CHP 37. Olağan Kurultayı geçtiğimiz hafta sonu tamamlandı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun fiili olarak rakipsiz yarıştığı seçimde diğer adaylar İlhan Cihaner, Aytuğ Yazıcı ve Tolga Yarman delegelerden yeterli sayıda imzayı toplayamadığı için başkanlık yarışına giremedi. Tüm bu şartlar altında Kılıçdaroğlu 31 Mart yerel seçimlerinin de etkisiyle belki de CHP’deki en rahat başkanlık yarışına girdi ve altıncı kez CHP’nin genel başkanı seçildi.
CHP’nin alışılagelmişin dışında kamuoyuna “parti içi demokrasi” olarak sunduğu büyük koltuk kavgalarının yaşanmadığı ve tüm sürecin genel merkez tarafından yürütüldüğü bu kurultayın anlam ve önemi parti yönetimi tarafından farklılaştırıldı. Tamamen genel merkez ve Kılıçdaroğlu’nun dizayn ettiği süreç sonunda gerçekleştirilen bu kurultay “iktidar kurultayı” olarak adlandırıldı. Kılıçdaroğlu kendilerini iktidara taşıyacak kadroların seçileceğini iddia ettiği ve “İkinci Yüzyıla Çağrı Beyannamesi” adlı bir manifesto açıkladığı kurultayda yeni bazı kavramsallaştırmalar dışında ortalama bir grup toplantısından veya bilindik CHP seçim beyannamelerinden çok farkı olmayan bir konuşma yaptı. Ancak kurultayda CHP’de ve 2023 seçimlerinde nasıl bir tablonun oluşturulmak istendiği hakkında da bazı önemli detaylar vardı.
Kılıçdaroğlu’nun Dostları
Kılıçdaroğlu’nun kurultayda gerçekleştirdiği konuşmasının belki de en önemli kısmı “Biz bu sorunları kimlerle ve nasıl çözeceğiz? (…) Bir araya gelerek çözeceğiz, birlikte mücadele edeceğiz. Hep birlikte yapacağız bunu dostlarımızla yani Millet İttifakı’nı oluşturan dostlarımızla birlikte çözeceğiz. Önümüzdeki ilk seçimlerde dostlarımızla birlikte iktidar olacağız” ifadeleriydi. Konuşması sırasında sık sık “dost” ve “ittifak” vurgulamaları yapan Kılıçdaroğlu, CHP’nin AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tek başına yenemeyeceğini ve bunu başarmak için “dostlarına” ihtiyaç duyduğunu ilan etmiştir. Bu da CHP’nin iktidara gelme konusunda yetersiz olduğunun kabulüdür. Ancak bu ilan Kılıçdaroğlu’na atfedilen ve uzun yıllardır izlendiği düşünülen fakat dile getirilmekten korkulan bir durumun da açıkça ifadesidir. Bu da CHP’nin iktidara gelebilecek potansiyel ve kapasiteye sahip olmadığı, geniş toplumsal kesimlere ulaşmak için diğer siyasi aktörlere muhtaç olduğu gerçeğidir.31 Mart seçimlerinde CHP’nin büyükşehirlerin önemli bir kısmının kazanmasının ardından çeşitli aktörlerin kazanımları kendilerine mal etmesi ile birlikte Kılıçdaroğlu’nun “stratejik aklının” ve aslan payının ön plana çıkması için dillendirilen “Kılıçdaroğlu doktrini” aslında tam olarak “dostlara” mahkumiyetin sofistike edilmiş ifadesidir. Kılıçdaroğlu’nun uzun yıllardır şehirli muhafazakarlara ulaşmaya çalıştığı, bir diğer ifadeyle CHP’nin çevredeki taşralı seçmene ulaşmasının imkansızlığını görüp büyükşehirlerdeki orta sınıflaşmış muhafazakarlara yönelik yeni bir strateji izlediği artık bilinen bir gerçektir. Bunu başarabilmek için de CHP’nin tarihsel olarak ideolojik bir kutup olgusunun –en azından algısal anlamda– aşındırılması ihtiyacı Kılıçdaroğlu tarafından da kabul edilmiştir. İşte Kılıçdaroğlu’nun kendi partisinin sahip olduğu bu algıyı yumuşatmak ve farklı tabanlara ulaşmak için izlediği strateji de tam olarak bu “dostlar” üzerinden ilerlemektedir.
