Suriye yeniden iç içe geçmiş birçok çatışma dinamiğinin birlikte yürüdüğü bir sürece girdi. Bu çatışmaları ve daha önemlisi rejim ve müttefiklerinin gerçekleştirdiği katliamları durdurmak üzere yürütülen müzakerelerin etkisi ise maalesef sınırlı kalmakta. Doğu Guta’da zaman zaman ve en son geçtiğimiz hafta içinde gerçekleşen saldırıların bir türlü durdurulamamasının sebebi de bu. BM’nin işlevini tamamen kaybettiği bu süreçte bu tarz saldırılar ancak güç yoluyla yaptırım uygulamakla durdurulabilir. Bu iradeyi taşıyan aktörlerin gücü sınırlı; katliamı durdurabilecek aktörler ise zaten bu saldırıların faili ya da ortağı.
Suriye’de varlık göstermeye çalışan her bir uluslararası aktörün Suriye stratejisi ana hatlarıyla netleşmiş durumda. Bu stratejilerin kesişen ve farklılaşan tarafları ise Suriye sahasının çatışma ve müzakere dinamiğini belirliyor. DEAŞ parantezinin kapanmış olması, aktörlerin müzakereye ağırlık vermesine neden olmadı, stratejilerini daha da tahkim etmeye çalıştıkları yeni bir sürecin başlangıcı oldu. Ortaya çıktıktan sonra ABD’den İran’a Rusya’dan Esed rejimine kadar bütün aktörler kendi stratejilerini tahkim ederken, DEAŞ’ı bir perde olarak kullanma yolunu seçti. DEAŞ ortadan kalktığında ise bu aktörler arasında yeni bir mutabakat oluşturma ihtiyacı doğdu fakat bu mutabakat henüz gerçekleşebilmiş değil. Gerçekleşmeme ihtimali de mevcut. Şimdilik her bir aktör kendi hedeflerine doğru yol almaya çalışıyor.
Bu durum hem tarafların tam anlamıyla bir mutabakata varmasının hem de kapsamlı bir çatışmaya girmesinin önüne geçmektedir. Örneğin ABD ile Rusya teröre karşı savaş söylemi altında bir paylaşıma gitmesine rağmen zaman zaman karşı karşıya geldi. Benzer bir analizi farklı düzlemlerde diğer aktörler için de yapmak mümkün. Birbirine çok yakınmış gibi duran İran ile Rusya arasında bile anlaşmazlıkların olduğunu gözlemliyoruz. Rus-ya’nın Türkiye ile birlikte vardığı mutabakata İran’ın çomak sokmaya çalışması bu açıdan dikkat çekici. Astana süreci kurulurken Şii milislerin Halep civarında yaptığı provokasyonlar ve daha da önemlisi Şii milislerin YPG ile Afrin’de işbirliği yapmaya dönük tavırları ise bu açıdan somut örnekler olarak karşımızda duruyor. Şii milisler Afrin’e doğru yola çıkarken Türkiye bu güçleri Rusya’nın kontrolündeki Suriye hava sahasını kullanarak vurdu. Bu manzara aktörlerin birbiri ile hem mutabakatının hem de çatışma potansiyelinin imkan ve sınırlarını net bir şekilde göstermektedir.
Görüldüğü üzere sahadaki aktörlerin kesişen tarafları olmakla birlikte farklılaşan çıkarlar karmaşaya neden olmaktadır. Türkiye için temel mesele bu karmaşık tabloda belirlediği somut hedeflere ulaşmaktır. Türkiye bir süredir gücü ile tehdit algısı çerçevesinde bir strateji izlemeye başladı. Bu anlamda hedeflerini netleştirdiğini ve pozisyonunu tahkim etmeye dönük adımlar attığını söylemek mümkün. Hem DEAŞ hem de PYD tehdidinin bertaraf edilmesi somut hedefler olarak ön plana çıkmıştır. Türkiye’nin teröre karşı mücadelesi ile Suriye politikası bütünüyle değil ama önemli ölçüde iç içe geçmiş durumda. ABD’nin desteğini alan PKK’nın, Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca bir terör koridoru oluşturma hevesi Türkiye için yalnızca önemli bir güvenlik tehdidinden ibaret değil; aynı zamanda Türkiye’nin Ortadoğu’nun derinliği yani Arap dünyası ile arasına bir duvar örecek olması nedeni ile stratejik bir tehdittir. Kısacası Türkiye’nin de terörle mücadelesinin ağırlık merkezini Suriye’ye kaydırması hem güvenlik hem de stratejik açıdan kritik bir hamledir. Bu hedeflere ulaşmak için de müzakere seçeneklerini açık tutmuştur. ABD’nin müzakereye yanaşmadığı konuları Rusya ile görüşerek sahada adım atmanın imkanlarına kavuştu. Sahada adım attıkça ABD müzakereye açık hale geldi. Tam da bu noktada uçağının düşürülmesi dolayısıyla Rusya ile yaşanan kriz sürecinde ABD’nin bunu bir fırsata çevirdiğini ve en çok bu dönemde Türkiye’ye rağmen adımlar attığını hatırlatmakta yarar var. Türkiye bu özerklik alanını korumaya devam edecek. Çünkü hiçbir aktöre sonuna kadar güvenemeyeceğinin farkında.
