İngiltere’de Brexit’in gölgesinde yapılan 2019 erken seçimleri sonucunda ülkeyi dokuz yıldır yöneten Muhafazakar Parti, tek başına hükümeti kurmak için gerekli olan 326 sayısının ötesine geçerek 365 koltuk elde etti. Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi ise 32,2 oy ve 203 milletvekiliyle tarihindeki en büyük yenilgilerinden birini aldı. Bu sonuçlarla birlikte Boris Johnson liderliğindeki Muhafazakarlar parlamentodaki çoğunluğu açık ara elde ettiği için hem tek başına hükümeti kurma hem de geçen iki yıl içinde kaosa dönüşen Brexit sürecini nihayete erdirme yolunda büyük bir şans elde etti.
Erken seçime giden süreç
Hatırlanacağı üzere 2017 erken genel seçimlerinde Theresa May liderliğindeki Muhafazakar Parti, tek başına hükümeti kurmak için gerekli olan 326 milletvekilini çıkartamayınca Demokratik Birlik Partisi’nin (DUP) verdiği destekle bir azınlık hükümeti kurabilmişti. Ancak Muhafazakarların parlamentoda kontrolü ellerine alamaması nedeniyle bu durum ilerleyen günlerde ülke tarihinin en önemli krizlerinden birine yol açtı. Zira 2017 Haziran ayında yapılan erken seçimden 2019 erken seçimlerine kadar geçen süre zarfında ülkede iki kez hükümet ve iki kez başbakan değişti, 20’den fazla bakan istifa etti ve daha da önemlisi parlamentonun Avrupa Birliği ile varılan ayrılık anlaşmalarına onay vermemesi nedeniyle Brexit iki kez ertelendi. Bu minvalde May’den sonra görevi devralan Boris Johnson’ın revize edilmiş Brexit anlaşması 19 Ekim’de parlamentoda kabul edilmesine rağmen, sürecin takvimlendirilmesi reddedildi. Bu şartlar altında hükümetin 2022 yılına kadar verimli çalışmayacağına kanaat getirilince Johnson, erken seçim teklifini parlamentoya getirdi ve olağan genel seçime daha üç sene varken tekrar erken seçim kararı alındı.Temel motivasyonun Brexit taraftarlığı ya da karşıtlığı olduğu 12 Aralık 2019 tarihindeki erken seçim sonuçlarına göre ülke genelinde Muhafazakar Parti yüzde 43,6 oy alarak 365 milletvekili, İşçi Partisi yüzde 32,2 oy alarak 203 milletvekili, İskoç Ulusal Partisi (SNP) yüzde 3,9 oy alarak 48 milletvekili ve Liberal Demokratlar yüzde 11,5 oy alarak 11 milletvekili çıkardı. Kalan yüzde 4'lük oran ve 23 koltuk ise diğer partiler arasında paylaşıldı ve parlamentodaki geleneksel iki partili yapı yeniden hakim oldu. Sonuçlarla ilgili bir başka önemli husus olarak, beklendiği gibi İngiltere’de Muhafazakar Parti yüzde 47,2 oyla, Galler’de İşçi Partisi yüzde 40,9 oyla, İskoçya’da SNP yüzde 45 oyla ve Kuzey İrlanda’da DUP yüzde 30,6 oyla ilk sırada yer aldı. Böylece Birleşik Krallık’ı oluşturan dört ülkenin siyasi tercihleri bir kez daha tescillendi.
Kazananlar ve kaybedenler
Brexit herhangi bir anlaşmaya varılmadan gerçekleşseydi bu durum sonu belirsiz bir sürece yol açacağı için çok daha büyük bir krize neden olacaktı. Haliyle bu noktada seçimin asıl galibinin Brexit olduğunu söylemek yanlış olmayacakBu sonuçlar ekseninde parlamentoda 47 yeni koltuk kazanan Muhafazakar Parti seçimin açık ara kazananı oldu. 1987 yılında Margaret Thatcher’ın kazandığı zaferden sonra tarihindeki en büyük seçim zaferini elde eden Muhafazakarlar, parlamentodaki çoğunluğu sağlayarak ülke siyasetine yön verme yolunda büyük bir fırsat elde etti. İktidar partisinin seçimde böyle bir başarı elde etmesinin, temel olarak halkın Brexit yorgunluğundan kaynaklandığı söylenebilir. Zira muhalefetin uzlaşmaz tavrı nedeniyle kamuoyunun geçen üç seneyi sadece Brexit’i tartışarak geçirmesi ve ülkenin bu kaostan bir türlü kurtulamaması, seçmen davranışı üzerinde etkili oldu. Bundan ötürü seçmen Muhafazakarlara yönelerek ikinci bir referandumu istemediğini ve Brexit’in gerçekleşmesi gerektiği mesajını verdi. Ayrıca Theresa May’den sonra partinin ve ülkenin başına geçen Boris Johnson üzerindeki liderlik tartışmaları da sona erdi. Haliyle önümüzdeki süreçte Johnson’ın hem parti liderliği hem de başbakanlığı bir süreliğine garanti altına alındı.
