İran-Suudi Arabistan gerginliğinin mezhepsel güdülerden ziyade jeopolitik hesaplamalardan kaynaklandığını birçok analist haklı olarak dillendiriyor. Gerçekten de mezhepsel söylem her ne kadar bu rekabet için araçsallaştırılsa da Basra Körfezi’ndeki hakimiyet savaşları ve özellikle İran’ın Körfez’de vekilleri üzerinden kaos çıkarabilme potansiyeli, ikili rekabetin en büyük arka planı.
İran mezhebin araçsallaştırılması konusunda Suudi Arabistan’a oranla çok daha avantajlı bir konuma sahip. Bu avantaj temelde Şiiliğin ve İran’ın yapısından kaynaklanmakta. Taklit mercii ve merci ile halk arasındaki ekonomik bağ, din adamlarının takipçileri üzerindeki nüfuzunu ve mobilizasyon gücünü fazlasıyla artırmakta. Yani Dini Lider Ayetullah Hamanei’nin bir açıklamasına ilahi emir mülahazasıyla yaklaşacak milyonlar var ki bu milyonlar İran’ın milli sınırlarını aşmakta Irak’tan Suriye’ye, Lübnan’dan Körfez’e kadar ulaşmaktadır. Benzeri bir durum daha az güce sahip olsa da Ayetullah Sistani için de geçerlidir. Zira mezkur isimlerin mezhepsel tonlu bir çağrısıyla Şii dünyasından on binler Irak ve Suriye’ye yabancı savaşçı olarak akın etti.
Suudi Arabistan’ın dini otoritelerinin benzeri bir çağrısına kulak verecek çok az sayıda insan olacağını not etmeliyiz. Bu da temelde Sünniliğin yapısından ve Suudi Arabistan dini otoritelerinin İslam dünyasındaki pozisyonundan kaynaklanmakta. Dini otoritelerin, örneğin Suud baş müftüsünün bir fetvasının Sünni dünyasındaki bağlayıcılığı İran örneğiyle kıyaslanmayacak derecede azdır. Merkezi ve tüm Sünni dünya tarafından muteber bir otoritenin olmaması doğal olarak lokal olarak verilen fetvaların yaygın karşılık almasını engellemekte. Mesele farklı bir ülkede savaş olunca bu çağrıya icabet edecek muhatap kitlenin, kulağa hoş gelmese de cihadi diyelim, Suud’un dini otoriteleriyle aralarının iyi olduğunu söylemek mümkün değil. Selefi arka plan bile Suud’un Vahhabi dini otoriteleriyle cihadileri aynı zemine getirmiyor. Ancak cihadi halkalarda muteber olan bazı Suudi âlimlerin çağrılarının itibar gördüğünü, bunun da bir Hamanei etkisi göstermediğini söylemek mümkün. Mezhepsel söylem elbet bazı kesimleri İran’a veya Şiilere karşı biliyordur, fakat bunun aktif savaşçılar yaratma potansiyeli İran’ın mezhepsel söylemle topladığı savaşçı sayısından kat be kat azdır.
İki ülkenin devlet yapıları arasındaki fark da İran’ın mezhepsel söylemlerle yabancı savaşçı mobilizasyonunda Suudi Arabistan’dan çok daha avantajlı olduğunu gösteriyor. Geçenlerde İran Devrim Muhafızları Komutan Muhammed Ali Caferi, beş ülkede 200 bin yakın silahlı gencin hazırlandığını biraz da “şecaat arz ederken sirkatini söylemek” kabilinden açık etmişti. Devrim Muhafızları Ordusu ve özellikle Kudüs Tugayları tam da bu iş için dizayn edilmiş ve devletin yapısında kendisine dokunulmaz bir yer bulan bir araçtır. Selfieci komutan Kasım Süleymani’nin görevi de tam olarak bu. Buna karşılık gelebilecek bir yapılanma Suudi Arabistan’da yok. En fazla maddi destekle bazı gruplar üzerinde nüfuzunu devam ettiren Suud’un İran’la bu alanda rekabet etmesi mümkün değil. Suriye bunun en net örneklerinden. İran binlerce asker ve milisini Suriye’ye yığarken; Suudi Arabistan Suriye’de sadece finansal destek verdiği bazı gruplar sayesinde yer alabiliyor.
Hal böyleyken konu mezhepsel saiklerle insan mobilize etme olunca Suudi Arabistan’ın ve diğer ülkelerin İran’la baş etmesi mümkün değil. Zaten aslında jeopolitik temelli olan bu rekabete mezhepsel tonlar vermek sadece İran’ın hareket alanını genişletir. Bu sebepten bölge için patlayıcı hükmündeki mezhepsel tonları terk etmek, İran’ın jeopolitik yayılmacılığıyla mücadele eden tüm aktörler için her şeyden öte akılcı bir hareket ve stratejik bir gereksinimdir.
[Akşam, 22 Ocak 2016]