31 Mart seçimlerinde CHP’nin büyükşehirlerin önemli bir kısmının kazanmasının ardından çeşitli aktörlerin kazanımları kendilerine mal etmesi ile birlikte Kılıçdaroğlu’nun “stratejik aklının” ve aslan payının ön plana çıkması için dillendirilen “Kılıçdaroğlu doktrini” aslında tam olarak “dostlara” mahkumiyetin sofistike edilmiş ifadesidir.Kılıçdaroğlu’nun bu dost stratejisinin ilk adımı olarak 2014’teki çatı aday başarısızlığı kabul edildiğinde CHP o tarihten bu yana Erdoğan karşıtı olan tüm farklı ideolojik kesimlerle ittifak kurmaya çalışmakta ve kendi dar tabanının dışında kalan geniş kesimlere bu ittifaklar üzerinden ulaşmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken de kendi bünyesine farklı kimliğiyle ön plana çıkan isimleri katmakta, farklı söylemleri benimsemekte, siyasi olarak CHP tabanıyla tamamen zıt yaklaşımlarda bulunarak ve uzun yıllardır dokunulamaz olarak nitelendirilen ilkeleri bir kenara bırakarak tamamen Erdoğan karşıtı cepheye oy kazandırmaya çalışmaktadır. Bu konuda en iyi örnek toplumun dini ve geleneksel değerlerine mesafeli bir isim olduğu açık olan Canan Kaftancıoğlu ile seçim kampanyası sırasında Kur’an okuyan Ekrem İmamoğlu’nun yerel seçimlerde el ele çalışıyor olmasıdır. Yahut Ankara ve Antalya başta olmak üzere bazı illerde sağ siyasi yelpazeden gelmiş adaylarla seçime girilmiş olması ve kazanmak için bunun olağanlaştırılması bir diğer örnektir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu, Erdoğan karşıtlığını tek ilke olarak benimsemiş ve bunu başarabilmek için yalnızca bu ilke üzerinde uzlaşabildiği tüm siyasi aktör ve partilerle ittifak yapmayı kabul etmiş durumdadır. Ayrıca buna benzer eleştirilerin oldukça kısıtlanmış parti içi muhalefetten de geliyor olması dikkat çekicidir.
CHP genel başkanı partisini değil Erdoğan karşıtı cepheyi düşünerek siyaset yapacağını ve bu yolda siyasi ilke ve duruş kaygısı gütmeden gerekli tüm adımları atacağının sözünü delegelerin alkışları içinde vererek kamuoyuna ilan etmiştir.Ancak doktrinden ziyade bir strateji olarak kabul edilecek bu siyasi yaklaşım CHP ve Kılıçdaroğlu’nu “dostlarına” mahkum etmiştir. Bundan da öte Kılıçdaroğlu’nun tek stratejisinin Erdoğan karşıtı cepheyi tek bir çatı altında toplamak olduğu söylenebilir. 2014 seçimlerindeki çatı aday başarısızlığı ve 2018’de Abdullah Gül’ün çatı adaylığının Meral Akşener’in direnci sebebiyle hayata geçirilmediği göz önünde bulundurulduğunda bu stratejinin pek de akıllıca yürütülmediği eleştirisinde bulunabilir. Üstelik Kılıçdaroğlu her ne kadar “parti genel başkanı cumhurbaşkanı adayı olmamalı” bahanesini öne sürse de kendisinin de Erdoğan’ı yenecek kişi olmadığının farkındadır. Buna ek olarak kendisini farklı lider tipolojisinde biri olarak değerlendirenler olsa da bir lider veya başkandan ziyade Erdoğan karşıtı cephenin organizatörü olarak bu stratejiyi yürütme misyonunu üstlendiği görülmektedir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun bu kurultayla birlikte açık açık zikretmekten çekinmediği bir realite olarak CHP genel başkanı partisini değil Erdoğan karşıtı cepheyi düşünerek siyaset yapacağını ve bu yolda siyasi ilke ve duruş kısıtlamalarını kaldırarak gerekli tüm adımları atacağının sözünü delegelerin alkışları içinde vererek kamuoyuna ilan etmiştir.