Yine bu sonuçlarla birlikte ana muhalefetteki İşçi Partisi 59 kayıpla 1935 yılından bu yana en ağır yenilgisini aldı ve seçimin asıl kaybedeni oldu. Burada Muhafazakarların başarılı olmasında önemli bir yer tutan Brexit tartışmasının aynı zamanda bu seçimde İşçi Partisi’nin hezimete uğramasındaki temel faktör olduğunu görmekteyiz. Zira 2016 yılındaki referandumda yüzde 52’lik Brexit oyuna rağmen, parti lideri Jeremy Corbyn’nin, beliren halk iradesine rağmen yeniden referandumda ısrar etmesi ve erken seçim sürecinde oldukça başarısız bir performans sergilemesi bu hezimetin habercileri niteliğindeydi. Öyle ki oyların coğrafi dağılımına bakıldığında ülkedeki kriz ortamından en çok zarar gören ve geleneksel olarak İşçi Partisi’ne oy veren işçi sınıfının en azından bir kısmının bu seçimde tercih değiştirip en büyük rakipleri Muhafazakarlara yöneldikleri rahatlıkla görülmekte.
Bunların yanı sıra seçimin en büyük sürprizini Liberal Demokratlar yaşadı. Zira Liberaller önceki seçimde oyların yüzde 7,4’ünü alıp 12 milletvekilliği kazanmışken, bu seçimde yüzde 11,5 oy almasına rağmen 11 milletvekili çıkarabildi. Bu ters oranının mantığını ise ülkede uygulanan seçim sisteminde aramak gerekli. Çünkü dar bölge ve nispi çoğunluk esaslarına dayanan bu seçim sistemine göre 650 seçim bölgesinden her birinde en çok oyu alan aday doğrudan parlamentoya girmekte. Bu sistemden ötürü daha önce 2017 erken seçimlerinde Muhafazakar Parti oylarını yüzde 6 oranında artırarak yüzde 42 oy almasına rağmen parlamentoda 12 koltuk kaybetmişti. Bu seçimde de Liberal Demokratlar oy oranını yüzde dört arttırmasına rağmen 1 vekil kaybetti. Böylece Liberal Demokratlar da talihsiz bir şekilde bu seçimin kaybedenleri arasına girdi.
Önümüzdeki sürece dair yorum yapmak gerekirse bu sonuçlarla birlikte öncelikle 2020 Ocak ayı sonuna ertelenen Brexit’in tamamlanması yolundaki bütün engeller kalkmış oldu. Nitekim Boris Johnson liderliğindeki hükümetin yılbaşı tatilinden önce ilk yasa tasarısı olarak parlamentoya 20 Aralık’ta Brexit anlaşmasının getirileceği açıklandı. Anlaşma için parlamentonun onay vermesini takiben Avrupa Parlamentosunun da onay vermesi durumunda anlaşma yürürlüğe girecek ve 31 Ocak itibarıyla İngiltere AB’den ayrılmış olacak. Daha sonra 21 aylık geçiş dönemi başlayacak ve bu sürenin de tamamlanması neticesinde Brexit tam manasıyla gerçekleşmiş olacak. Bu noktada sürece dair en önemli husus parlamentoların onayıyla birlikte İngiltere’nin AB’den anlaşmalı şekilde ayrılacak olmasıdır. Zira Brexit herhangi bir anlaşmaya varılmadan gerçekleşseydi bu durum sonu belirsiz bir sürece yol açacağı için çok daha büyük bir krize neden olacaktı. Haliyle bu noktada seçimin asıl galibinin Brexit olduğunu söylemek yanlış olmayacak.
İskoçya ve Kuzey İrlanda’da bağımsızlık talepleri
İskoçların Birleşik Krallık’tan ayrılıp ayrılmayacağı seçim sonrası dönemde Johnson hükümetini bekleyen en önemli gündem maddeleri arasında yer alacak.Diğer taraftan İskoçların Birleşik Krallık’tan ayrılıp ayrılmayacağı seçim sonrası dönemde Boris Johnson hükümetini bekleyen en önemli gündem maddeleri arasında yer alacak. 2014 yılında İskoçya’nın Birleşik Krallık’tan ayrılması için yapılan referandumda İskoçlar büyük bir sürpriz yaparak bağımsız bir devlet olmak yerine Birleşik Krallık içerisinde kalmaktan yana oy kullanmıştı. Bundan sonra ayrılık tartışması bir süre rafa kalkmışsa da 2016 yılında yapılan AB referandumunda İskoçların İngiltere ve Galler’in aksine AB içerisinde kalmaktan yana oy kullanması, ayrılık tartışmasını tekrar gündeme getirdi. Her ne kadar Brexit süreci nedeniyle ayrılık yanlısı İskoçların talebi bir süre gündemin gerisine atılmışsa da 2020 Ocak ayı sonrasında bu tartışmanın ülke gündemini tekrar işgal etmesi bekleniyor. Bu noktada Başbakan Johnson İskoçya’da ikinci bir referanduma izin vermeyeceğini sürekli hatırlatsa da 2014 referandumda ayrılık karşıtı İskoç kitlenin temel motivasyonu olan AB üyeliği sona ereceği için olası yeni talepleri bütünüyle göz ardı etmek mümkün olmayacak.
