27 Haziran 2023’te Fransa’nın Nanterre şehrinde polisin dur uyarısına karşılık durmayan 17 yaşındaki bir genç, polis tarafından sıkılan kurşunla hayatını kaybetti. Olay Fransa’nın birçok şehrinde tepkilere yol açtı. Ülkede birçok kamu binası göstericiler tarafından kundaklandı ve yüzlerce araç ateşe verildi. Yaşanan olaylar üzerine ülkenin bazı şehirlerinde gece saatlerinde sokağa çıkma yasağı ilan edilirken polis şiddetine tepki gösteren birçok kişi de gözaltına alındı. Tüm bu olayların Fransız ekonomisi ve siyasetine maliyeti büyük oldu.
Fransa’da polis şiddetine yönelik protestoları ve etkilerini anlamlandırmak için uzmanlara şu soruları yönelttik: Fransa’daki olayların temel sebepleri nelerdir? Neden Fransa’da gerçekleşti? Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un tavrının protestolara bir etkisi oldu mu? Protestoların yatıştırılması için hangi adımların atılması gerekir? Protestoların muhtemel neticeleri neler olabilir? Sosyal medyanın protestolar üzerindeki etkisi nedir? Avrupa Birliği protestolardan nasıl etkilenir? Protestolar diğer ülkelere de yayılabilir mi? Fransa’daki İslam ve göçmen karşıtlıkları neden yükselişte? Yetkililer bu tarz olayları bastırma konusunda neden başarısız oluyor?
Hazırlayan
Uzmanlar Prof. Dr. İrfan Kaya Ülger Prof. Dr. Özgür Ünal Eriş Prof. Dr. Talha Köse Dr. Hacı Mehmet Boyraz Belkıs Kılıçkaya Dr. Öğr. Üyesi Yenal Göksun
Prof. Dr. Özgür Ünal Eriş Jean Monnet Chair, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un tavrının protestolara bir etkisi oldu mu? Protestoların yatıştırılması için hangi adımların atılması gerekir?
Fransa’daki protesto gösterilerine baktığımızda, ülkede bir hoşnutsuzluk gördüğü zaman toplumun sokağa çıkması aslında çok eski bir gelenek. Zaten Fransız Devrimi’nden gelen bir ülkeden bahsediyoruz. Buna binaen ülkenin demokrasi anlayışı, sandıkta istedikleri lidere ve partiye oy vermenin yanı sıra protesto etmeyi, hoşnutsuzluklarını bu şekilde göstermeyi de kendi temel haklarından biri olarak görüyor. Fakat şunu da unutmamak gerekiyor ki Fransa’nın tabii ki sömürgeci bir geçmişi var. Dolayısıyla bu sömürgeci geçmişten gelen kırgınlık özellikle de banliyölerde yaşayan, etnik kökeni farklı olan Fransız vatandaşlarının kendilerini halen yasalar önünde diğer Fransız vatandaşları ile eşit hissetmemeleri, sürekli bir şekilde ayrımcılık ve adaletsizlikle karşı karşıya olduklarını düşünmeleri, onları vandalizme, dükkanları yağmalamaya ve şiddet gösterilerine itiyor. Fransa geçmişte de bu tarz olayları çok fazla yaşadı. Kasım 2005’te başlayan ve iki hafta süren, özellikle banliyölerde arabaların yakılmasına, evlerin ve dükkanların talan edilmesine yol açan protestoları bir hatırlayalım. Bu protestolarda o dönemin cumhurbaşkanı olan Sarkozy’nin tavrı çok fazla tepki uyandırdı. Bu nedenle o dönemde ülkede ciddi sıkıntılar yaşandı. Şu anki Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise aynı şeylerin olmasını hiç istemiyor. Geçmişte de banliyölerdeki durumu biraz düzeltmeye çalıştı. Orada yaşayan gençlerin maddi durumu yüksek olan çocuklarla beraber eğitim sistemine katılmasına öncelik verdi. Onların ekonomiye daha iyi entegre olmalarını sağlamaya, işsizliklerini azaltmaya çalıştı. Fakat yine de bu insanların kendilerine sağlanan olanaklara rağmen eşit ve adil bir ortamda yaşıyormuş gibi hissetmeleri sağlanamadı ve bu yüzden bir kıvılcım olayların patlaması için yeterli oldu. Bu kıvılcım da maalesef on yedi yaşındaki Cezayir kökenli Fransız vatandaşı olan Nahil’in bir polis memuru tarafından öldürülmesi oldu.
