olacak. Durum böyleyse Türk askerinin, PKK ve FETÖ’ye destek veren bir ülke için hayatlarını riske etmesi beklenemez.
PKK, 1982’den bu yana İsveç’te ve Avrupa’daki propaganda ve örgütlenme faaliyetlerini bu ülkede gerçekleştiriyor. Olof Palme’ye suikast sicili henüz temizlenmemiş PKK, İsveç’te geçirdiği kırk yıl içinde vatandaşlık ve evlilikler aracılığıyla bu ülkeyi kendi ajandasına esir etmiş halde. Örneğin İsveç’in PKK’nın Suriye uzantısı PYD’ye 2022’de 210 milyon dolar yardım yapması ve 2023 için de 376 milyon dolar yardımı öngörmesi Türkiye’nin kaygılarını haklı çıkarıyor. FETÖ üyelerinin İsveç’te NORDIC Monitor isimli haber ajansı ve serbest ikametleri dikkate alındığında PKK’ya desteğin yanında FETÖ meselesinin halli de önemli.
Sonuçta Türkiye, İsveç’in NATO üyeliğine karşı olmasa da diğer İttifak üyelerinden beklenildiği gibi terör örgütlerinin bu ülkede güvenli alan oluşturmasına engel olunmasını da bekliyor. Öte yandan İsveç’in silahlanma gayretleri pek de Türkiye’nin meselesi değil.
Rıfat Öncel SETA
NATO müttefikleri ve İttifakın yakın ortakları savaşın başlangıcından bu yana Ukrayna’ya artan oranda askeri destek sağladılar. Zamanla desteğin niteliği de değişti ve önceden Rusya’nın “kırmızı çizgilerini” aşmamak adına kaçınılan bazı hamleler uygulamaya konuldu. Örneğin çokça tartışmaya konu olduktan sonra Almanya Ukrayna’ya Leopard tankı sevkinin önünü açmayı kabul etti. İngiltere Challenger tankları sağladı. Polonya ve Slovakya MiG-29 uçaklarını verdi. Verilen askeri destek savaşın seyri üzerinde önemli bir etkide bulundu. Ukrayna’ya sağlanan askeri yardımlarla NATO üyelerinin envanterindeki Sovyet yapımı silahların hızlı bir şekilde çıkarılma süreci de başladı. Bunların yerini çoğunlukla Amerikan askeri teçhizatı almaya başladı. Gelinen noktada sağlanan yoğun askeri destekle birlikte Ukrayna ordusunun savaş öncesine göre oldukça modernize bir seviyeye ulaştığı kabul edilmektedir.
Ancak Ukrayna askeri desteğin –en azından uzun vadede– yeterli olduğunu düşünmüyor. Vilnius zirvesi yaklaşırken Ukrayna’nın temel hedefi, NATO tarafından kendisine üyelik doğrultusunda bir yol haritasının sunulması. Bu hususta Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski ve üst düzey Ukraynalı yetkililer sık sık açıklama yaparak NATO üzerinde bir baskı oluşturmayı başardılar. Hatta İttifaktan bu yönde bir sinyal gelmemesi durumunda Zelenski’nin zirveye katılımının bir anlamı olmayacağı belirtilerek bu baskı artırıldı. Bu şekilde Ukrayna’nın gelecekteki muhtemel NATO üyeliği ve o döneme kadar sağlanabilecek güvenlik garantileri Vilnius zirvesi öncesinde ana gündem maddelerinde biri haline geldi.
Eylül 2022’de Zelenski Ukrayna’nın fiili olarak zaten bir NATO üyesi olduğunu ve bunu resmi bir niteliğe kavuşturmak için İttifak üyeliğine başvurduklarını açıklamıştı. Şu anda ise bu başvuruya cevap olarak Ukrayna üyeliğe davet bekliyor. Ukrayna’ya göre savaş sona erdiğinde NATO’ya katılım mümkün olmazsa Rusya ile yeni bir savaş kaçınılmaz olacak ve bunu engellemenin tek yolu ancak İttifak üyesi olduklarında Rusya’ya karşı sağlanacak caydırıcılık.
Ukrayna’nın NATO üyeliği ancak savaş bittikten sonra mümkün olacakken ara dönemde somut güvenlik garantileri içeren net bir yol haritasının çizilmesi zor olacak zira güvenlik garantileri doğası gereği muğlaklık gösterecektir. Belirsizlik ortamında ise birçok ülkenin bu tarz taahhütler altına girmekten kaçınması ve Ukrayna’ya verilen askeri desteği sürdürme arzusu göstermesi daha olasıdır. Ancak ABD’nin açık bir sorumluluk alması durumunda bu açmaz çözülebilir.