Nitekim İskoçya Özerk Yönetimi Başkanı ve SNP lideri Nicola Sturgeon’ın seçimlerden sonra yaptığı ilk açıklamada İskoçların AB üyeliğini savunması ve Brexit’e karşı çıkması nedeniyle yeni bir bağımsızlık referandumunu gündeme getireceklerini açıkladı. Ancak hukuki olarak 1998 tarihli İskoçya Yasası’nın 30. maddesine göre, İskoçların yeniden referanduma gidebilmesi için İngiliz parlamentosundan onay almaları gerekmekte. 650 üyeli Avam Kamarasında şu anda SNP’li vekiller dışında bu talebe destek verecek büyük bir parti bulunmadığı için parlamentodan böyle bir iznin çıkmasına imkansız gözüyle bakılmakta.
İskoçya’daki ayrılık tartışmalarına paralel olarak Kuzey İrlanda’daki ayrılık yanlılarının durumunu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Çünkü seçim sonuçlarına göre bir taraftan Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan bağımsızlığını kazanması amacıyla kurulan İrlanda Cumhuriyet Ordusu’nun (IRA) siyasi ayağı Sinn Féin 7 vekilliğini korurken, Birleşik Krallık ile birlik yanlısı DUP ise iki vekil kaybetti. Bu sonuçlarla birlikte Avam Kamarasında Kuzey İrlanda’ya ayrılan vekilliklerde Cumhuriyetçilerin çoğunluğu sağlaması üzerine ayrılıkçı çevrenin referandum talepleri de gündemi gelmeye başladı. Zira seçimden sonra Sinn Féin lideri Mary Lou McDonald “Halk oylamasına doğru gidiyoruz ve bunun için zorlu ön çalışmaları tamamlayıp kendimizi hazırlamalıyız” açıklamasıyla referanduma yönelik ilk sinyali verdi. Mevcut siyasi ve toplumsal şartlar altında Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık’tan ayrılması İskoçya’nın ayrılması kadar gündemde olmasa da Londra buradaki gelişmeleri yakında takip edecektir.
Türkiye ile ilişkiler
9 yıldır iktidarda bulunan Muhafazakar Parti’nin seçimlerden açık ara zaferle çıkmasıyla birlikte Türkiye-İngiltere ilişkilerindeki olumlu seyrin üç nedenden ötürü devam etmesi beklenmekte.Son olarak dokuz yıldır iktidarda bulunan Muhafazakar Parti’nin seçimlerden açık ara zaferle çıkmasıyla birlikte Türkiye-İngiltere ilişkilerindeki olumlu seyrin üç nedenden ötürü devam etmesi beklenmekte. Birincisi Muhafazakar hükümetlerin görevde bulundukları geçen dokuz yılda ikili ilişkilere derinden zarar verecek bir siyasi adım atmaması, ikili ilişkilerin bundan sonrasına dair bazı olumlu ipuçları veriyor. Nitekim yakın tarihte 15 Temmuz darbe girişimi gibi Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en kritik güvenlik meselesinde İngiltere’nin birçok Avrupa ülkesinin tersine darbe girişimini kabul etmemesi ve meşru hükümete destek vermesi, ikili ilişkilerdeki güven duygusunu güçlendirdi. İkinci neden yeniden hükümeti kurma görevini alan Türk kökenli Boris Johnson’ın ana muhalefetteki İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’in aksine Türkiye ile ilişkilere daha rasyonel bakması ve ikili ilişkileri geliştirmeye istekli olmasıyla ilgilidir. Üçüncüsü ise geçtiğimiz sene 19 milyar dolarlık hacme yaklaşan ikili ticari ilişkilerin geliştirilmesinin iki ülkenin de çıkarına olması. Ancak son hususla ilgili olarak Brexit sonrası dönemde İngiltere, Avrupa ortak pazarından çıkacağı için ikili ticari ilişkilerin olumsuz etkilenmemesi adına bir serbest ticaret anlaşmasının imzalanması gerekecek. Bu olumlu beklentilere karşın Türkiye’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturan FETÖ ve PKK gibi terör örgütlerinin İngiltere’de aktif faaliyet yürütmesi ve Türkiye’nin talep ettiği Akın İpek ve Kerim Balcı gibi üst düzey FETÖ üyelerinin iade edilmemesi, önümüzdeki süreçte ikili ilişkilerin gündeminde yer almaya devam edecek.
[AA, 19 Aralık 2019].