2017’de Fransa’da bir yasa değişikliği oldu ve değişiklik polise özellikle dur ikazı verdiği sürücülere karşı silah kullanabilmesini sağlayacak beş durum belirledi. Bu beş durum oldukça yoruma açık. Nahil’in öldürülmesi olayında da memur kendisini bu yasaya dayanarak savunuyor. Peki neden bu ölüm bir kıvılcıma dönüştü? Bunun birkaç sebebi var. İlk olarak geçmiş yıllarda özellikle de bu yasaya dayanarak polisin silah çektiği veya şiddet gösterdiği vatandaşların çoğu Arap kökenli ya da siyahi. Dolayısıyla buradan yine bu etnik kökeni farklı Fransız vatandaşları –özellikle de banliyölerde yaşayan kesim– kendilerine karşı bir adaletsizlik olduğunu düşünüyor. İkincisi Nahil’in öldürülme anının videosu sosyal medyaya düştü ve polis memurunun yalan söylediği ortaya çıktı. O yüzden olaylar bu kadar şiddetlendi.
Peki Macron şu anda ne yapabilir? Macron şu anda hem sol hem sağ kesimden inanılmaz derecede bir baskı görüyor. Sol kesim, Macron’un şimdiye kadar ki politikalarının hem banliyölerde yaşayan göçmenleri hem de fakir ve marjinalize olmuş kesimi dezavantajlı kıldığını söylüyor. Sağ kesimden gelen düşünceler ise Macron’un biraz daha sert olması gerektiği, bu şiddetin hiçbir şekilde savunulamaz olduğu ve olağanüstü hal ilan (OHAL) edilmesinin gerektiğine dair şeyler söylüyorlar. Macron o yüzden şu anda ikilem içinde. Polis şiddetini oldukça kınayıcı bir konuşma yaptı. Aslında Nahil’in ailesinin ve banliyölerde yaşayan göçmenlerin tarafında olduğunu söyledi ki, bu önemli bir gelişme. Diğer yandan insanların vandalizm ve şiddete başvurmasını engelleyici yollar arıyor Macron ve bunun için onlara çağrılar da yapıyor, özellikle de gençlere. Ama OHAL ilan etmeden önce de biraz durup düşünüyor. Çünkü Fransa gibi önemli bir demokrasi geçmişi olan ve Fransız İhtilali’nin yaşandığı bir ülkede OHAL’e başvurulması, Avrupa Birliği içinde lider bir ülke açısından prestij kaybına yol açabilir. Dolayısıyla Macron şu anda ikilemde. Ama biraz daha sert önlemlere başvurabilir. Neden? Çünkü bu Macron’un son dönemi. Yani bir daha cumhurbaşkanı seçimine girmeyecek. Dolayısıyla bundan kaynaklanan bir güç de var elinde. Bu nedenle bu inanılmaz derecede şiddetlenen olaylara daha şiddetli bir şekilde karşılık verme yolunu seçebilir ve OHAL ilan edebilir. Bunu yapıp yapmayacağını ise bekleyip görmemiz lazım.
Prof. Dr. Talha Köse İbn Haldun Üniversitesi, SETA
Fransa’daki protestoların birkaç net sonucu olacaktır. Öncelikle hükümetin güvenlik konusundaki hassasiyeti artacak ve almış oldukları önleyici tedbirler ve kısıtlayıcı önlemler çoğalacaktır. Bu gelişmeler ister istemez protestocular nezdindeki gerilimi de artıracaktır. Çok fazla kaybedecek şeyi olmayan ve sorumlulukları sınırlı olan gençler arasında kutuplaşma, protesto ve şiddet motivasyonu yükselebilir. Hükümet açısından ise yatıştırıcı politikaları devreye sokmak zorlaşacaktır. Zira Fransız toplumunun tabanında güvenlikçi yaklaşımlara ve politikalara yönelik destek büyüyecektir. Aşırı sağcı siyasetçiler mevcut durumu kullanarak toplumsal tabanlarını genişletecektir. Aşırı milliyetçi ve göçmen karşıtı tarafta da uzlaşmaz yaklaşıma sahip ve kutuplaştırıcı figürler ön plana çıkacaktır. Cumhurbaşkanı Macron ise daha sert tedbirler alma konusunda kendini baskı altında hissedecektir.
