SETA > Odak |
Ürdün ün Gazzelilerin Sürülmesi Teklifine Yönelik Yaklaşımı

Ürdün’ün Gazzelilerin Sürülmesi Teklifine Yönelik Yaklaşımı

ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze halkının Ürdün ve Mısır’a gönderilmesini istediği yönündeki sözleri şüphesiz en çok muhataplarını tedirgin etmiş vaziyettedir. Öyle ki bu tedirginlik Ürdün Kralı Abdullah’ı konunun detaylarını görüşmek üzere geçtiğimiz hafta ABD’nin yolunu tutmaya zorlamıştır. Kral Abdullah’ın görüşme öncesi, esnası ve sonrasındaki söylemleri ve eylemleri büyük yankı uyandırmıştır.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze halkının Ürdün ve Mısır’a gönderilmesini istediği yönündeki sözleri şüphesiz en çok muhataplarını tedirgin etmiş vaziyettedir. Öyle ki bu tedirginlik Ürdün Kralı Abdullah’ı konunun detaylarını görüşmek üzere geçtiğimiz hafta ABD’nin yolunu tutmaya zorlamıştır. Kral Abdullah’ın görüşme öncesi, esnası ve sonrasındaki söylemleri ve eylemleri büyük yankı uyandırmıştır.

Buluşmadan hemen önce basına verdiği demeçte Trump’a övgüler dizen Abdullah’ın Trump’ın barış adamı olduğu ve yüce hedeflerine ulaşmak için kendisiyle birlikte çalışmaktan memnuniyet duyduğu yönündeki söylemleri tartışmaları daha da tetikledi. Geçtiğimiz Cumartesi gününe kadar esirlerin tamamının serbest bırakılmaması halinde “Cehennemin tüm kapılarının açılacağını” ve “Gazze için kıyametin yaşanacağını” söyleyen Trump’a Abdullah’ın övgüler dizmesi eleştirileri beraberinde getirdi.

Kral Abdullah’ın görüşme esnasındaki vücut dili ve söylemleri de görüşme öncesi açıklamaları gibi geniş çevrelerce eleştirilerin odağındaydı. Kral Abdullah, Gazzelilerin tamamının sürülmesi fikrini açıkça kabul etmedi ancak 2 bin hastanın tedavi edilmesini teklif ederek tabir yerinde ise Trump’ın gazabından kaçınmaya çalıştı. Abdullah’ın görüşme esnasında el ve baş pozisyonları itibarıyla teslimiyetçi bir duruş sergilemesi ve gözlerini çok sık şekilde kırpması yaşadığı stres ve bunalım hakkında fikir veren diğer işaretler oldu.

Kral Abdullah’ın görüşme sonrasındaki açıklamaları ise ilginç bir şekilde öncekilerle kıyasla daha öz güvenli ve dirayetli olarak yorumlanabilir:

“Ürdün’ün Gazze ve Batı Şeria’daki Filistinlilerin yerinden edilmesine karşı kararlı duruşumu yineledim. Bu, birleşik Arap duruşudur. Filistinlileri yerinden etmeden Gazze’yi yeniden inşa etmek ve vahim insani durumu ele almak herkesin önceliği olmalıdır. İki devletli çözüm temelinde adil barışa ulaşmak, bölgesel istikrarı sağlamanın yoludur. Bunun için ABD liderliği gerekir. Başkan Trump bir barış adamıdır. Gazze ateşkesini güvence altına almada etkili oldu. Bunun sağlanması için ABD’ye ve tüm paydaşlara güveniyoruz.”

Trump’ın açıklamalarını önümüzdeki süreçte hayata geçirme noktasında bir irade sergilemesi bölgede tüm taşları yeniden ve daha güçlü bir şekilde yerinden oynatabilir. Trump böyle bir irade ortaya koymasa bile ateşkes sonrası süreçte yaşanan gelişmeler Aksa Tufanı’nın bölgedeki ezberleri bozduğu ve bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı söylemlerine gün geçtikçe kuvvet kazandırmaktadır. Bu bağlamda Gazzelilerin sürgün edilmesinden sonra sıranın diğer ülkelere geleceği fikri İsrail’e komşu ülkelerde huzursuzluğa yol açmaktadır. Ateşkesin gerekliliğine rağmen Lübnan’dan tamamıyla çekilmeyen ve Golan Tepeleri başta olmak üzere Suriye’de genişleme motivasyonuyla hareket eden İsrail karşısında özellikle Ürdün ve Mısır’ın da son zamanlarda oldukça tedirgin oldukları gözlenmektedir. Her iki ülkenin de iktisadi açıdan çalkantılı dönemden geçtiği bilinmekte ve ilaveten Ürdün ordusunun Mısır’a kıyasla güçsüz olması Haşimi Krallığı’nda ciddi düzeyde kaygılara yol açmaktadır.

