Baştan söyleyeyim, bilmiyorum. Ama kafam da hayli karışık bu konuda.
Mesela "İran'la Türkiye savaşırsa İran'ı desteklerim" diyen birini milletvekili yaptıklarında çok şaşırmıştık. Atatürk'ün laik partisi İran'cı olacak değil ya.
Türkiye terörle savaşırken Almanlar sivil kayıplar var dediklerinde Sezgin Tanrıkulu "SİHA'lar sivilleri vuruyor" demişti.
Amerikalılar Zerrab'ı sanık sandalyesinden indirip tanık olarak dinleyeceğini ilan ettiği gün de Kılıçdaroğlu sahte boş kâğıtlarla 17-25 Aralık atmosferi yaratmaya çalıştı. Yaklaşık bir ay önce ABD savcısının Reza Zerrab dosyasına yaptığı eklemeleri Türkiye gündemine taşıyan Kemal Kılıçdaroğlu'ydu, davanın görüleceği gün belge diye boş kâğıt sallayan da. Bu örnekler uzar gider.
Bu durumda kafamızın karışması gayet doğal ve başlıktaki soruyu sorma hakkımız doğuyor. İran mı, Almanya mı, ABD mi?
CHP'liler partilerini sıkça Atatürk'ün partisi olarak tanımlarlar. Bu ifadeler partinin hala Atatürk ilkeleri etrafında siyaset yapan doktriner bir parti olduğu imasını da barındırıyor elbette. Ancak son birkaç yıl içinde CHP'nin evirildiği nokta, CHP'lilerin başlıktaki soruya verdiği cevabı inandırıcı olmaktan çıkarıyor. Dolayısıyla bu soruya cevap verebilmek için partinin son birkaç yıllık serencamını, ittifak tercihlerini ve söylemlerini dikkate almak gerekiyor.
AK Parti uluslararası siyasetin dönüşümü ve Türkiye'deki siyasal atmosfere söylemsel ve stratejik anlamda kendini güncellerken CHP AK Parti'nin karşısına konumlanmakla yetindi. 17-25 Aralık operasyonları ile başlayan süreç ve 15 Temmuz darbe kalkışması AK Parti'nin kaderinin Türkiye'nin kaderinden ayrı düşünülmeyeceğini gösterdi. Bu durum Türk siyasal hayatında eşine rastlanmamış olan AK Parti'nin büyük bir başarısıdır. Bu durum karşısında CHP bloku patolojik düzeyde AK Parti karşıtlığına savruldu. 2007 Cumhurbaşkanlığı seçim süreci bunun ilk örneği idi.
Bu savrulma Gezi olayları ile birlikte CHP için bilinçli bir tercihe dönüştü. AK Parti'yi iktidardan düşürme hevesiyle Türkiye aleyhtarı FETÖ ve yardakçılığını yaptığı uluslararası güç odakları ile iş tutmaktan geri durmamaları bunun açık bir göstergesi.
17-25 Aralık döneminde FETÖ'nün yalan üzerine kurulu söylemin taşıyıcısı olmaları ile başlayan süreç 15 Temmuz'a rağmen kesintiye uğramadı ve halen devam ediyor.
15 Temmuz'dan itibaren yaşanan sistemik dönüşüm, "yerli ve milli" söyleminin etrafında oluşan ittifak ya da hizalanmalar Türkiye'de siyaseti yeni bir düzleme taşıdı. MHP ile AK Parti bazı alanlarda ittifak yapmaya yönelirken CHP, HDP ve FETÖ'nün misyonunu ihata edecek söylem ve stratejilere yöneldi ve bunu açıktan yapıyor. Yaptığı şey, dışarıda Türkiye aleyhine tezgâhlanan ne varsa içeriye taşımasıdır.
Cumhurbaşkanı ve yakın çevresi ile ilgili bir dizi iftirayı içeren söylemleri bu günlerde yeniden gündeme taşıması tesadüf değil elbette. Tıpkı bir zamanlar FETÖ'cülerin "turpun büyüğü henüz çıkmadı" saçmalığı ile milleti oyaladıkları taktiği kullanıyor. Bir hafta boyunca "belge açıklayacağım" diyerek meseleyi gündemde tuttu. Davanın görüleceği gün elinde salladığı belgelerin ise ne olduğunu kimse anlayamadı. Anlayamadı çünkü medyaya merakla bakanlar bu belgeleri göremedi. Belki sosyal medyaya konulmuştur diye bakanlar da eli boş döndü.
CHP'nin bu yönde bilinçli bir şekilde hareket etmesi daha vahim noktalara savrulmayacağı anlamına gelmez. Eğer hala Türkiye ile ilgili az da olsa bir endişeleri varsa bu durumu ciddiye alırlar. Aksi takdirde 2019'a doğru giderken daha da radikalleşmeleri işten bile olmaz. Ufak bir hatırlatma: Radikalleşmenin son örneği FETÖ idi.
[Fikriyat, 29 Ekim 2017].