Tüm bu gelişmeler sonucunda ve kutuplaşma ortamında kazanan ise göçmen karşıtı ve aşırı sağcı siyasi aktörler olacaktır. Bu aktörler siyasi ve toplumsal zeminlerini genişleteceklerdir. Fransız siyasetinde ılımlı aktörlerin ve siyasal alanın daralması, göçmen topluluklarında ötekileşme ve dışlanmayı artıracaktır. Bunun neticesinde protestoları haklı bulan kesimlerin toplumsal tabanı genişleyebilir. Fransa’da son yıllarda artan gelir adaletsizliği ve şehirli yoksulluk olgusu bir araya geldiğinde siyasi ve toplumsal yapıdaki bozulma daha da derinleşecektir. Protestolar nedeniyle gelir kaybına uğrayan kesimler ile protestocuların toplumsal tabanı arasındaki gerilim daha da artacaktır. Bu gerilim ise asıl sorun olan artan gelir adaletsizliği olgusunun üzerini kısmen örtse de protestoya eğilimli toplumsal kesimleri mobilize edecektir. Zengin kesimler daha korumacı bir yaklaşıma sahip olacaktır. Korunma kaygısından dolayı toplumun geri kalanı ile bağları daha da zayıflayacaktır. Bütün bu gelişmeler Fransa’daki toplumsal yapıya ve barışa kalıcı hasarlar bırakacaktır. Bu dönüşümün siyasetteki karşılığı ise aşırıcı aktörlerin tabanını genişletmesi şeklinde olacaktır.
Avrupa protestolardan nasıl etkilenir?
Protestoların Avrupa’nın geneline yayılma ihtimali bu aşamada acil bir mesele gibi görünmemektedir. Avrupa’nın birçok ülkesinde göçmen toplulukları ya şehir merkezlerindeki güvensiz bölgelerde ya da çeperlerinde yoğunlaşmış durumdalar. Polis şiddeti birçok Avrupa ülkesinde bir sorun olmamakla birlikte polis veya diğer güvenlik birimleri şiddete başvurma konusunda daha dikkatli davranmaktalar. Bunun yanı sıra daha kuşatıcı ve kucaklayıcı göçmen politikasına sahip ülkeler de var. Bu ülkelerdeki göçmen gençler dışlanmışlıklarını farklı şekillerde dışa vurmaktalar. Bu ülkelerden de radikal örgütlere yoğun katılımların olduğu daha önce tecrübe edildi. Fransızca konuşan eski sömürge ülkelerinden gelen göçmenlerin yoğun olduğu Avrupa ülkelerinde risk daha yüksek.
Fransa’daki protestolar karşısında Avrupa ülkeleri iki türlü tedbir alabilirler. İlki ve en muhtemeli güvenlik önlemlerini artırmaktır. Bu durum göçmen toplulukları ve gençler arasındaki memnuniyetsizliği artıracaktır. Diğer seçenek ise bu toplulukların önde gelenleri ve kanaat önderleri ile temasa geçilerek daha kuşatıcı ve bütüncül tedbirler almaktır. Özellikle aşırı sağ ve göçmen karşıtı partilerin iktidarda olduğu ülkelerde bu tarz adımların atılması daha zor. Aksine bu yaklaşıma sahip ülkelerdeki genç göçmenler Fransa’daki duruma benzer bir yaklaşım içine girebilirler. Bu açıdan Fransa’da yaşananların bulaşıcılık yönü olmakla birlikte kapsayıcı ve kuşatıcı önlemlerle bu tarz eylemlerin önüne geçilebilir. Özellikle göçmen topluluklarında toplumsal adalet hissinin sarsılması bu tarz eylemlerin temel ateşleyicisidir. Avrupa’nın birçok ülkesinde toplumsal kutuplaşmanın arttığı ve kırılganlıkların daha belirgin hale geldiği –özellikle de ekonominin olumsuz seyrettiği– dönemlerde riskler artmaktadır. Koronavirüs (Covid-19) salgını ve Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte bu kırılganlıklar Avrupa’da daha da artmış durumdadır. Bu da Avrupa’da tehlike çanlarının çaldığına işarettir.
Protestolar nedeniyle Fransa’yı nasıl bir süreç bekliyor?
