Bugünlerde Abdullah Öcalan ismi herkesin dilinde. Hemen herkes Öcalan'ın "devreye girmesi gerektiğinden" dem vuruyor. "Öcalan devreye girsin, çatışma dursun, çözüm süreci devam etsin!" Beklenti bu. PKK'nın yol kazasını, hesap hatasını düzeltmek için aranan sihirli formülün adı; Öcalan. Öyle ki medyada Öcalan'ın PKK ve HDP'ye, çatışmayı engelleyemedikleri için "kızgın" olduğu dedikoduları dolanıyor.
Türkiye siyasetinin krizlerini ve genişleme anlarından hem ulusal hem de bölgesel düzeyde istifade etmeyi bilenlerin başında Kürt silahlı milliyetçiliğinin "sembol" ismi Öcalan gelir. Uzun süren silahlı mücadelenin ardından Suriye'den çıkmak zorunda kalsa ve Kenya'da devlete teslim edilse de kendisini her daim Kürt milliyetçi siyasetinin merkezinde tutmayı becerdi.
Üç husustaki etkinliği sayesinde... İlki, her değişen konjonktürde PKK'nın ideolojik dönüşümünün dilini Öcalan üretti. Öcalan, 1970'lerin ikinci yarısında Marksist ideolojiyle şekillenen örgütü 1990'larda dini söylemi de içselleştirmeye yöneltti. 2010'larda çözüm sürecine katkı sağlayacağını düşündüğü "medeniyet" söylemini, PKK üst düzey yönetimi uygun bulmasa da, kullanmaktan kaçınmadı.
Bütün bu söylem değişimlerine rağmen Kürt milliyetçiliğinin söylem teması "demokrasi" olageldi. PKK desteğindeki bütün siyasi partiler, isimleri de dahil, "demokrasi" iddiası etrafında oluşturuldu. Bir terör örgütünün demokrasiyi bu kadar yüceltmesinin çelişkileri de pek az sorgulandı. Üstelik örgüt içi infazların en yüksek olduğu bir yapı için...
PKK'nın nihai amacı hep Kürdistan'ın bütünlüğünü sağlamak oldu; yani Pan-Kürdizm. Bağımsız devletten vazgeçtiklerini söyleseler de Kürt milliyetçileri Türkiye'de "özerklik" seçeneğini bir "ara durak" olarak görüyorlar. Kuzey Suriye'de elde ettikleri "kantonları" güneydoğuda kurmaya çalıştıkları "özyönetimlerle" birleştirmeye çalışıyorlar.
Öcalan'ın etkili olduğu ikinci husus, Suriye, Rusya, İran ve Almanya gibi güçlerle menfaat ilişkisine girse de PKK'yı tek bir yapı olarak tutabildi. Bu güçlerin örgüt içindeki uzantılarını nihai kertede yönetebildi. Böylece örgütün birbiriyle çatışan parçalara bölünmesini engelledi.
Üçüncü husus, Öcalan işler çıkmaza girdiğinde kendi aktörlüğünü öne çıkarmayı başarabiliyor. Kandil, HDP ve Öcalan arasında rol farklılaşmaları üzerinden güç kaymaları yaşansa da bu parçaların koordineli çalışmasını yine Öcalan sağlıyor. Hem de hapishane şartlarının müsaade edebildiği kadarıyla.
Öcalan, PKK ve HDP'nin aktörlüklerinin sınır dışına taştığını düşündüğünde yeni bir taktikle ortaya çıkabiliyor. Daha önemlisi, Pan- Kürdist siyasetin hep en makul, en "Türkiyeci" aktörü olarak kendisini sunabiliyor. Yakalandığı andan itibaren Öcalan, PKK'nın "iyi polis" yüzü olmayı tercih etti. Kandil'e sözü geçmediğinde mazeret bulmak zor olmuyor; "tutuklu bir lider daha fazlasını yapamaz."
HDP ya da Kandil'in hırsı galip geldiğinde, yani hesap hatası yaptığında ortalığı toparlıyor. "İyi ki Öcalan var" dedirtmeyi başarıyor farklı kesimlere. Çözüm sürecini de kendisi etrafında tutmayı başarıyor ve süreç buzdolabına koyulduğu her seferde "kurtarıcı olarak Öcalan" devreye giriyor.
Öcalan'ın yeniden sahneye çıkacak olmasının sebebi, dağılan radikal Kürt milliyetçiliğini toparlamak. PKK'ya kızgın olan Kürt toplum kesimlerinin teskin edilmesinde rol üstlenecek Öcalan.
PKK'nın tüm "özyönetim" ve şehir "protestoları" çabalarına rağmen bölge insanının katılmayarak dışarıda kalması barışa duyulan bağlılığı da gösteriyor kuşkusuz. Ancak daha önemlisi, demokratik siyasette Kürt milliyetçiliğinin menfaatlerini maksimize etmek varken PKK'nın şiddete tekrar yönelmesi hiçbir şekilde makul bulunmuyor.
[Sabah, 25 Ağustos 2015]