Son bir haftadır, daha önceden “evet” ve “hayır” oylarının başa baş olduğuna yönelik algılar değişiyor. Evet oylarının yüzde 55’e doğru yükseldiğine dair farklı birçok anket sonucu var.
İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ın katıldığı “evet” platformunun mitingleri yoğun ve görkemli katılımlarla devam ediyor. Sessiz “evet”çiler meydanları dolduruyor.
“Evet” oylarının meydanlarda net bir şekilde görülmesi “hayır” kampanyasını yürüten CHP’li aktörleri öfkelendirmişe benziyor. “Hayır” cephesi büyük meydan mitingleri yapmak bir yana, salon toplantılarında “evet”çilere hakaret etmekle meşguller.
Birkaç hafta boyunca CHP lideri üzerinden sürdürülen, sahicilikten uzak taktiksel kampanyanın, sessiz “evet”çilere yönelik bir etkisi olmadığı görülünce “hayır” cephesi kendi mevcut seçmenini sandığa götürme telaşına düştü.
Dikkat ederseniz “evet” oylarının artış trendine girmesinden bahsetmiyorum. Zaten mevcut olan “sessiz evet” oylarının meydanlara çıkmasından bahsediyorum.
Sessiz “evet”çilerle ilgili neyi kastettiğimi biraz açayım.
Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin referanduma götürülmesinden itibaren, sonucun ne olacağına yönelik analizler “kararsız seçmen” bloklarına bakılarak oluşturuldu. Birçok siyasal analizci, kararsızların çoğunluğunun “evet” blokunu oluşturan partilerin seçmeni olduğuna yönelik görüş bildirdi.
Gerçekten, kamuoyu yoklamalarında verilen cevaplardan sahada bulunan anketörlerin anladığı “kararsızım” seçeneğinin işaretlenmesi gerektiğiydi. Saha bilgileri toplanıp diğer verilen cevaplarla “çaprazlama okumalar” yapıldığında, kararsızların daha az olması gerektiğine yönelik bir sonuç ortaya çıkıyordu. Örneğin “yeni bir seçim olması durumunda” AK Parti’ye ve “Cumhurbaşkanlığı seçimi olması durumunda” Erdoğan’a verilecek oyların yüksek çıkan oranına bakıldığında “kararsız” oy blokunun açıklanması güçlükler içermekteydi.
Son dönemde, İngiltere, ABD ve İspanya seçimlerinde anket sonuçlarının yanılgısına dair tartışmalar üzerinden gidildiğinde ise açıklayıcı bazı ipuçlarına ulaşmak mümkün.
Son yıllarda kamuoyu yoklamaları teknik ve kalıplaşmış cevaplar üzerinden oluşturulduğu için siyasal alanla ilgili sonuca yönelik bulgular gittikçe zorlaşıyor.
Bunun önemli nedenlerinden biri, iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin neticesinde seçmenin yoğun bir “enformasyon” bombardımanına tabi tutulmasıdır. Bu enformasyonun birçoğu da doğru bilgiyi içermiyor. Daha çok siyasal alana yönelik içerik oluşturucular tarafından formata sokulmuş, görsellerle süslenmiş sloganik ifadelere dayanıyor.
Dolayısıyla da geniş seçmen kitleleri, kamuoyunda tartışılan, içeriği fazla fakat gerçekliği muğlak çok farklı söylemlerle karşılaştığı için bir kararı olmasına rağmen, kesin cevabı erteliyor. Oy verdiği liderin ya da partisinin kendisini ikna etmesini bekliyor. Toplumun çoğunluğunun nasıl hareket edeceğini gözlemliyor. Bütün tartışmaların açığa kavuşturulmasını bekliyor.
Sona doğru yaklaşınca da, en baştan verdiği kararı açıklamaya başlayarak sessizliğini bozuyor. Ya da sandığa kadar sessiz kalıyor.
Dolayısıyla son haftada “evet” oylarının yükselmesi aslında daha önceden tarafı belli olan sessiz “evet”çilerin meydana inmesi ve kararını açıkça belli etmesinin sonucudur.
Kararsızlarla ilgili daha önceden yazdığım analizlerde hep şunu söyledim. 12 seçimdir AK Parti ve Erdoğan’a oy veren bir seçmen, referandumda “hayır” oyu vermek için sandığa kadar gitmez. Eğer “evet” vermeyecekse sandığa hiç gitmez.
Tüm bu analizlerde, tabii ki Erdoğan’ın seçim kazanma faktörünü en başa koymak gerekiyor.
Tam da burada çerçevesini çizdiğim mesele etrafında, bir sonraki yazıda “siyasette sahicilik” üzerinden seçimlerde “Erdoğan etkisi”ni analiz edeceğim.
[Türkiye, 11 Nisan 2017].