27 Haziran’dan beri devam eden protestolar nedeniyle Fransa’yı önümüzdeki süreçte kesinlikle zorlu bir sürecin beklediğini düşünüyorum. Zira her geçen gün büyüyen protestolar kısa zamanda son bulacağa benzemiyor. Hükümet, ülkedeki kamu düzenini korumaya yönelik bir dizi güvenlik önlemini devreye sokmuş olsa da protestolar nedeniyle asayiş problemlerinin bir süre daha devam edeceği anlaşılıyor. Bu nedenle Emmanuel Macron hükümeti, protestoları durdurmaya ve asayiş problemlerini engellemeye yönelik sert adımlar atacaktır. Örneğin hükümetin güvenlik güçlerine verdiği yetkileri daha da artıracağını, kendi açısından kamu düzenini bozduğunu düşündüğü protestoculara yönelik cezai müeyyidesi ağır düzenlemelere gideceğini ve sokağa çıkma yasaklarının uzayacağını düşünüyorum. Bu nedenle kısaca ifade etmem gerekirse özgürlükler ülkesi Fransa’da daha fazla güvenlik ve daha az özgürlük prensibinin kalıcı olacağı kanaatindeyim.
Ayrıca unutmamak lazım ki Fransa, siyasi ve toplumsal kültürü itibarıyla zaten protestolar ülkesidir. Sair zamanlarda da ülkede çevre, göç, tarım ve ekonomi ile ilgili konularda sık sık protestolar gerçekleşiyor. Ancak Cumhurbaşkanı Macron’un göreve geldiği 2017’den beri yaşanan Sarı Yelekliler ve Emeklilik Reformu karşıtı gibi geniş kapsamlı protestoların kitlesel boyutlara ulaşması herkesin dikkatini çekmiştir. Bu durum toplumun önemli bir kısmının hükümete karşı ciddi bir rahatsızlık duyduğunu gösteriyor. Bundan ötürü ikinci görev döneminde bir yılı geride bırakan Macron ve hükümeti açısından kalan dört yıl bence tahmin edilenin ötesinde daha zorlu geçecektir. Bu da sonraki cumhurbaşkanlığı seçimine kadar ülkedeki muhalif kesimler açısından önemli bir fırsattır.
Son olarak protestoların yaza denk gelmesi Fransa ekonomisi için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Zira bir turizm ülkesi olan Fransa turizmden her yıl önemli bir gelir elde ediyor. Yaz aylarında ise bu gelir diğer aylara göre daha yüksek. Ancak aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkenin protestolardan dolayı yaptığı seyahat uyarıları nedeniyle Fransa’ya yönelik birçok tatil turu iptal edilmiş durumda. Bu sebeple Fransa’nın turizm gelirlerinde yıl sonuna kadar bir gerileme olabilir.
Bu olaylar sonrasında göçmen kökenli Fransız vatandaşlarını nasıl bir gelecek bekliyor?
Protestolara katılım göçmen kökenlilerle sınırlı kalmadı. İnsan haklarına saygı duyan çeşitli kesimlerin desteğiyle protestolar, her geçen gün büyüyerek geniş kapsamlı bir toplumsal harekete dönüştü. Bu yönüyle Fransa’da halen bir kesimin göçmen kökenli vatandaşların haklarını korumaya yönelik verdiği desteği kıymetli buluyorum.
Öte yandan hepimizin bildiği üzere Fransa’da özellikle Mağrip kökenliler 1970’lerden beri somut olarak kurumsal ırkçılığa maruz kalıyor. Öyle ki bir yandan güvenlik güçlerinin açtığı ateş diğer yandan yabancı karşıtı kesimlerin düzenlediği saldırılar nedeniyle birçok masum göçmen kökenli insan hayatını kaybetti. Araştırmaların gösterdiği üzere son yıllarda Fransa’da güvenlik güçlerinin açtığı ateş nedeniyle hayatını kaybeden kişilerin önemli bir kısmının göçmen kökenliler olması bunu doğrular nitelikte. Fransa’daki kamu otoriteleri ise bu tür ölümlerin ardından sadece taziye ya da özür mesajı yayımlamakla yetindi. Tıpkı polis kurşunu nedeniyle 2017’de hayatını kaybeden Çin asıllı Shaoyo Liu ya da geçen hafta hayatını kaybeden Nahil Merzuk’un ölümünün ardından yaptıkları gibi. Dolayısıyla Fransız devleti, ülkede beyaz üstünlüğünü savunan ve “gerçek Fransız” profiline uymayan herkesi öteki gören yaklaşımı, bu tür ölümlere karşı gereken adımları atmayarak desteklemiş oluyor. Ben bu durumu ülkedeki kurumsal ırkçılığın en önemli göstergesi olarak görüyorum.
