Cumhurbaşkanı Erdoğan, sevenleri tarafından sık sık dünya lideri olarak isimlendiriliyor. Haliyle bu isimlendirme muhalefetin tepkisini çekiyor. Ne zaman Türkiye bir sıkıntıya girse, bölge politikalarında veya batı ile ilişkilerde istediğini tam olarak alamasa, Erdoğan'ın dünya liderliği meselesini kinayeli olarak diline doluyor muhalefet.
Dünya liderliğini her istediğini almak veya hiç taviz vermek olarak anlayacaksak eğer, ne Erdoğan ne de bir başkası hiçbir zaman dünya lideri olamaz. Zaten olsa bile ona dünya lideri değil dünyanın mutlak hakimi denir. Süper güç olan ABD bile sık sık taviz vermek zorunda kalıyor, çoğu zaman da istediğini kopartıp alıyor şüphesiz.
Ancak dünya liderliğini olması gerektiği gibi dünya çapında bir aktör olmak, dünya gündemini etkileyebilmek olarak anlarsak muhaliflerinin hiç hoşuna gitmese de Erdoğan'a dünya lideri demekte hiçbir sıkıntı yok. Evet, dünya siyasetinin mutlak hakimi değil ama dünyayı etkileyen liderlerden birisi.
Arakan konusunda Erdoğan'ın yaptıkları tam da bu türden bir dünya liderliğinin örneği. Erdoğan; açıklamaları, kendi ailesinin de yer aldığı bir heyeti vakit geçirmeden bölgeye göndermesi, diğer liderlerle yaptığı telefon görüşmeleri ve ülkenin ilgili kurumlarını seferber ederek insanı yardım çalışmalarını başlatması ile konuyu dünya gündemine taşıdı.
İsteyen 'Taşıdı da ne oldu, Arakan'daki vahşet son buldu mu?' diye kendini avutmaya devam edebilir ama gerçek ortada!
TANRIKULU ÖNCE KENDİ SEÇMENİNİ YANILTIYOR
Siyasette dürüstlük deyince hep aklımıza siyasetçinin yalan söylememesi, görevi kötüye kullanmaması, iş takibi yapmaması ve rüşvet yememesi geliyor. Tabii ki bunlar çok önemli, bu kriterlerinin herhangi birinde sınıfta kalan siyasetçiye dürüst demek mümkün değil.
Ancak seçmeni aldatmanın tek yolu yalan söylemek değil. Gerçeği saklamak, seçmene yapılması gereken bir açıklamayı yapmamak da siyasette dürüstlük ilkesi ile çelişir. Aslında olmaması gereken şeyler oluyorsa, yan yana gelmemesi gereken kişiler ve fikirler siyasi çıkar için yan yana geliyorsa ve bu durum uzun müddet devam ettiği halde seçmene açıklaması yapılmıyorsa ortada bir dürüstlük sıkıntısı var demektir.
CHP'li Sezgin Tanrıkulu'nun Silahlı İHA'lar hakkındaki açıklamalarını bu pencereden de değerlendirmek gerekiyor.
Bilindiği gibi Sezgin Bey, Silahlı İHA'lar ile yargısız infaz yapıldığını, silahsız ve masum sivillerin İHA saldırıları ile öldürüldüğünü iddia etti. Bu açıklamaların siyasi ve hukuki sonuçlarını hep beraber göreceğiz. Ancak mesele dürüstlük açısından da değerlendirilmeli.
CHP çok sık salınan bir parti. Bugün ak dediğine yarın kara diyebiliyor.
Partinin uzun zamandır Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı üzerinden bir iç koalisyon kurduğunu da biliyoruz. Batıcı Kemalistler'den Avrasyacı ulusalcılara, sosyal demokratlardan şiddet eğilimli radikal sol fraksiyonlara kadar geniş bir yelpaze CHP koalisyonunu oluşturuyor.
Ancak Sezgin Tanrıkulu'nun CHP çatısı altındaki varlığı koalisyonun bile sınırlarını aşıyor. CHP milletvekili Tanrıkulu, ancak yapıp ettikleri, gündeme getirdikleri, iddiaları ve savunduğu tezlerle HDP milletvekili gibi davranıyor. Sanki CHP listelerinden İstanbul milletvekili değil de HDP listelerinden Diyarbakır milletvekili seçilmiş gibi hareket ediyor. Üstelik CHP'nin geri kalanı ile paylaştığı herhangi bir ortak paydanın olduğunu da henüz görmedik.
Bu haliyle Tanrıkulu'nın CHP çatısı altındaki varlığı siyasi dürüstlük ile çelişiyor. Hem CHP içerisinde HDP'li gibi hareket eden Tanrıkulu hem de onun bu tarzına ses çıkarmayan CHP yönetimi seçmeni yanıltıyor. Sorumuz şu olmalı;
Tanrıkulu şimdiye kadar oyunu aldığı İstanbullu CHP seçmeninin iradesini yansıtan herhangi bir siyasi tavır veya eylem içerisinde bulundu mu? Bir çırpıda 'Evet' cevabı veremiyorsak ortada bir dürüstlük sorunu var demektir.
[Takvim, 10 Eylül 2017].