Zeytin Dalı ve karşı hamleler
Türkiye’nin Zeytin Dalı Harekatı’nı başlatmasının ardından farklı aktörlerden taktiksel düzeyde yeni hamlelerin gelmesi sürpriz değil. ABD’nin Türkiye’nin kapısını yeniden çalması ve PYD’nin Esed rejimi ile işbirliği arayışları bu anlamda dikkat çekici iki örnek. ABD’nin beklentisi Türki-ye’nin bu harekatı icra ederken kısa sürede yıpranması ya da rejim ve İran’la karşı karşıya gelmesi idi. Hangi senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin böylece Türkiye ABD’nin kapısını çalacaktı. Ancak Türkiye sahada etkin bir şekilde ilerlerdi. Kısa sürede PYD’nin savunma hatlarını kırdı ve Afrin merke-ze doğru yol almaya devam ediyor. Yakın bir zamana kadar rejim ya da müttefiki milislerle de karşı karşıya kalmadı. Böylece beklentileri boşa çıkan ABD Türkiye ile yoğun bir görüşme trafiğine girdi. Bu görüşmeler bir yandan Türkiye’yi oyalama taktiklerinin bir devamı olsa da Rusya ile varılan mutabakatı yarma hedefi taşıdığı açık. Şimdilik Türkiye her iki açıdan da avantajlı konumunu koruyor.
ABD, PYD üzerinden kurduğu strateji üzerinde ısrarcı. Ancak Türkiye’nin kararlılığı, ABD’yi bir revizyona gitmeye zorlamakta. ABD’nin bu stratejiden vazgeçmesi de sahada taviz vermesi de kolay olmayacak. Şimdiye kadar kapalı olduğu müzakerelere açık hale gelmesi Zeytin Dalı ile müm-kün oldu. Menbiç’ten PYD’yi çekmesi, Türkiye’nin sahada göstereceği başarı ile mümkün olacak. Türkiye sahada kazanmaya devam ettikçe ABD daha tatmin edici tekliflerle gelmek zorunda kalacak. Türkiye’nin ABD ile ilişkisi bu düzleme oturdu ve uzun bir süre böyle devam edecek.
PYD-Esed işbirliği meselesi
Yaklaşık bir haftadır PYD’nin Esed rejimi ile anlaştığına dair haberler hızlı bir şekilde yayıldı ve buna dair bazı görüntüler medyaya düştü. Bu haberler 20 Ocak’ta harekat başladığında da duyulmuştu. Fakat Türkiye kararlılığından vazgeçmedi ve operasyona hız kesmeden devam etti. Maya-din TV bu haberleri ısrarla gündemde tuttu ve rejimle PYD arasında varıldığı öne sürülen birkaç maddelik mutabakat metni dolaşmaya başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem Putin hem de Ruhani ile görüşmesi Türkiye’nin bu iddiaları ciddiye aldığının işaretiydi. Şii milislerin Afrin’e doğru yola çıkmasıyla Türkiye tereddüt etmeden bu konvoya müdahale etti. Bu müdahale rejim ile PKK arasındaki muhtemel işbirliğinin imkanlarını ve sınırlarını göstermiş oldu. Türkiye’nin terörle mücadelede yeni konsepti terör örgütlerini yalnızlaştırma adımlarını da içermekte. Bu çerçevede PKK’nın uluslararası aktörlerden aldığı desteği minimize etmek adına hem müzakere hem de sert güç kullanmaktan çekinmedi. Rusya ile yapılan müzakereler neticesinde önce DEAŞ’a karşı Fırat Kalkanı’nı sonra da PYD’ye karşı Zeytin Dalı operasyonunu gerçekleştirdi.
PYD’nin zayıflamasıyla yeni müttefik arayışlarına girilmesi karşısında Esed rejimi ve Şii milislerden olumlu işaret gelmesi, Türkiye’nin terörle mücadelesi açısından kabul edilebilir bir durum değil. Türkiye’nin Şii milisleri vurması da Afrin operasyonunun başarısı kadar bu güvenlik tehdidinin bertaraf edilmesi ile ilgili. Türkiye’nin diplomatik çabaları ve güç kullanmasıyla şimdilik bu işbirliği sönümlenmiş durumda. Önümüzdeki günlerde bu tarz hamlelerin gelmesi sürpriz olmaz, ancak kapsamlı bir işbirliğinin ortaya çıkmasının da sınırlarını dikkate almak gerekir.
ABD, İran’ı sınırlandırmak için PYD’yi beslerken İran kontrolündeki Şii milislerin PYD ile işbirliği yapması en hafif tabirle başıboşluğuna işaret eder. PYD, Rakka ve Deyrizzor’da ülkeyi besleyen yer altı kaynaklarına el koymuşken rejimin PYD ile işbirliği yapması kendi sonunu hazırlaması anlamına gelmektedir. Türkiye’ye karşı PYD ile işbirliğinin hiçbir zemini yoktur. ABD ile bir anlaşmaya varıldığı ve bu şekilde bir karşılık verildiği yorumları ise propagandadan başka bir şey değildir. Türkiye ABD ile hangi düzlemde ilişkisini yürütüyorsa Rusya ve İran’la da bu düzlemde yürüt-mektedir. Bütün bu mantıksızlığına rağmen rejim ya da Şii milislerin PYD’yi korumaya alması durumunda Türkiye’nin operasyonel gücünü daha sert bir şekilde kullanmaktan çekinmeyeceği de ortada. Sahada yol aldıkça bu tarz dikkat dağıtıcı hamlelerle karşı karşıya kalınabilir. Dolayısıyla kamuoyu, karar vericiler ve operasyonel güçlerin motivasyonunu kaybetmemesi gerekir.
[Star Açık Görüş, 24 Şubat 2018].