SETA > Yorum |
Türkiye- İran İlişkilerinde Güven Sorunu

Türkiye- İran İlişkilerinde Güven Sorunu

Ortadoğu'da sınırların dış aktörler tarafından çizilmesini engelleyebilecek en önemli hamle bölgede Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi aktörlerin temel konularda mutabakata varmalarıdır.

Türkiye-İran ilişkilerinde cevabı en fazla merak edilen soru, son dönemde ortak güvenlik kaygıları oluşmaya başlayan iki ülkenin, siyasi ve askeri konularda iş birliğine yönelip yönelmeyecekleridir? İki ülkenin hassas konulardaki mutabakatları bölge üzerindeki, bölge dışı tasarrufları önemli ölçüde etkisiz kılma potansiyeline sahiptir. İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri'nin ağustostaki Ankara temasları PKK'ya yönelik askeri işbirliğinin sinyali olarak yorumlanmıştır. Ancak Suriye ve Irak'ta son yıllarda yaşanan fikir ayrılıkları ve rekabet iki ülke ilişkilerini önemli ölçüde yıpratmış ve karşılıklı güven bunalımına neden olmuştur. Bu güven bunalımını aşmak tahmin edildiği kadar kolay olmayacaktır.

Zor koşullarda sert güç kullanarak mücadele etmek, kendi sınırları ötesinde milis güçleri oluşturmak İran'ın başarı sergilediği alanlar olarak ön plana çıkmaktadır. Ancak İran'ın sürdürülebilir bir düzen kurma ve muhataplarında bu konuda rıza oluşturmada benzer bir başarı gösterebildiği iddia edilemez. Son dönemde Irak'taki Şiilerin önemli bir kısmı İran'ın ülkelerindeki tasarruflarından rahatsızlıklarını dile getirmektedir. Suriye'de de iç savaş sona ererse rejim yanlısı aktörler dâhil, İran etkisine yönelik daha eleştirel bir tutum takınacaklarını ön görebiliriz. İran açısından en önemli açmaz sert gücü ile oluşturduğu nüfuz alanını, kendisi açısından güvenlik risklerini azaltacak şekilde pekiştirmek ve muhafaza etmektir.

Suriye iç savaşına kadar bölgede yumuşak güç ve aktif diplomasi ile etki alanı oluşturan Türkiye ise farklı bir açmazla karşı karşıyadır. Türkiye'nin böylesi istikrarsız bir bölgede güvenliğini, çıkarlarını sağlamak ve etkisini sürdürebilmek için gerekli sert güç ve askeri hazırlığa sahip olmadığı özellikle Suriye savaşı boyunca net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Türkiye PKK ve FETÖ ile yoğun mücadeleye rağmen sert gücünü ve milli askeri güç kapasitesini artırma konusunda kayda değer hamleler yapmaktadır. Türkiye'nin son dönemdeki en büyük handikabı ise ABD ve Rusya gibi süper güçlerle ve İran gibi etkili ve mücadeleye hazır bir bölgesel aktörle son derece hazırlıksız olduğu bir dönemde ters düşmüş olmasıdır. Türkiye'nin temel kaygısı ise bir yandan kendi sert gücünü pekiştirmeyi çalışırken aynı zamanda DEAŞ ve PKK terör örgütleri ile mücadele etmesidir. Türkiye kendi sınırlarına komşu alanda ABD tarafından oluşturulmakta olan PKK kontrolündeki siyasi entitenin önüne geçmeye çalışmakta ve aynı zamanda Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'ndeki (IKBY) bağımsızlık referandumunun muhtemel sonuçlarından kaygı duymaktadır. Türkiye açısından diğer bir kısıt ise kendisi için varoluşsal tehdit oluşturan bu iki gelişmeyi önlemek için ABD ile veya Rusya ile bir mutabakata varamamış olmasıdır.

İŞBİRLİĞİ MÜMKÜN MÜ?