CHP, Dostları ile Başarılı Olabilir mi?
Kılıçdaroğlu’nun bu yaklaşımının esas amacının Erdoğan karşıtı cepheyi tek bir çatı altında toplayarak tek bir ittifak ve tek bir adayla seçime girmek olduğu uzun zamandan beri bilinmektedir. Buna ek olarak 31 Mart illüzyonuna kapılan birçok akademisyen, yazar ve siyasinin de Kılıçdaroğlu’na bu yönde akıl verdiği düşünüldüğünde CHP’nin 2023’e doğru temel stratejisinin tüm muhalefet partilerini “Demokrasi İttifakı” adını verdikleri bir çatı altında toplamak ve söz konusu ittifakı yine bir çatı adayla Erdoğan’ın karşısına çıkarmak olduğu söylenebilir. Ancak bu ittifakın kurulmasının imkanı dışında başarılı olabilmesi, 31 Mart’ın etkisine kapılmış kesimlerin iddialarının aksine pek de mümkün görünmemektedir.Kılıçdaroğlu’nun ilk hedefinin İYİ Parti’yi seçim yapmaya zorlamak ve yeni partiler ile HDP’yi ittifaka eklemlemek için ikna etmek olduğu söylenebilir. Özellikle Kılıçdaroğlu tarafından hem Ali Babacan hem de Ahmet Davutoğlu’na yönelik olumlu mesajlar verilmesi, buna ek olarak HDP’ye yönelik destek açıklamaları ittifakın genişletilmesi yönünde hazırlıkların 2023 seçimlerine bırakılmadan başlandığını göstermektedir. Buna ek olarak kurultayda Kürt sorunu vurgusu yapılması artık ittifakın örtülü değil resmi bir parçası olmak istediğini açıklayan HDP’ye olumlu bir cevap şeklinde yorumlanabilir. Bu noktada Kılıçdaroğlu 2018’de Akşener’in CHP’nin “çatı aday Gül” planını bozmasından ders çıkararak 2023’te tekrarlanması hedeflenen yeni bir çatı aday planının bozulmaması için şimdiden oyunun kurallarını koyarak İYİ Parti’ye istikamet göstermektedir. Burada gösterilen istikamet ise yeni partilerin ve HDP’nin kurtarıcı olarak ittifaka dahil edilmesi ve tek bir çatı altında tek bir adayla seçime girilmesidir.
Ancak mevcut siyasal aktörler düşünüldüğünde organizatör CHP dışındaki diğerleri; İYİ Parti, HDP, Saadet Partisi, Deva ve Gelecek partilerinin hepsinin tek bir çatı altında seçime girme ve tek bir aday çıkararak Erdoğan’la yarışma imkansızlığı söz konusu ittifakın başarısızlığa mahkumiyetinin en önemli sebebidir. Çünkü bu aktörlerden bir veya birkaçı birbirleriyle aynı çerçeve içinde oy pusulasında yer almanın kendi siyasi intiharları olacağının farkındadır. 31 Mart’ta örtülü ittifakın “Göz görmeyince gönül de katlanır” avuntusu genel seçimler için mümkün değildir. Örneğin İYİ Parti’nin HDP ile aynı çerçeve içinde yer alması veya Deva ve Gelecek partilerinin kendini ispat etme ihtiyacıyla ön plana çıkmak isteyecek lider ve kadrolarının CHP’nin istediği bir adayın altında silikleşmesi Erdoğan karşıtı çevrelerin iddia ettiği gibi rasyonel bir adım değildir. Dolayısıyla söz konusu ittifakın tüm karşıtları kapsamasının imkansızlığı ve ittifaktan dışlanmak mecburiyetinde kalacak bir veya birçok aktörün olması başarısızlığın ilk sebebi olacaktır.