Diğer taraftan NATO’nun Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı başladığından bu yana en önemli önceliği doğal olarak İttifakın doğu kanadının güçlendirilmesi oldu. Bu kapsamda başta harbe hazırlık seviyesinin artırılması olmak üzere çeşitli tedbirler alındı. Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Slovakya’da yeni çok uluslu savaş grupları kuruldu ve konuşlandırıldı. Bulgaristan ve Macaristan’da konuşlanan savaş gruplarında Türk askeri de görev yapıyor. Daha önce 2016 Varşova zirvesinde alınan karar doğrultusunda Baltık Denizi bölgesinin savunulması amacıyla Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya’da savaş grupları konuşlandırılırken yeni düzenlemelerle NATO’nun savaş grubu sayısı sekize yükselmiş oldu. Ayrıca önceden konuşlu bulunan savaş gruplarındaki asker sayıları artırılırken bazı ülkeler NATO kapsamı dışında da çeşitli askeri birlikler konuşlandırmaya başladı. NATO müttefiklerinin halihazırda amaçları arasında savaş gruplarının büyüklüğünü tabur seviyesinden tugay seviyesine çıkarmak bulunuyor. Zaten Ukrayna’da savaşın başlamasından itibaren söz konusu birliklere önemli oranda takviyeler yapılmaya başlandı. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda NATO’nun Doğu Avrupa’da bulunan askeri varlığı giderek artış gösterecektir.
Bunun yanında geçtiğimiz yıl Madrid zirvesinde varılan uzlaşı sonucunda NATO yeni kuvvet modelini oluşturarak daha fazla sayıda birliği daha süratli bir şekilde konuşlandırma kabiliyetine erişmeyi amaçlamaktadır. NATO’nun halihazırda on beş gün içerisinde 40 bin askeri konuşlandırma yeteneğinin olduğu değerlendirilmektedir. Yeni kuvvet modeli ile İttifakın yüksek hazırlıklı 300 binin üzerinde askeri konuşlandırma yeteneğine kavuşması planlanmaktadır. Tabii ki böylesine büyüklükte çok uluslu bir kuvveti kısa bir zamanda seferber etmek oldukça meşakkatli ve masraflı bir uğraştır. Bu ise birlikleri teşkil edecek üye ülkelerin ciddi manada personel, lojistik ve teçhizat gibi birçok boyuttan oluşacak şekilde askeri harcamalarını artırmalarını gerektirmektedir.
Diğer taraftan Rusya’nın Ukrayna saldırısı sonrasında tarafsızlığını terk etmek ve NATO’ya katılmak isteyen İsveç’in üyeliği, bu ülkenin başta PKK olmak üzere terörizmle yeterince mücadele etmemesi nedeniyle Türkiye tarafından onaylanmadı. Geçtiğimiz ay yeni terörle mücadele yasasını yürürlüğe koysa da İsveç’in söz konusu hususta attığı adımlar Türkiye tarafından tatmin edici bulunmuyor. İsveç’te sürekli tekrar eden provokatif ve anlamsız eylemler, mevcut süreci zehirleyen önemli faktörler olarak ortaya çıkarken bu olaylar Türkiye’nin onayının alınmasına hiç yardımcı olmuyor. Diğer taraftan Türkiye Mart 2023’te Finlandiya’nın üyeliğini onaylayarak açık kapı politikasına olan tarihsel ve ilkesel desteğini gösterirken Finlandiya’yı ayrı tuttuğu sinyalini vererek İsveç’e bir mesaj yolladı.
NATO müttefikleri nezdinde genel beklenti Türkiye’deki seçimlerden sonra İsveç’in üyeliğinin hızlı bir şekilde onaylanacağıydı ancak bu beklenti gerçekleşmedi. Artık İsveç’in üyeliğinin zirvenin sonrasına kaldığı daha hakim bir görüş haline geldi. Ancak geçtiğimiz yıl Madrid’de bir çıkmazın aşılmasını sağlayan Üçlü Muhtıra hızlı bir şekilde diplomatik bir uzlaşının ortaya çıkabileceğini göstermişti. Bu tarz büyük zirveler öncesinde son ana kadar çeşitli çözümlerin ortaya koyulma ihtimali değerlendirilebilir.
https://www.setav.org/perspektif-2023-nato-liderler-zirvesinin-onemi-ve-gundemi/