Ürdün, ABD başta olmak üzere özellikle Batı’dan gelen dış yardımlarla ayakta kalabilen bir ülkedir. Ülkede rejimin idamesi dışarıdan gelen ayni yardımlar ve maddi desteklerin sürdürülmesine ve şartlar ne olursa olsun kesintiye uğramamasına dayanmaktadır. Bu amaçla Ürdün’de rejim çoğu zaman geleneksel bir Batı müttefiki gibi hareket etmemektedir. Çin ve Rusya başta olmak üzere liberal dünyanın hasmı kabul edilen aktörlerle ise ilişkileri sıcak tutma üzerine bir strateji izlemektedir. Ülkeye gerek Doğu gerekse Batı’dan gelen devasa yardımların odağını ise mülteci varlığı oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle birçok ülke için beka sorunu olarak kabul edilen mülteciler Ürdün için dış yardımların ülkeye akmasının teminatıdır. Trump’ın tehdit ettiği üzere dış yardımların kesilmesi demek Haşimi Krallığı’nın mülteciler üzerinden elde ettiği ve aslında ülkedeki düzen ve görece istikrarı sağlaması için muhtaç olduğu milyarlarca dolardan mahrum kalması ve bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak orta vadede iktidardan düşmesine zemin hazırlanması anlamına gelmektedir.

Kral Abdullah, Filistin’deki nüfusun bir kısmının Ürdün’e sürülmesini kabul ettiğinde ülkedeki Ürdün asıllıların demografik açıdan varoluşsal bir tehditle karşılaşacağının da farkındadır. Aslen Suudi olan Haşimilerin Ürdün’de varlığını yüz yıldır devam ettirebilmesi ülkenin inşa sürecinde varılan ve yazılı olmayan bir mutabakata dayanmaktadır. Buna göre Haşimi ailesi, İngilizler tarafından oluşturulan Ürdün ordusu, Ürdün’de yaşayan tüccarlar ve son olarak Doğu Yaka’daki (bugünkü Ürdün) kabileler arasında varılan mutabakatın sürdürülmesi sayesinde ayakta kalabilmektedir. Uzun süre Ürdün asıllıların çoğunlukta olduğu demografik yapının özellikle Arap-İsrail savaşları sebebiyle zaman içinde Filistinlilerin lehine bozulduğu bilinmektedir. Öyle ki halihazırda Filistinlilerin ülke nüfusunun yarısından fazlasını (tahmini olarak yüzde 60’ını) oluşturduğu düşünülmektedir. Dahası on iki ile bölünmüş bir idari sistemle yönetilen Ürdün’deki üç büyük ilde (Amman, Zarka ve İrbid) bu oranların yüzde 80’lerin üzerine çıktığı söylenmelidir. Kral Abdullah’ın Trump’ın sürgün fikrini kabul etmesi Filistinlilerin toplam nüfustaki oranının yüzde 70 ile 80’lere ulaşmasına sebep olması anlamına gelmektedir. Bu durum ise ülkenin kurucu koalisyonunda önemli bir çatırdamayı oldukça olası hale getirecektir.

Gelinen noktada yaklaşık yüz yıllık tecrübeye sahip Ürdün rejimi tarihindeki en büyük sınavla karşı karşıya gelmiş vaziyettedir. Trump’ın önerisi kabul edilmediğinde dış yardımların kesilmesi, kabul edildiğinde ise ülkedeki kurucu koalisyonun dağılması söz konusudur. Kral Abdullah’ın, Trump’ın açıklamalarından hemen sonra soluğu ABD’de almasının sebebi işte bu varoluşsal meydan okumadan başkası değildir. Aksa Tufanı sonrası süreçte görece pasif bir siyaset izleyen Ürdün geçtiğimiz bir buçuk yıllık zaman zarfında Filistinlilerin Ürdün’e sürülmesinin savaş sebebi sayılacağını defaatle zikretmiştir. Bundan yaklaşık iki hafta önce Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safedi’nin Ürdün televizyonuna verdiği demeç yine aynı ton ve vurguya sahiptir. Safedi, Filistinlilerin Ürdün’e sürülmesi karşısında Ürdün’e savaşmaktan başka bir seçenek kalmayacağını açıkça ifade etmiştir.

Özetle Amman yönetimi hangi durum gerçekleşirse gerçekleşsin oldukça zorlu bir sınavla karşı karşıyadır. Kral Abdullah’ın “birleşik Arap duruşu” vurgusu bu bağlamda önem kazanmaktadır. Ürdün bu zorlu sınavı ancak ortak bir cephe ve duruşla geçebilir. Birleşik Arap duruşu kapsamına giren en önemli iki aktör ise Mısır ve Suudi Arabistan’dır. Trump’ın sürgün fikrine karşı oluşturulabilecek ortak cepheye bölgenin en önemli askeri gücünü elinde bulunduran Türkiye’nin de destek olması sadece Trump ve İsrail’e geri adım attırmayacak aynı zamanda Filistin devletinin kurulması sürecini hızlandırma fırsatını da sunacaktır.