Bir diğer sebep ise ilk sebebin paralelinde, en az iki buçuk bloklu bir seçimde Cumhur İttifakı’nın, mevcut seçim ve ittifak sistemi içerisinde parlamento çoğunluğunu kazanma ihtimalinin muhalefete göre daha fazla olmasıdır. Mevcut sistemde Cumhur İttifakı’nın yüzde 45 bandında bir oyla dahi parlamento salt çoğunluğunu kazanması mümkündür. Bu da 24 Haziran’a kıyasla yaklaşık yüzde 8’lik bir düşüş yaşasa dahi Cumhur İttifakı’nın parlamentoda tekrar çoğunluğu kazanabileceğini göstermekte, Kılıçdaroğlu’nun yeni anayasa ve parlamenter sisteme dönüş gibi ittifak partnerleri ile üzerinde uzlaştığı yegane hedeflere dahi ulaşılamayacağı anlamına gelmektedir. Ki Cumhur İttifakı’nın Türkiye geneli toplam oy oranının muhalefet adına büyük başarı olarak değerlendirilen 31 Mart yerel seçimlerinde dahi yüzde 50’nin üzerinde olduğu düşünüldüğünde “dostlarla ittifak”ın başarı getireceği yine oldukça şüphelidir.
Son olarak Demokrasi İttifakı’nın tek bir aday ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısına çıkabilmeyi başardığı düşünüldüğünde dahi Erdoğan’ın yarıştığı iki cumhurbaşkanı seçiminde de ilk turda yüzde 50’yi aşarak cumhurbaşkanı seçildiği gerçeği önümüzde durmaktadır. İki buçuk bloklu seçimde Erdoğan karşıtı cephenin tüm stratejisinin cumhurbaşkanı seçimini ilk önce ikinci tura bırakmak olacağı ve ikinci turda “Erdoğan vs. hepimiz” stratejisiyle hareket edeceklerini söylemek daha akla yatkın senaryo olacaktır. Ancak seçimin ikinci tura kalması dahi şüphelidir. Muhalefetin bunu başarabildiği takdirde ikinci turun Erdoğan ve Erdoğan karşıtları seçimine döneceği ve buna benzer tüm seçimlerde seçmenin Erdoğan’ı tercih ettiği on sekiz yıldır tekrar ve tekrar ortaya çıkmaktadır. Üstelik pek muhtemel olarak parlamento çoğunluğunu kazanmış bir ittifakın adayı olarak iki hafta sonra ikinci tura çıkacak Erdoğan’ın halihazırda seçim galibi olarak yarışacağı ve seçmenin bunu da göz önüne alacağı düşünüldüğünde CHP ve dostlarının tüm bunlara rağmen başarılı olmasının pek de mümkün olmadığı ortadadır.
Dolayısıyla son zamanlarda dillendirilen “Kılıçdaroğlu doktrini” ve yine CHP’ye akıl veren birçok kesim tarafından tek çare olarak gösterilen “Demokrasi İttifakı”nın sanılanın aksine CHP’nin tek başına iktidar olma yetersizliğinin bir göstergesi olduğu ortadadır. Buna ek olarak 31 Mart’ta İstanbul ve Ankara’nın CHP tarafından kazanılmış olmasının sebep olduğu etkinin halen devam ettiği söylenebilir. CHP’nin ve CHP’ye yol gösteren kesimlerin bu etkiden kurtulması ve Erdoğan’ı yenmek adına makul ve gerçekçi yollar araması kendileri için daha faydalı olacaktır..