Her iki ülke de artık Ortadoğu'da sınırların ve siyasi nüfuz alanlarının temelde iki terör örgütü, DEAŞ ve PYD/YPG kullanılarak yeniden tanzim edilmeye çalışılması projesinin farkındadır. DEAŞ ile mücadele konusu bugüne kadar İran'ın işine yaradı çünkü İran "Sünni" bir yapı gibi görünen terör örgütü DEAŞ'ın karşısına kendi Şii mezhepçi milis güçlerini çıkarmayı başarabildi. Ancak Türkiye gibi İran da ABD ve bazı Avrupalı ülkelerce silahlandırılan ve siyasi meşruiyet kazandırılmaya çalışılan PKK/PYD'nin kendilerine karşı kullanılacağına dair endişeler taşımaktalar.

Irak ve Suriye konusunda ciddi fikir ayrılıkları hatta gerilimler yaşamalarına rağmen Türk ve İranlı yetkilileri bir araya getiren temel saik bu görüntüdür. Her iki ülke de bir sonraki hamlenin terör örgütü PKK/PYD tarafından kendilerine yönelik yapılacağı kaygısını taşımaktalar. İran sıcak çatışmayı kendi sınırlarının dışında Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen'de vermeyi tercih ederken Türkiye ise böylesi bir durumda sınır ötesi operasyonun sinyallerini vermektedir. İki ülke de bölgede sınır değişikliklerinin kendi aleyhlerine olan gelişmeleri tetikleyebileceği kaygısını taşımaktalar bu nedenle IKBY'de yapılacak bağımsızlık referandumuna mesafeli duruş sergilemekteler. Kürt devleti oluşumuna yönelik bir değişikliğin pandoranın kutusunu açacağı ve bölgede sınırların çok daha kanlı bir şekilde çizileceği yeni bir dinamiğin ortaya çıkacağını düşünmekteler. İran'ın bağımsızlık referandumuna yönelik tepkisi çok daha sert ve üst perdedenken Türkiye ise daha ihtiyatlı bir eleştirellik içinde.

Bölgede iki ülkenin taşımakta olduğu bu ortak kaygılar iki ülkenin askeri alanda da birlikte çalışmasına imkân tanıyabilir mi? Bu soruya kısa vadede müspet bir cevap vermek mümkün görünmemektedir. İki ülkenin son dönemdeki kaygıları ve kırmızı çizgileri benzerlik gösterse ve her iki ülke de mevcut siyasi sınırların muhafazasından yana olsalar bile bölgenin geleceğine dair tasavvurları birbiri ile büyük ölçüde çelişmektedir. Bunun da ötesinde Suriye iç savaşı boyunca oluşan derin güven bunalımını taktik ve kısa vadeli hamlelerle aşmak mümkün görünmemekte. Bu konuda aşamalı ve uzun vadeli bir güven inşa sürecine ihtiyaç duyulmaktadır.

İki ülkenin aşamalı olarak güven inşasını sağlayacak somut imkânlar da mevcuttur. Suriye'nin geleceği konusunda Astana sürecinin karşılıklı güvene dayalı olarak sürdürülmesi ve bu konuda özellikle Fırat'ın batısında bir istikrar oluşturulması atılabilecek en öncelikli adımdır. Bundan sonrası için atılabilecek ve güven inşasına katkı sağlayabilecek adım ise PKK ile mücadele konusunda gösterilecek samimi iş birliğidir.

Ortadoğu'da sınırların dış aktörler tarafından çizilmesini engelleyebilecek en önemli hamle bölgede Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi aktörlerin temel konularda mutabakata varmalarıdır. Ancak taraflar arasında oluşan güven bunalımı böylesi bir mutabakatın oluşmasının önündeki en ciddi engeldir. İran ve Türkiye'nin benzer tehdit algıları iki ülkenin siyasi ve askeri konularda iş birliği yapmalarını sağlamaya yetmeyecektir. Böylesi bir eşgüdüm ve mutabakat ancak aşamalı bir güven inşası süreci sürecinin ardından mümkün olabilecektir.

[Sabah, 9 Eylül 2017].