Meseleyi bu açıdan değerlendirirsek Fransa’daki göçmen kökenlileri konforlu bir geleceğin beklediğini söyleyemeyiz. Daha açık ifadeyle Fransa’da artık bir anomali olmaktan çıkan ve normal bir siyasi duruş haline gelen aşırı sağın da etkisiyle göçmen kökenlileri her açıdan zorlu bir gelecek bekliyor. Örneğin önümüzdeki süreçte vatandaşlık ya da oturma izni almaları daha zor hale gelecek; güvenlik güçlerinin keyfe keder uygulamalarına daha fazla muhatap olacaklar, günlük hayatta daha fazla nefret söylemine ve fiziksel saldırıya maruz kalacaklar. Dahası 27 Haziran’dan beri devam eden yağma ve şiddet olaylarının tüm sorumluluğu şimdiden ülkedeki göçmen kökenlilerin üzerine yıkıldığı için son protestolar ülkedeki göçmen karşıtlığını artıracaktır. Bunların yaşanmasını elbette istemeyiz ancak ardı ardına yaşanan gelişmeleri bir bütün halinde değerlendirdiğimizde ne yazık ki bu öngörülerin hepsi kısa zamanda gerçekleşecek gibi görünüyor. Bu yüzden yaşanması kuvvetle muhtemel bu gelişmeler nedeniyle ülkedeki göçmen kökenliler, kendilerini daha fazla dışlanmış ve aşağılanmış hissedecekleri için sokaklara daha fazla çıkıp tepkilerini ortaya koyacaktır.
Dr. Öğr. Üyesi Yenal Göksun SETA
Sosyal medyanın protestolar üzerindeki etkisi nedir? Bu protestolar diğer ülkelere de yayılabilir mi?
Fransa’daki protesto gösterilerinde sosyal medya kuşkusuz önemli bir rol oynadı. Bu isyan ateşini başlatan gelişme, Cezayir asıllı gencin polis kurşunuyla vurulduğunu gösteren videonun bir kullanıcı tarafından sosyal medyada yayımlanmasıydı. Polis ifadesinde üzerlerine sürülen bir arabayı durdurmak için ateş açtıkları ve bu yüzden meşru müdafaada bulundukları bilgisi verilmiş; böylece kamuoyunda oluşabilecek tepkinin önüne geçilmesi planlanmıştı. Ancak sosyal medyadaki video ise resmi açıklamaların doğru olmadığını, polislerin başka seçenekleri olmasına rağmen arabadaki genci vurma eylemini gerçekleştirdiğini ortaya koydu. Sonuç olarak hükümetin en başta krizi yönetmek için yalan söylediği ve yaşanan olayın da Fransa’da göçmenlere karşı uygulanan sistematik ayrımcılık ve kurumsal ırkçılığın bir örneği olduğu anlaşıldı.
Gösterilerin üçüncü gününde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron basına yaptığı açıklamasında, şiddet olaylarının büyümesinden sosyal medya platformlarını sorumlu tuttu. Macron özellikle de TikTok ve Snapchat gibi platformların ismini zikrederek bu şirketlerin politikalarından rahatsızlığını dile getirdi. Özellikle gençlerin, oynadıkları bilgisayar oyunlarının da etkisiyle gerçeklikten koptuğunu ve sosyal medyada gördüğü şiddet eylemlerini taklit ettiklerini iddia etti. Fransız hükümeti de sosyal medyada gençlerin örgütlenmesini ve protestolara katılmasını engelleyebilmek için çeşitli yaptırımları halen tartışıyor.
Sosyal medya her zaman toplumsal hareketlerde önemli rol oynamıştır. Bunu Arap Baharı sürecinde de gözlemlemiştik. Sosyal medya, doğası gereği birbirinden bağımsız ve habersiz bireylerin, sınırları aşan biçimde hızlıca mobilize olarak protestolara katılmasına imkan sağlayabiliyor. Bu imkan sosyal medyanın özgürleştirici rolünü doğrudan vurgulamıyor ama bir iletişim aracı olarak bireyler arasındaki etkileşimi ve örgütlenmeyi güçlendirme potansiyelini gösteriyor. Tabii ki yalan haber ve dezenformasyon da bu platformların bir gerçeği. Ancak kullanıcılar arasındaki etkileşimin ulusal sınırları aşan boyutu sayesinde, Fransa’daki isyan hareketinin diğer ülkelerde de benzer olumsuz deneyimleri yaşayan bireyler açısından ilham verici bir etki oluşturması beklenebilir. Esas belirleyici olan ise her ülkedeki toplumsal dinamiklerin ortaya çıkardığı gerçekliktir. Sosyal medya ise bu gerçekliğin iletişimsel boyutunu güçlendirmesi açısından sınırlı bir rol oynamaktadır.